Psikolojide anksiyete olarak bilinen kaygı, tehlikeli durumlarda, “vücuda meydan okumaya hazır olması gerektiğini haber veren” sinyal. Vücudun kendini tehlikeli durumlara karşı hazırlaması ve tetikte durmasını sağlayan anksiyete, doğal bir kaygı. Doğal ve gerekli olan bu kaygı nefes alışverişi ve kalp atış hızını hızlandırarak kaslara daha fazla oksijen gitmesini sağlıyor ve kaslar kuvvetlenerek kaçmaya hazır duruma geliyor. Anksiyete bozukluğu ise doğal anksiyetenin bozulduğu, kişinin tehlikeli olmayan durumlarda bile yoğun bir kaygı hissetmesi durumunda ortaya çıkıyor. Anksiyete bozukluğu yaşayan kişiler anormal bir durum yaşadıklarının farkındalar ancak kendilerini sakinleştiremiyorlar. Dolayısıyla günlük hayattaki işlevlerini yerine getirmeleri zorlaşıyor ve tedavi olmaları gerekiyor. Özellikle son yıllarda iklimin ve dünyanın akıbetinin olumsuz gidişatı konusunda endişeler had safhada ve ruh sağlığımız ve ekolojinin bu olumsuz ilişkisi anksiyetenin bir başka türünü ortaya çıkarıyor: Eko-anksiyete.

Eko-anksiyete
Eko-anksiyete | Fotoğraf: BBC

Eko-anksiyete

Günümüzde kutuplar eriyor ve insanlar dünyanın ekosistemlerini sürekli değiştirip yok ettikçe canlarını, geçim kaynaklarını, bitkilerini, hayvanlarını, evlerini kaybeden birçok canlı ve tehdit altında kalmaya devam eden milyonlarca tür var. Küresel ısınmanın yanı sıra insan eylemleri Dünya’nın iklimini değiştirdi ve bunun etkisi her mevsim giderek daha görünür hale geliyor. Dünyanın bu gidişatı, belirli kaynakların kontrolü ve kıtlıkları konusunda da endişeler var. Çocukluğumuzda gördüğümüz birçok doğal güzelliği kaybetmiş durumdayız ve belki bizim çocuklarımız bile onları göremeyecek. Bu konuda endişelenmek insanları farklı şekillerde etkiliyor, ancak bazı insanlar için bu çok derin olabiliyor ve hayatlarını büyük ölçüde etkileyebiliyor. Bu aşamada günümüzde önemli bir rahatsızlık haline gelen eko-anksiyete ortaya çıkıyor. 

Arılar ve İnsanlar İçin Tehlike Çanları

Bu yazıyı hazırladığım gün Türkiye’de orman yangınlarıyla mücadelede 7. gününe giriliyordu. Yapılan güncel açıklamalara göre Antalya’da 2, Muğla’da 5, Adana, Isparta’da ve Denizli’de birer yangın sürüyordu. Kontrol altına alınamayan alevler özellikle Antalya, Manavgat ve Muğla Marmaris’te oldukça etkili olurken bölge halkı geçim kaynakları ve evlerini kaybediyor. Bir canın yok olmasından öte hayvancılık, sebze-meyve üretimi ve arıcılık da tehlikede. Muğla’da da çam ağaçları yanında arı kovanları için de tehlike çanları çalıyor. Binlerce hayvan telef olurken Türkiye arı varlığının yüzde 45’ini barındıran Muğla’da üretimin yapıldığı bölgelerin yüzde 80’inin kül olması nedeniyle ekosistem için büyük bir önemi olan ve insan hayatını da devam ettiren arıların yok olması hepimizi oldukça kaygılandırıyor. Geçtiğimiz günlerde yanan 8 bin-8.500 hektar alanda 165 bin kovanla her yıl yaklaşık 3 bin ton üretim yapıyordu ve Marmaris dünya çam balının başkentiydi. Türkiye genelindeki 8 milyon 200 bin arıdan 3-3.5 milyonu her yıl Muğla’ya çam balı yapmak için geliyordu ve artık kestiremediğimiz bir süre boyunca çam balı yok. Doğanın kendini toparlamak ve yenilemek için çok uzun bir süreye ihtiyacı var, insanlar ise derin bir umutsuzluk ve keder içinde. 

Hissettiklerimiz Çok Normal

Eko-anksiyete
Eko-anksiyete | Fotoğraf: huffingtonpost.co.uk

Sıcaklık, hava durumu ve hayvan ve insan yaşam alanlarındaki kalıcı değişiklikler doğal olarak bizi alarma geçiriyor. Kendi yaşadığımız dünyanın yok olması, her canlının hayatının tehlikeye girmesi, en önemlisi de geçmişten günümüze var olan dünyadan geriye gelecek nesiller için hiçbir şey kalmayacağı düşüncesi bence tamamen normal ve duyarlı her insanın yaşaması gereken bir endişe. Artan deniz seviyeleri, hava düzenlerindeki değişiklikler, önlenemeyen yangınlar da dâhil olmak üzere, iklim değişikliğinin kademeli etkileri, kronik zihinsel sağlık semptomlarına bile neden oluyor. Belki bazılarımız bu endişeyi en yüksek düzeyde yaşıyor ve doğal ortamlara ve türlere zaten yapılmış olan zarar nedeniyle derin bir travma geçirmiş hissediyor ve zihinsel sağlığına ciddi hasarlar alıyor. Bu endişeyi günümüzde hepimiz çok yüksek seviyede yaşarken en çok da geçim kaynağının, evinin, sevdiklerinin kaybı veya tehdidi riske girenler etkileniyor. Kronik veya ciddi stres, kalp hastalığı, yüksek tansiyon ve depresyonu arttırıyor ve eko-kaygı ile birlikte kişiler genel anksiyete belirtileri de yaşıyorlar. 
 

Çocukların Kaygı Seviyesi Zirvede

İngiltere’deki bir araştırma çocuk ve genç psikiyatrlarıyla yapılan bir anket iklim krizinin her geçen gün gençlerin ruh sağlığına daha fazla zarar verdiğini ortaya koyuyor. Araştırmayı yürüten Royal College of Psychiatrists‘e göre çocuklarda ve gençlerde gözlemlenen eko-anksiyete genel nüfustan çok daha yüksek.

İklim değişikliği ve doğal afetlerin neden olduğu kronik kaygı bozukluğu ‘eko-anksiyete’den en çok çocuklar etkileniyor. BBC’nin yaşları 8 ila 16 arasında değişen 2 bin çocukla yürüttüğü araştırmada, çocukların yüzden 80’i iklim değişikliğini önemsediğini, yüzde 30’dan fazlası ise ‘çok’ önemsediği cevabını verdi. Araştırma, çocukların iklim değişikliği konusunda sinirli ve anksiyeteli hissetmeleri sonucunu vermesi açısından büyük önem taşıyor. 2 bin çocuğun yüzde 73’ü gezegenin şu anki gidişatından ‘endişeli’ olduğunu belirtirken, yüzde 22’si ise ‘çok endişeli’ olduğunu ifade ediyor. Çocukların yüzde 58’i, küresel iklim değişikliğinin kendi geleceklerine darbe vuracağı konusunda endişeli. Küresel ısınmanın çocukların gündelik hayatına etkisi de büyük. Neredeyse her 5 çocuktan biri, iklim kriziyle ilgili kötü rüyalar gördüğünü söylerken, yüzde 17’si ise uyku ve beslenme düzenlerinin kötü etkilendiğini aktarıyor. (Kaynak: BBC)

Çocuklar ve gençler bu kaygıyı yaşamakta haksız sayılmazlar. Yaşayabileceğimiz sadece tek bir gezegenimiz var ve yaşayan bu gezegene ve diğer tüm türlere asıl tehdit bizleriz. Gelecek nesillere yaşanacak bir gezegen kalmayacağından endişelenen ve bu kaygıyı üst seviyede yaşayan çocukların psikolojik destek alması öneriliyor. Ailelerin de çocuklarıyla açık, dürüst, bilinçli sohbetler yapmasının hem kaygı seviyelerini azaltacağını hem de en azından gelecek nesillerin daha bilinçli yetişmesini sağlayacağını düşünüyorum. İklim değişikliği hakkında konuşmak, çocukları kendi eylemleri konusunda da düşündürebilir ve sorumluluk almalarını sağlayabilir.  

Gerçek Bir Mental Bozukluk

Eko-anksiyete
Eko-anksiyete | Fotoğraf: colorado.edu

2017’de Amerikan Psikiyatri Birliği (APA), iklim değişikliği ve hızla bozulan bir gezegen konularında yaşadığımız rasyonel korkumuzun mental bir bozukluk olarak tanımlanması gerektiğine karar verdi: Eko-kaygı bozukluğu. APA, eko-kaygıyı kronik bir çevresel kıyamet korkusu olarak nitelendiriyor. Eko-anksiyete tespit edilen iki sebepten dolayı gerçekleşiyor: İnsanların iklim krizinin yol açtığı veya doğal oluşan afetler sebebiyle kökeninin olduğu yeri bırakmak zorunda kalması ya da kişinin psikolojik rahatsızlığa yol açacak kadar gelişmiş bir çevre bilincine sahip olması. 

Eko-anksiyete Belirtileri

  • Travma ve şok
  • Travma sonrası stres bozukluğu
  • Depresyon, kaygı veya panik duyguları
  • Saldırganlık
  • Madde Kullanımına Yatkınlık
  • İklim hakkında takıntılı düşünceler
  • Uyku problemleri
  • İştahsızlık
  • Konsantrasyon zorluğu
  • Özellikle iklim değişikliğini kabul etmeyen ve gezegende tahribat yaratan eski nesillere yönelik öfke veya hayal kırıklığı
  • Kaderci düşünce
  • Varoluşsal korku
  • Kendi karbon ayak iziyle ilgili suçluluk veya utanç
  • Doğal ortamların ve ekolojide katkısı bulunan türlerin kaybından dolayı keder ve üzüntü

Son günlerde hepimizin eko-kaygıyı tüm hücrelerinde hissettiğine eminim. Hepimizin derin bir anksiyete, umutsuzluk, üzüntü ve hayal kırıklığı duyduğu, kendinden başka canlılar için endişe duyup gözyaşı döktüğü, insan olmaya biraz daha yaklaştığı ama gezegeninden biraz daha uzaklaştığı bu günlerin en kısa zamanda son bulmasını tüm kalbimle diliyorum.

Kapak Fotoğrafı: colorado.edu

İlginizi çekebilir: Nesliay Ocakküçük’ten Backster Etkisi