Bond’un kadınlarla sorunlu ilişkisi Flemming’in orijinal karakterinin ayırt edici özelliklerinden biridir. Siz bakmayın Bond’un elinden “bir uçan bir de kaçan kurtulur” (ki çoğu zaman onlar da kurtulamaz) prensibinin her filme uygulanmasına. Gerçek Bond kadınlarla rahat değildir ve bu Dalton döneminde beyaz perdeye yansıtılmış; Craig döneminin de önemli temalarından birini oluşturmuştur.

Bond Kızları | Fotoğraf: Town & Country Magazine

Özellikle Vespar’ın Bond üzerinde yarattığı travma onun kadınlarla düzgün bir ilişki kurmasına engel olur. Flemming’in orijinal Bond’u karısı Tracy öldükten sonra kendini alkollere vurur, yitik ve kırılgan bir karaktere döner; M ona düzelmesi için son bir şans verir. Seriye son iki filmde katılan Madeleine karakteri ile sorunlu, inişili-çıkışlı ilişkisi de bu travmanın başka bir uzantısıdır. Seyredenler Moore, Dalton ve Craig dönemleri arasında kadınlar söz konusu olduğunda nasıl bir uçurum olduğunu hemen farkedeceklerdir. Moore kadınlar söz konusu olduğunda neredeyse cebinde şampanya ile gezen, tam bir romantik playboydur. Jestleri, tavırları ile bir ajandan çok jetset playboyu kimliğini taşırken Craig döneminde Bond adeta hınçla intikam almak için sevişir. Moore yatakta şampanya içerken ‘Nobody Does it Better’ çalar, Craig ise yatakta bira içer ve ‘You Know My Name’ çalar.

Judi Dench’in canlandırdığı, Bond tarihindeki ilk ve tek kadın M seriye dahil olduğu film Goldeneye’ın başlarında Bond ile arasında geçen diyalogda şöyle der:

M: Benden hoşlanmıyorsun Bond. Yöntemlerimden hoşlanmıyorsun. Benim senin içgüdülerinden çok rakamlarla daha çok ilgili bir muhasebeci olduğumu düşünüyorsun.

Bond: Bu düşünce, evet, oluştu bende.

M: İyi, çünkü bence sen de seksist ve kadın düşmanı bir dinazorsun; bir soğuk savaş kalıntısı… Oğlan çocuklarına has cazibesi ki bana işlemiyor ama belli ki seni değerlendirmeleri için gönderdiğim genç kadınlara çekici geliyor..

M | Fotoğraf: Daily Express

M’in bir kadın olması, o dönemde çok tartışılmış; bunu yükselişini belirli ölçüde tamamlamış ve önemli bir yol kat etmiş feminist hareketin bir zaferi olarak görenler olmuştu. Öyle ya, popüler kültürün en büyük erkek fantezi simgesi, neredeyse bir erkeklik fetişi haline gelmiş olan Bond artık bir kadından emir alacaktı. Buna karşın özellikle Craig’in Bond olduğu yeni seriyle birlikte Bond ile M arasında bir alt-üst ilişkisi değil bir tür anne-oğul ilişkisine dönüşür. SKYFALL’da M Bond’un kollarında öldüğünde ki Bond sadece iki filmde ağlamıştır (1969 On Her Majesty’s Service’de karısı Tracy öldürüldüğünde ve SKYFALL’da), Bond’un döktüğü gözyaşları bir anne için dökülen gözyaşlarıdır. Bond bir yetimdir; M tarafından teşkilata devşirildiğinden itibaren M, MI-6 ve İngiltere ve hatta Kraliçe onun bir tür annesi haline gelmiştir. Dolayısıyla yeni M’in kadın oluşu feminizme bir referans olarak tartışılabilir olduğu kadar basit ‘kadından emir alan’ bir Bond anlatısının çok ötesinde bir anneye olan bağlılık olarak da değerlendirilebilir ve daha kapsamlı bir psikolojik-psikanalitik boyutu da seriye taşır.

Bond serisindeki her kadın elbette Bond’un M değildir. M dışında tüm seride (Goldeneye 1995 – Skyfall 2012) yer alan bir diğer kadın karakter de Moneypenny’dir. Bond filmlerinde gözüken ve Bond’un yatağa girmediği neredeyse tek kadındır ama Bond ile arasındaki ince çizgide süregiden bol dokundurmalı/takılmalı flört serinin mizah unsurlarından ve ayrılmaz sahnelerinden biri haline gelmiştir. Dolayısıyla Bond’un en yakın çevresindeki iki kadın karakteri çıkardığımızda (1995 tarihli Goldeneye filmine kadar tek, o da Moneypenny) Bond filmlerinde arz-ı endam eden tüm kadın karakterler ‘Bond Kızı’ olarak kabul edilirler.

Moneypenny | Fotoğraf: ew.com

Bond’un kadınlarla sorunlu ilişkisi Flemming’in orijinal karakterinin ayırt edici özelliklerinden biridir. Siz bakmayın Bond’un elinden ‘bir uçan bir de kaçan kurtulur’ (ki çoğu zaman onlar da kurtulamaz) prensibinin her filme uygulanmasına. Gerçek Bond kadınlarla rahat değildir ve bu Dalton döneminde beyaz perdeye yansıtılmış; Craig döneminin de önemli temalarından birini oluşturmuştur. Özellikle Vespar’ın Bond üzerinde yarattığı travma onun kadınlarla düzgün bir ilişki kurmasına engel olur. Flemming’in orijinal Bond’u karısı Tracy öldükten sonra kendini alkollere vurur, yitik ve kırılgan bir karaktere döner; M ona düzelmesi için son bir şans verir.

Seriye son iki filmde katılan Madeleine karakteri ile sorunlu, inişili-çıkışlı ilişkisi de bu travmanın başka bir uzantısıdır. Seyredenler Moore, Dalton ve Craig dönemleri arasında kadınlar söz konusu olduğunda nasıl bir uçurum olduğunu hemen fark edeceklerdir. Moore kadınlar söz konusu olduğunda neredeyse cebinde şampanya ile gezen, tam bir romantik ‘playboy’dur. Jestleri, tavırları ile bir ajandan çok jetset ‘playboy’u kimliğini taşırken Craig döneminde Bond adeta hınçla intikam almak için sevişir. Moore yatakta şampanya içerken ‘Nobody Does it Better’ çalar, Craig ise yatakta bira içer ve ‘You Know My Name’ çalar.

Bond’un kadınlar ile ilişkisinin psikanalitik analizi ayrı bir yazı konusunu hakedecek derecede derin bir mevzu. Şimdi bunu bir kenara bırakalım ve asıl konuya dönelim: Bond kızları, en az Bond, başroldeki kötü adam, M, Q, Moneypenny ve Felix Lecter gibi serinin ayrılmaz karakterleridir. Hatta ana Bond kızları, Bond dışında filmdeki diğer başrol olarak tanımlanabilecek kötü adamdan sonra diğer önemli başrolü üstlenirler. Her bir filmde en az bir tane ana Bond kızı bulunur ama öte yandan Bond kızı olarak tanımlanabilecek irili ufaklı birden fazla rol mevcuttur ki bunlar da yan Bond kızlarıdır. Örneğin From Russia With Love’da ana Bond kızı Tatiana Romanova’dır ama Çingene Kampı’nda Çeribaşı’nın oğlu için kavga eden iki Çingene kız da Bond kızları arasında sayılır. Goldfinger’de Pussy Galore karakterini canlandıran Honor Blackman ana Bond kızıdır ama filmde Bond kızı olarak nitelendirilen yan rollerde toplam 6 oyuncu daha yer alır.

Bazı fimlerde birden fazla Bond kızı filmdeki konumu ve etkileri itibariyle eşit olan rollerde yer alırlar ve bu durumda da ana Bond kızı birden fazla olabilir. Bunun yakın zamandaki en iyi örnekleri Brosnan döneminin Tomorrow Never Dies (Teri Hatcher ve Michelle Yeoh) ve Die Another Day (Halle Berry ve Rosamund Pike) filmleridir. Bazı durumlarda da yan Bond kızı gibi gözüken karakterler gerek karakterin gücü gerekse de canlandıran oyuncunun başarıyla rol çalarlar ve en az ana Bond kızı kadar iz bırakırlar. Thunderball bunun en iyi örneklerinden biridir. Filmde ana Bond kızı Domino rolündeki Claudine Auger olarak gözükse de SPECTRE üyesi Fione Volpe rolünü canlandıran Luciana Paluzzi de filme damgasını vurmuştur ve Bond tarihine geçmiştir.

Senaryonun gereği olarak Bond kızlarının karakterleri birden fazla kategoride yer alırlar. Her bir kategori için en az bir Bond kızı rolü olduğu düşünüldüğünde (EON tarafından yapılmayan iki filmi de dikkate alırsak) toplam 27 Bond filminde 80’in üzerinde Bond kızı yer almıştır. Şayet özellikle ilk filmlerdeki eğilim devam etseydi tüm seride yer alan toplam Bond kızı sayısı 100’ün çok üstüne çıkardı. Son filmlerde sayı azalmış: Bond kızı rollerinin ağırlığının ve ciddiyetinin de artmasıyla sayı bir veya ikiye düşmüştür. Örneğin Daniel Grieg döneminde Bond kızı kategorisinde film başına ortalama bir veya iki Bond kızı düşmektedir.

Bond kızlarının önemli bir bölümü film öncesi hiç tanınmamış; sinema tarihine de sadece Bond kızı olarak geçmiş ve sonrasında da sinema veya popüler kültürde pek iz bırakamamışlardır. Öte yandan bazı Bond kızları Bond filminde oynadıkları sırada, öncesinde veya sonrasında büyük uluslararası yıldız konumuna yükselmiş, önemli ödüller almış-ödüllere aday gösterilmiş çok önemli aktrislerdir. Bunlar arasında Sophie Marceu, Monica Bellucci, Lea Seydoux, Halle Barry, Rosamund Pike, Diana Rigg ve Jane Seymour hemen ilk akla gelenler. Sinema kariyerlerinde önemli filmler bulunan ve bir oyuncu olarak da sinema ve televizyon dünyasında belirli bir saygı görmüş Luciana Paluzzi, Brit Ekland, Jill St. John, Lois Chiles, Famke Janssen, Eva Green ve Maryam D’Abo gibi oyuncular da Bond kızı olarak seride yer almışladır.

Bond Kızları Mercek Altında

Bond kızları filmlerde farklı rollerde görülürler. Genel olarak üç farklı kategoride rol çizilmiştir Bond kızlarına: İlk kategori Bond’un yanında adeta bir aksesuar olarak yer alan; güçlü bir oyunculuğa gerek duymayan; bu yüzden de oyunculukları görece zayıf ama seksilik ve güzellik dereceleri çok yüksek oyuncuların canlandırdığı benim “Ah james, oh james” diyaloglarıyla tanımladığım rollerden oluşur. Öte yandan Bond kız mitinin doğmasına özellikle bu roller ve bu rolleri canlandıran oyuncular katkıda bulunmuşlardır. Mesela A View to Kill’deki ana Bond kızı Tanya Roberts filmden iki yıl önce Playboy’a kapak olmuştur. Aralarında sinemada ve televizyonda Bond kızı olmak dışında isim yapanlar olsa da (Britt Ekland ilk akla gelen isim) çoğu modelliğe geri dönmüş ve veya televizyon ve sinemada görece küçük çaplı işler yapmıştır. Bu kategorid değerlendirilebilecek film, karakter ve oyuncular şunlardır:

From Russia with Love – Tatiana Romanova (Daniela Bianchi)

The Man with The Golden Gun – Mary Goodnight (Britt Ekland)

A View to Kill – Stacey Sutton (Tanya Roberts)

The Living Daylights – Kara Milovy (Maryam d’Abo)

Licence to Kill – Lupe Lamora (Talisa Soto)

The World is not Enough – Christmas Jones (Denise Richards)

İkinci kategoride görevini tamamlanmasında Bond’a büyük yardımlarda bulunan; fiziksel ve karakter açısından en az Bond kadar güçlü; çoğunlukla da diğer gizli servisler için çalışan ajan karakterler yer alır. İlginçtir, bu karakterler Bond serisinde sanıldığından daha çoktur ve kadın gücü Bond serisine çok erken bir dönemde 1960larla beraber girmiştir:

Goldfinger – Pussy Galore (Honor Blackman)

Spy that Loved Me – Anya Amasova (Barbara Bach)

Moonraker – Holly Goodhead (Lois Chiles)

OctopussyOctopussy Maud Adams

Tomorrow Never Dies –  Wai Lin (Michelle Yeoh)

Die Another Day – Jinx (Halle Berry)

Casino Royal – Vespar Lind (Eva Green)

Quantum of Solace – Camille Montes (Olga Kurylenko)

Diğer bir kategori ise kötü adamın sağ kolu, en yakın yardımcısı, suikastçi veya onun ortağı, hatta doğrudan kötü karakterin kendisi olan güçlü, acımasız, dişiliği ile baştan çıkarıcı femme-fatale Bond kızlarıdır:

Thunderball – Fiona Volpe (Luciana Paluzzi)

A View to Kill – May Day (Grace Jones)

Goldeneye – Xenia Onatopp (Famke Janssen)

Die Another Die – Miranda Frost (Rosamund Pike)

The world is not Enough – Elektra King (Sophie Marceau)

En İyi Beş Bond Kızı

En iyi Bond kızlarını seçerken hangi kriterler dikkate alınır? Öncelikle ne kadar seksi ve güzel oldukları mı? Bond kızı deyince akla ilk bu kavramlar geliyor ama yazıda da göstermeye çalıştığım gibi pek çok filmde Bond kızlarının rolü ve anlamı fiziksel görünüşün ötesine geçer. Öte yandan hemen tüm Bond kızlarını değerlendirdiğimizde Grace Jones dışında ki onun da vahşi ve kendine özgü bir çekiciliği vardır, en basit tabiriyle güzel kadınlar oldukları ve seçimlerinde bu özelliklerinin büyük bir pay sahibi olduğu kabul edilmesi gereken bir gerçektir.

Bond ile ekran uyumları ne kadar önemlidir? Bu anlamda örneğin Connery-Andress, Moore-Adams ve Craig-Green gibi çok iyi örnekler bulabiliriz tarihte.Karakterlerin derinlikleri, senaryodaki rollerinin etkileri, Bond ile karakter ve fiziksel anlamda ne derece eşit oldukları ve elbette oyunculukları ile karakterleri canlandıran aktrislerin filme katkıları da ayrı ayrı önemli kategorilerdir. 

Ben nihai listemi yaparken güzellik/seksilik dışındaki diğer tüm kriterleri farkı düzeylerde dikkate aldım. Fikir almak ve olası seçeneklerimi değerlendirmek amacıyla bu alanda yapılmış farklı listeleri ve ilgili yazıları da araştırdım ve elbette kişisel bir liste olduğu için öznel bakış açımı da yansıtmaya çalıştım ama tamamen hislerime dayanan subjektif bir değerlendirme yapmamaya gayret ettim. Konu sadece güzellikse elbette ve öncelikle Maryam D’abo, Luciana Paluzzi, Diana Rigg ile Corinne Clery ve Lea Seydoux benim listemin en üstlerinde yer alırlardı.

Bond ile ilgili diğer alanlara yönelik listelerde olduğu gibi Bond kızı kategorisi üzerinde de genel bir antlaşma olduğu söylenebilir. İlk beş herkes için değişse de  Tanya Robert’ın canlandırdığı Sutton’un çok kötü bir Bond kızı öte yandan Pussy Galore’un çok iyi olduğu konusunda istinasız herkes hemfikirdir. Nitekim benim listemdeki dört Bond kızı da hemen hemen tüm en iyiler listelerde yer alıyorlar. Dolasıyıyla Bond ile ilgili daha önce yazdığım diğer iki yazıda olduğu gibi bu yazımda da büyük bir sürpriz yok, tek istisna son Bond kızı Madeleine Swan hariç. Üzerinde henüz bir antlaşma olmayan Madeleine Swan benim listemde yer alıyor ama buna karşın en kötüler listelerinde de yer aldığı farklı sıralamalar da mevcut. Ben de pek çokları gibi Bond, daha doğrusu Craig ile bir ekran uyumu yakaladıklarını düşünmüyorum ki bundan No Time to Die için yine The Magger’da yazdığım eleştiride de bahsetmiştim. Madeilene Swan karakterinin niçin benim listemde olduğunu ileride anlatmaya çalışacağım.

Listeye geçmeden önce de kısa kısa Bond tarihinde iz bırakmış bazı Bond kızları hakkında notlarımı aktarmak isterim: İlk en unutulmazdır: Ursula Andress canlandırdığı Honey Ryder ile (sinema tarihine  geçen en kült görüntülerden biri olan denizden çıkış sahnesi Die Another Day’da Halle Barry ile yeniden çekilmiştir.) Bond kızı temasının başarısı daha ilk filmle perçinlemiştir ve bu yolu açan ilk aktris olarak da tarihe geçmiştir. Dolayısıyla onu kategori dışı olarak ele alıyorum. Öte yandan şunu da ekleyelim, karakter ve Andress tüm ilgili listelerde en iyiler arasındadır ve tartışmasız en önde gelen Bond kızları arasında yer alır.

Diamonds are Forever’da Jill St. John tarafından canlandırılan Tiffany Case karakterini de listeye alıp almamak konusunda çok düşündüm. Çok iyi çizilmiş, siyah/beyaz karşıtlığına dayanmayan çok boyutlu, muzip ve esprili karakteri ile filme hikaye ve aksiyon anlamında önemli katkı yapmiş; Connery’nin seriye mecburi dönüşü dışında filmin müzik ile en önemli unsurlarından biri  haline gelmiş ve Bond tarihinde önemli bir iz bırakmıştır.

Bir not da Maud Adams hakkında… Kendine has etkileyiciliği, The Man with the Golden Gun’da femme fatale karakterindeki başarısından sonra bir başka Bond filmiyle, hem de karakterinin adını taşıyan, Octopussy ile seriye geri dönerek Bond tarihinde iki kere oynayan tek Bond kızı olması Maud Adams’ı Bond tarihinin en önemli isimlerinden biri yapar. Ayrıca Moore ile, muhtemelen yaşlarından dolayı, Octopussy’de çok iyi bir ekran uyumu yakalarlar.

Bond kızları tarihinin bir diğer ilginç ismi Corinne Clery hakkında da bir iki şey söylemek isterim.  Clery öncelikle en seksi Bond kızları sıralamasında rahatlıkla ilk üçte yer alır. 1970’lerde sinema dünyasında ufak çaplı bir sansasyon yaratan erotik/dram The Story of O’da başrol oynayarak çıkış  yapan; sonrası Playboy’un fransız versiyonu Lui’ye kapak olan Clery, Moonraker’a biraz görsellik ve heyecan katmak amacıyla eklenmiş bir Bond kızı. Moore döneminin her şey mubah anlayışı içinde görsellik ve heyecan amaçsa Clery çok doğru bir seçim (filmdeki kıyafetleri düşünüldüğünde bunun başarıldığını söylemek mümkün) ama Clery filmde sadece bir iki dakika gözükür ve sonrasında Bond’un cazibesine yenilip patronu filmin kötü adamı Hugo Drax’a ihanet eder. Bu ihanetinin bedelini ise Drax onu köpeklerine yem ederek ödetir. İnsan “madem Clery’yi filme koydunuz biraz daha uzun tutsaydınız ya” demek istiyor. C’est un Scandale!…

No Time to Die’da kısa (10 dakika) ama çok etkili bir sahnede gözüken Ana de Armas hakkında da kısa bir not düşmek isterim. Armas bir Bond kızı olmanın ötesine geçen son filmde ölen Felix Lecter’ın yerini alarak daimi bir Bond karakteri olma potansiyeline sahip Paloma karakterine müthiş bir canlılık getiriyor. Bu bağlamda Armas’ın aslında seriye biraz geç girdiğini düşünüyorum. Craig ile uyumu ki Knives Out filminde de iki oyunca arasında çok kuvvetli bir beyaz perde uyumu vardı, seriye büyük katkı sağlayabilirdi. Armas’ı 2023’de bir John Wick  çeşitlemesi olan Ballerina filminde intikam peşinde koşan bir suikastçi karakterinde göreceğiz. Merakla bekliyoruz Keanu Reeves ile bakalım benzer bir aksiyon uyumu yakalayabilecekler mi?

Bond kızları ile Bondların sette ve set dışında kurdukları ilişkilere dair ilgi çekici bazı magazinel konular hakkında da kısaca yazayım. On Her Majesty’s Service çekimi sırasında sette Rigg ve Lazenby arasındaki yoğun bir gerilim olduğu iddiaları basına sızar. Film sonrasında iki oyuncu basın aracılığı ile yaptıkları tartışmalarda bu gerilimin doğru olduğunu göstermişlerdir. Rigg ve Lazenby yazdıkları mektuplarla birbirlerini karşılıklı olarak suçladıkları ki bayağı belaltı vurmuşlardır, tartışmaya bir süre devam ettirmişlerdir. 

Thunderball’da seriye iz bırakan karakterlerden biri olan SPECTRE üyesi Fiona Volpe’yi canlandıran Luciana Palezzi Sean Connery hakkında ise şöyle demiştir: “O çalıştığım aktörler içinde kesinlikle en profesyonel ve sete hazır gelenlerden biriydi. Fakat Sean aynı zamanda rahat ve eğlenceliydi de. Film çekimleri sonrası film ekibindeki çocuklarla, gerçekten çocuklarla, filmin üst düzey yetkilileriyle değil, takılırdı. O böyle biriydi. Sean ilk odaya girdiğinde onun maço, eğlenceli ve aynı zamanda da hınzır olduğunu düşünmüştüm. Ekranda bu kadar etkili olmasında oyunculuk yeteneği ile birlikte sebatkar ve hatasız kişiliğinin de etkisi vardır. Ona karşı bir çekim hissetmedim… ama sadece evli olduğu için. Bir erkek evliyse aklım onun iyi gözüken bir erkek olduğunu düşünmemi engeller. Ona bir kız arkadaş gibi yaklaşırım. Şimdi o evli olmasaydı, kesinlikle…”

Diamonds are Forever’de yan Bond kızı rollerinden birinde yer alan ve filmde Plenty O’Toole karakterini canlandıran Lana Wood (ki Hollywood efsanelerinden Natalie Wood’un kızkardeşidir) Sean Connery ile film sırasında bir ilişki yaşadığı itirafında bulunur. Yıllar sonra Connery öldükten sonra ise bu itirafının gereksiz olduğunu, keza aralarında gerçek anlamda bir ilişki yaşanmadığını açıklar ve bu durumu su sözlerle ifade eder: “Sadece onun (ona olan ilgimi) bilmesine ihtiyacım vardı. Yıllar sonra dank etti. Muhtemelen ‘ne kadar aptal bir kız, tabi ki bir ilişkimiz olmayacaktı’ diye düşünmüştür. Sadece onun hakkında böyle bir şey söylemenin komik olduğunu düşünmüştüm. Ama ona karşı dürüst olmalıydım.”

5. Pussy Galore (Honor Blackman)

Pussy Galore
Pussy Galore | Fotoğraf: The Times

Pussy Galore, en efsanevi Bond kızları arasında haklı bir üne sahiptir. Bunda güçlü-karizmatik kişiliği, kötülük ile iyilik arasında gelip giden tipik siyah/beyaz ayrımının ötesinde sofistikte karakteri yanında döneminin ‘sarışın bomba’ efsanesinin mükemmel bir örneği olması ve elbette karaktere hayat veren Honor Blackman’in oyunculuğunun da etkisi büyüktür. Pussy Galore, Bond ile hem zihinsel hem de fiziksel olarak mücadele edebilecek derecede güçlü bir kadındır. Bond’u esir eder ve Goldfinger’ın özel pilotu olarak onu Goldfinger’a götürür. Galore çok iyi bir pilot olmasından dolayı aynı zamanda Goldfinger’in planının en önemli ayağı olan hava saldırısı stratejisinin yaratıcısı ve eğitmenidir. Bu saldırıya katılacak kadın pilotları bizzat eğitir. (Her bir pilot da sarışın ve yan rollerde yer alan Bond kızlarıdır) Öte yandan film ilerledikçe Bond’un cazibesinin ve etik değerlerinin de etkisiyle patronuna ihanet eder, CIA’e operasyon hakkında bilgi verir ve Goldfinger’ın planlarının suya düşmesini sağlar.

Bondla uyumu da çok üst düzeydedir. Bond ile hem fiziksel hem de psikolojik düzeyde karşılaşmaları, aralarındaki diyaloglar Bond tarihine geçmiştir. Bir Bond klasiği olan sarkazm, seriye Goldfinger ile girmiştir ve bu unsurun belirgin olmasının bir nedeni de Pussy Galore’dur.

Çok yakın zamanda yaşama veda eden Blackman bir Bond kızı olmanın ötesinde politik ve toplumsal konularda bir aktivist olarak da tanınmıştır. Kendisi bir cumhuriyetçidir, İngiltere’de monarşinin lağvedilmesini savunan siyasi hareketin önde gelen bir üyesidir. Sean Connery’nin şövalye ünvanını kabul etmesini ve vergilerden dolayı yaşamının bir bölümünü İngiltere dışında geçirmesini kamuoyu önünde açık bir şekilde eleştirmiştir.

4. Kontes Teresa di Vicenzo/Tracy (Diana Rigg)

Madeline Swan da Bond’un dünya ahiret helali sayılır ki kızının anasıdır ama Bond’un nikahlı tek eşi odur; uzun adıyla Kontes Terese di Vicenzo ama bilinen adıyla Tracy. En kötü Bond’un oynadığı en kötü Bond filmlerinden birinin müzik ile beraber en önemli ve dikkat çekici unsurudur Tracy karakteri ve elbette Diana Rigg. Bir Bond efsanesine dönüşen karakteri öncesinde de Rigg çok önemli bir televizyon yıldızıdır. Televizyon tarihinin en büyük dizilerinden biri olan The Avengers’da John Steed karakterinin (Steed karakterini canlandıran bir başka büyük İngiliz aktörü Patrick Macnee A View to Kill’de Roger Moore’un yanında önemli bir karakter olan Sir Godfrey Tibbett’i canlandırmıştır) karşısında 1965-69 yılları arasında Emma Peel karakteri ile dönemin en önemli kadın televizyon yıldızlarından biri olmuştur. Bond filminde rolü onun özellikle de ABD’de tanınmasına yol açmıştır.

Terese/Tracy karakteri, annesini, kocasını ve çocuğunu kaybetmiş, intihardan Bond tarafından kurtarılmış yitik ve kalbi kırık bir genç kadındır. Yaşama yeniden Bond ile tutunur. Karakterinin derinliği ve Rigg’in oyunculuğunun büyük etkisiyle filmde Bond’u (George Lazenby) tamamen gölgede bırakır. Rigg, 1988 ve 1994’da Kraliçe tarafından tiyatro ve sanata katkılarından dolayı soyluluk ünvanları ile onurlandırılacak ve Tony ödülü alacak derecede de büyük bir tiyatro oyuncusudur. Genç kuşaklar Diana Rigg’i Games of Thrones dizisindeki Olenna Tyrell karakteriyle tanımışlardır.

3. Xenia Onatopp (Famke Janssen)

Eski savaş pilotu, insan öldürmekten orgazmik zevk alan bir sadist… İlk bakışta tarihin en kötü ve korkutucu Bond kızlarından biridir. Konu öldürme, kötülük ve acımasızlıksa ancak A View to Kill’deki May Day kapışabilir onunla. Öte yandan Bond ile aralarındaki garip cinsel gerilim/çekim de filme ilginç bir boyut katar. Biraz karikatürize bir karakter olması ve Bond filmlerinin sarkastik mizah anlayışına referanslar içermesine (özellikle aksiyon ve öldürme sahnelerinde adeta orgazm olması) karşın çok eğlenceli bir karakterdir ve Bond ile her karşılaşması filme ayrı bir heyecan ve eğlence katar. Bu anlamda da belki de Bond kızları için Bond ile kapışması en seyre değer Bond kızı karakteri Xenia Onatopp’dur. Bu anlamda da eskilerden Thunderball’un karizmatik Fiona Volpe’sini akla getirir.

Bond kızı olmadan önce tanınmış bir model olan Famke Janssen Xenia karakteri ile bir anda büyük bir sükse yapmış ve sonrasında da sinema dünyasında kendine bir yer edinmiştir. X-Man ve Taken serilerinde yer almış; büyük etkiler bırakan Nip/Tuck dizisinde önemli bir karakteri canlandırmış ve bu rolüyle ödül kazanmıştır.

2. Vesper Lynd (Eva Green)

Bazıları Vesper’in James Bond’un en gerçek aşkı olduğunu söylerler. Vesper Bond kızları içinde Bond’a en yakın, hatta onunla her anlamda eşit olan belki de tek karakterdir: Sivri dilli, zeki, güzel, bilge, tutkulu, sarkastik ve bencil… Ben buna fedakarlığı ve kendini feda etmeyi de ekliyorum. Vesper Bond için bir şekilde kendini feda eder. Her ne kadar Bond, Vesper’ın ihanetinin yarattığı travma ve hayal kırıklığından kaynaklı öfkesinden dolayı onu ‘bitch’ olarak tanımlasa da Vesper Bond’un bir şekilde hayatını kurtarmıştır. Vesper Bond’un en büyük sırrı olmuştur ve Bond’un ‘gerçek aşkı’ yaşamaya en yaklaştığı karakter olan Madeleine Swan ile ilişkisi de hep Vesper’ın gölgesinde altında kalmıştır.

Tüm Bond serisi tarihi ve Bond kızları düşünüldüğünde Vesper açık ara en derinlikli ve komplike Bond kızı karakteridir. Hatta klasik bir Bond kızı olmanın çok ötesinde bir boyuta sahip olan Madeleine Swan’dan bile daha derinlikli bir karakterdir.

Vesper karakterini canlandıran Eva Green, bir Bond kızı olmadan önce de dünya sinemasının tanıdığı; Bertolucci ve Ridley Scott gibi iki çok büyük yönetmenin iddialı yapıtlarında önemli roller üstlenmiş bir oyuncudur. Öte yandan iddialı bir Bond filminde yer almak, hele de Bond tarihinin en aykırı Bond kızı olmak Eva Green’in bir uluslarası yıldız olmasına katkıda bulunmuştur.

1. Madeleine Swan (Lea Seydoux)

Bond ile uyumu zayıf; bu anlamda en başarısız Bond kızları arasında üst sıralarda… Ama soru şu: Swan bildiğimiz anlamda bir Bond kızı mı? Swan’ın en önemli özelliği Bond’un kızının annesi olmasıdır.  Bu da onu, Bond’un karısı olan Tracy ile birlikte Bond tarihinde ayrı bir yere koyar.

Seydoux’nun oyunculuk gücü ve ekran karizmasının karakterin dikkat çekici olmasında büyük bir etkisi var elbette. Madeliane Swan yukarıda sözünü ettiğim temel üç Bond kızı kategoriden de esintiler taşıyan, kendine has farklı bir karakterdir bana göre. Güçlü bir karakterdir ama çocukluktan getirdiği travmalardan dolayı kırılganlıkları çoktur. Bond’un koruyucu, güçlü varlığına ihtiyaç duyar. İki sahneyi hatırlayalım: SPECTRE’de Bond, Swan’ı SPECTRE katillerinden kurtardıktan sonra “yaşamak için tek şansın benim” der.

No Time to Die’ın başında Bond, Swan’ın ona ihanet ettiğini düşünür ve bir anlamda beraber ölmeyi ister gibi ateş altında kalan arabanın içinde hareketsiz durur, Swan’ın yalvarmaları sonucunda son anda kurtulurlar. Sonrasında Bond Swan’ı trene bindirip bir daha görmemek üzere terk eder. Bu sahnelerde Swan’ın çaresizliği Bond’a karşı duyduğu derin aşktan ve ona olan ihtiyacından kaynaklıdır. Seydoux, ekran karizması dolayısıyla çok güçlü karakterleri canlandırmaya daha yatkın olsa da bu sahnelerde çok başarılıdır.

Swan’ın içindeki katil ruh daha sonra ormanda Bond ve kızı ile Safin’in adamlarından kaçarken ortaya çıkar. Bir femme-fatale değildir ama filmde de dendiği gibi ‘bir SPECTRE’nin kızı’ olarak karakterinin bir yerlerinde o acımasız dişilik hissedilir ve bütün bu boyutlarıyla Vesper Lynd ile birlikte Bond tarihinin en derinlikli Bond kızıdır. Son Bond No Time to Die’ın bence bir eksikliği de Swan karakterine potansiyelini gerçekleştirmesi için yeterli bir alan sağlamamasıdır.

Kapak Fotoğrafı: Esquire

İlginizi çekebilir: