Amacım Kafka üzerine bir yazı yazmak, derin bir analiz yapmak değil… Sadece, okuduğum bu incecik kitapları üzerine kendi fikrimi belirtmek, ruh halimi paylaşmak. İlginizi çekerse, buyurun okuyun:

Franz Kafka
Kış Ruhuna Uygun Kafka Karanlığı: Dava ve Dönüşüm

Franz Kafka, Dava

Dava – Franz Kafka
Franz Kafka, Dava

Joseph K., bir sabah uyandığında evine gelen adamlarca hakkında dava açıldığı konusunda bilgilendirilir. Davanın hangi sebeple açıldığı belli değildir ama Joseph K. bunu sorgulamaya bile gerek duymadan, nehrin akışına kapılır ve dava sürecinde sürüklenir, bürokrasinin çarklarında kaybolur. Sistemin tıkanıklığı ve çözümsüzlüğü gözümüze sokulur; yetki sahibi olan üst makamlara ulaşmanın imkansızlığı vurgulanır ve çırpınmanın da daha fazla batmaktan başka bir işe yaramadığı hissettirilir. Adalet sisteminin eleştirildiği bu yapıt, tabii ki, mutlu sonla bitmez.

Kitapta, olayların kurgusundan ziyade, metaforlara ve anlatılmak istenenlerin derinliğine takıldım. En garipsediğim şey, kahramanın durumu olduğu gibi kabullenişi. Yani, neden dava açıldı, konu ne, nasıl bir suç işlemekle suçlanıyor… Bunların hiçbiri bir konu olmuyor romanda. Asıl olay da bu belki, suçun bir öneminin olmayışı, önemli olanın süreç oluşu; ya da K., suçunun ne olduğunu zaten biliyor ve itiraz etme ihtiyacı hissetmiyor?

Dikkatimi çeken diğer nokta ise, yazarın gergin ve can sıkıcı ortamları tarif ederken hep aynı fiziksel ortamı betimliyor oluşu: Basık, havasız, oksijensiz ve sıcak… Çatı katındaki mahkeme koridorları, ressamın odası… Hiçbirinde açılacak bir cam yoktur ve kahramanımız başı dönerek, bir an önce oradan uzaklaşmak istemektedir. Sanki Kafka’nın kapalı alan fobisi var gibidir.

Dediğim gibi, kitap metaforlarla dolu ve bunlarla ilgili sayfalarca fikir yürütebilir, başka başka teoriler üretebiliriz ama ben çok kısa özetler verme amacımdan sapmamak için, en fazla dikkatimi çeken noktalara değinmeye özen gösteriyorum. Mesela, bu davadan tamamen aklanmanın mümkün olmadığı fikri gibi… “Gerçek aklanma” imkansızdır; ‘sözde aklanma’ ve ‘sürüncemede bırakma’ ise, asla yakanızı bırakmayan bir huzursuzluk içinde yaşamanız anlamına gelir. Yani bir kez davaya bulaştıysanız, ömür boyu yakanızı kurtaramazsınız!

Son olarak da dava ile bahsedilen şey, aslında hayatın içindeki bir sıkışmışlık hissi midir, hayatın ta kendisi midir, yoksa biz bir amaç uğruna birtakım adımlar attığımızı zannederken aslında yerimizde saymaktan başka bir şey yapmadığımızın hikayesi midir…Düşündükçe derinleşiyor insan…

Franz Kafka, Dönüşüm

Dönüşüm Franz Kafka
Franz Kafka, Dönüşüm

Gregor Samsa, bir sabah uyandığında kendini kocaman bir örümceğe dönüşmüş olarak bulur.

Fark ettiyseniz, başlangıcı ‘Dava’ romanıyla aynı şekilde gerçekleşiyor, bir sabah uyandığınızda aniden dünyanızın değişmiş olduğunu fark ediyorsunuz. Sonrası da benzer şekilde ilerliyor, değişimi ve durumu sorgulamadan, yeni durumun gerektirdiği şartların içine girmek ve onun gerektirdiklerini yaşamak… Böyle bir tutarlılığı ve bakış açısı var sanırım Kafka’nın.

Gregor Samsa, deliler gibi çalışarak ailesinin geçimini sağladığı için, bir örümcek olarak uyandığı ilk sabah, en büyük derdi ters döndüğü yatağından kalkmayı başararak işe zamanında yetişebilmek ve müdürünün tepkisini çekmemek. Ancak, odasına giren ailesi ve (neden işe gelmediğini kontrol etmek için evine gelen) müdürünün tepkisiyle karşılaşınca, hayatının değiştiğini idrak eder ve iş konusunu dert etmeyi bırakır. Ancak bundan sonra, mevcut durumda hayatını devam ettirebilmenin mücadelesi başlar. Ailesi ondan hem korkar hem de tiksinir, bir yandan da üzülür. İlk zamanlar kız kardeşi ona empati besler, ona yemek getirir, odasını toplar, bir örümceğe uygun hale getirmeye çalışır. Fakat zamanla herkes değişmeye başlar; Gregor çalışmadığı için ev ahalisi çalışmaya başlar, eve ekmek getirirler, yorulurlar ve öncelikleri değişir. Özellikle baba, daha önce sürekli yorgun ve koltukta uyuklayan bir karakterken, çalışmanın verdiği özgüvenle enerjik ve dimdik yürüyen bir insana dönüşür. Kız kardeşin yumuşak olan kişiliği sertleşmeye başlar ve başlarda Gregor’a en çok sahip çıkan kişiyken, onun hayatlarını kısıtladığını, artık ondan kurtulmaları gerektiğini düşünen bir kişiye dönüşür. Yani Gregor dönüşünce, çevresindeki insanlar da yavaş yavaş değişmeye başlar.

Kitabın ruhunu yansıtabilmem için burada “spoiler” vermem gerekiyor izninizle: Bir arbede sırasında babasının attığı ve sırtına saplanan elmanın açtığı yaradan mı; kardeşinin hakkında yaptığı olumsuz konuşmanın kalbinde açtığı yaradan mı; yoksa kendi hayatını yönetememekten kaynaklanan çaresizlikten mi bilinmez, bir sabah Gregor ölür. Bu gelişme, aileye rahat bir nefes aldırır ve sırtlarına yük olan bu durumu atlattıktan sonra mutlu bir aile olarak bir seyahate çıkarlar, yeni hayatlarına başlamanın umutları içerisinde…

Okuyup bitirdiğimde (ki kısacık bir kitap olduğu için 1 gün içinde hemen okunuveriyor), boğazımda bir düğüm oluştu, içime bir şeyler oturdu…Bu kadar hüzün ve melankoli hissettiğim başka bir kitap olmamıştı sanırım. Nedenini az sonra anlatacağım…

Ama genel yorum olarak şu söylenebilir: “Dönüşüm”, insanın ancak faydalı olduğu sürece değerli olduğu fikrini eleştirir gibidir. Bu haliyle de kapitalizmin bir eleştirisi olduğu çıkarılabilir. Gregor’un başına gelen bu inanılmaz olayda bile, “bana ne oldu, nasıl olabilir böyle bir şey, bu durumdan nasıl kurtulabilirim…” diye düşünmeden öncelikle işini kaybetme korkusu duyması, müdürünün hemen evine gelerek baskı kurması, durumu gördükten sonra arkasına bile bakmadan kaçıp gitmesi, ailesinin ona muhtaçken verdiği kıymeti yeni durumda vermemesi… Hepsi bu yorumu haklı çıkaran şeyler.

Beni hüzünlendiren yorum ise daha bireysel bir bakış açısı…Yani aslında insanın yalnızlığının çok güzel bir anlatımı. Bir insanın hayatında meydana gelen bir değişimin, ki bu hastalık olabilir, işi bırakarak dünyayı gezme kararı olabilir, cinsiyet değiştirmek olabilir, yani “farklı” olmaya karar verdiği ya da olmak zorunda olduğu her durum buraya dahil edilebilir; hem toplum hem ailesi tarafından yalnız bırakılmasının, kabul görmemesinin hikayesi gibi sanki… Bu arada onu yalnız bırakan, “farklı” durumunu kabullenemeyen kişiler illa kötü niyetli olmak zorunda da değil, sadece bu durum onların hayatlarını istemedikleri şekilde etkiliyorsa, bazı şeyleri zorlaştırıyorsa, üzüyorsa; kendi hayatlarını kurtarmak sebebiyle bu durumu yok saymayı, kendi hayatlarına çekilmeyi ve o kişiyi yalnız bırakmayı seçiyor olabilirler, bilerek ya da bilmeyerek… Dönüşümü yaşayan kişi günün sonunda yalnızdır, çünkü herkes kendini seçer ve herkes kendi savaşını verir.