Gölgeyle Buluşma kitabı, on bölümden oluşuyor. Her bölüm kendi içerisinde çok ilgi çeken başlıklara ayrılıyor. Gölge’nin bireysel ve kolektif iz düşümlerine, sanatta gölge’ye, ailenin beslediği gölgelerimize ve daha birçok konuya değinen özel bölümlerde okuru, bol bol not alacakları ve derinleşmek için can atacaklarını tahmin ettiğim bir gölge arketipi haritası bekliyor.

Fotoğraf: Unsplash.com – Jez Timms

Timaş Yayınları’ndan Özgür Ertana’nın muazzam çevirisi, Berin Orhan’ın çeviri editörlüğü ve Timaş ekibindeki editörlerin emeği ile okurla buluşan Gölgeyle Buluşma kitabı; gölge arketipine dair en kapsamlı Türkçe kaynak olarak geçtiğimiz ay kitaplıklarımıza giriş yaptı. Kitap, gölge ile ilgili bilgisini çoğaltmak ve gölgesinin potansiyeliyle buluşmak isteyen okurlar için, bulunmaz nimet. Bu kitabı kıymetli kılan birkaç unsur var, önce onlardan bahsetmek istiyorum.

Kitabın çevirmeni Özgür Ertana, muazzam bir iş çıkarmış. Onun emeği, kitabın okunurluğunu ve anlaşılırlığını kolaylaştırmakla kalmıyor; bu alana dair kavramsal haritanın netleşmesi için de okura hizmet ediyor.

İkinci konu; kitaptaki metinlerin yazarlarının bir çoğu Jung ve Gölge arketipi üzerine çalışmaya ömrünü adamış, bu uğurda ruhun karanlık gecesiyle gönüllü olarak birçok kez buluşmuş, gölge’nin neliğini ve kimliğini en doğru şekilde aktaracak kişiler.

Kitabı kıymetli kılan üçüncü konu; kitaptaki metinlerin, birbirini takip edecek ve besleyecek şekilde sıralanması. Özenle yapılan bu sıralama, metni takip ve kavram haritasına hakimiyet noktasında okura büyük kolaylık sağlıyor. Bu dizilim, kitabı okurken bir yandan da konuya dair bilgisini ve yorumlarını demlemeyi seven okurlara da çok güzel şekilde hizmet ediyor.

Gölge Arketipi Nedir?

Deepak Chopra, Gölge Etkisi kitabında Gölge’nin potansiyeline dikkat çeker: “Gölge, çözülmesi gereken bir problem ya da yenilmesi gereken bir düşman değildir. Bilakis o ekilmesi gereken verimli bir arazidir. Onun zengin toprağını ellerimizle kazdığımızda, orada en çok olmak istediğimiz kişinin potansiyel tohumlarına dokunuruz.

“Gölge Arketipi”ni, son birkaç yıldır Türkiye’de sıklıkla konuşuyoruz. Edebiyatta, sinemada, sanatın her dalında ve hayatın her noktasında iz bırakan bu arketip, daha önce hiçbir dönemde bu kadar ışıkla buluşmamıştır. Bunu çok anlamlı buluyorum çünkü bireysel gölgemiz ile kolektif gölgemiz, birbirini besleyen ve doğuran iki enerjisel yapıdır ve her ikisini de gerçekten tam olarak kavrayabilirsek, dünyayı değiştirebiliriz. “Dünyayı değiştirmek bu kadar kolay mı?” diye soruyorsanız baştan söyleyeyim: Gölge’yi tanımak, bilmek ve kabul etmek, dünyayı değiştirmekten daha zor olabilir.

“Gölge arketipi nedir?” diye soranlar için, bu arketip üzerine verdiğim iki oturumluk seminerin içerisinden bir metinle yanıt vermek isterim. “Yaramız, ışığın içimize aktığı yerdir.” diyor Rumi. Işığı bilmek için evvela yarayı bilmek gerekiyor. Yaramızı tanırken de yolumuz, Jung ile dünya literatürüne giren ancak kadim bilgelik geleneklerinin başka isimlerle yüzyıllardır üzerine çalıştığı bir kavrama varıyor: Gölge arketipi. Bütün insan olma (tasavvuf diliyle insan-ı kamil) yolculuğunda, kişinin gölge arketipi ile hemhâl olmadan bunu başarması mümkün değil. Yani “gölge”yi silmek değil, bilmekten geçiyor bu yolculuk. Bu yolculuğa çıkmaksa cesaret istiyor çünkü gölge sandığında; doğduğumuz ilk günden beri kendimizden bile sakladığımız yaralar, utançlar, korkular, endişeler yer alıyor. Onlara tek tek bakmak, varlıklarını kabul etmek, kendi ipliğimizi pazara çıkarmak zor ama imkânsız değil. Kendimizi, utanılacak ve övünülecek her bir parçamızda kabul edip “Ben buyum” diyebiliyorsak o zaman hayat haritamızın seyri de değişiyor.

Kapak Fotoğrafı: Unsplash.com- Clay Banks

İlginizi çekebilir: Mihriban Çerçi’den Japon Edebiyatı Mercek Altında: Gölgeye Övgü ve Dahası