Benim için karantinanın gözdesi hiç kuşkusuz ‘Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş’ adlı kitap oldu. Okuduğum diğer kitaplar arasında “Masumiyet Müzesi”, “Yabancı”, “Damızlık Kızın Öyküsü”, “Beyaz Geceler – Uysal Kız”, “Olağanüstü Bir Gece” ve “Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi” yer alıyor.

Olağanüstü Bir Gece 

Stefan Zweig tarafından yazılan bu kitap, bir burjuvanın beklenmedik bir günde yaşadığı bir ‘heyecanını yeniden kazanma’ , ‘hayatın anlamını yeniden bulma’ öyküsü. İnsanı, kendini ve hayatını yeniden gözden geçirmeye sevk eden, doğrularını sorgulatan, “acaba hakikaten istedigimiz ve bizi mutlu eden bir hayat mı yaşıyoruz yoksa çevremiz ve ailemiz tarafından bizden beklenilen bir hayat mı” ya da “kendimiz için mi yaşıyoruz yoksa takdir kazanmak için mi” şeklinde sorular sorduran, düşündüren bir kitap. Harika betimlemelerin ve psikolojik irdelemelerin olduğu bu kitabı heyecanla okudum!

Masumiyet Müzesi

Masumiyet Müzesi, 2020 senesinde okuduğum en uzun ve en düşündürücü romanlardan bir tanesi diyebilirim. Roman hakkında ilk önce, Orhan Pamuk tarafından ne kadar özenle hazırlandığını anlatmak adına, İstanbul’da bu romana ait bir müze kurulduğunu hatırlatmak istiyorum. Romanda geçen ana karakterlere ait eşyaların tamamına yakınının toplandığı bu müze benim ilgimi oldukça çekti açıkçası ve karantinadan sonra gidip görmek istediğim müzelerden bir tanesi oldu. Romanın hikayesine gelirsek, okuduğunuzda fark edeceğiniz üzere, gerçeklikten bir tık uzak bir aşk hikayesini okuyoruz. Yine de hikaye, bütün bu abartının içinde ciddi insanlık dersleri barındırıyor. Kemal ve Füsun’un aşk, ayrılık ve kavuşma hikayesinin anlatıldığı bu Türk filmi tadındaki romanı okumanızı tavsiye ederim. Bence herkes hayatında bir defa da olsa Orhan Pamuk okumalı.

Damızlık Kızın Öyküsü 

Margaret Atwood tarafından kaleme alınan bu romanın, feminist bir ideolojiye dayandığını en başta belirtmem lazım. Erkekler tarafından ne yazık ki her dönem bir meta olarak görülen kadınların, gelecekte yalnızca bir çocuk doğurma makinesi olarak görülebiceğine dair bir ütopyanın anlatıldığı bu roman, en az George Orwell’ın 1984’ü  ve Aldous Huxley’in Yeni Cesur Dünya’sı kadar ürkütücü. Ürkütücü olmasının yanı sıra, gerçekleşmesi de içinde bulunduğumuz şartlar altında imkansız görünmeyen bu kitabın özellikle kadınlar tarafından okunması gerekiyor diye düşünüyorum.

Beyaz Geceler-Uysal Kız 

Dünya’nın en önemli yazarlarından biri olan Fyodor Dostoyevski tarafından yazılan bu kitap, iki ayrı hikayeden oluşuyor. Okurken adeta bir rüyalar alemindeymişçesine sizi bambaşka dünyalara götürüyor ve acımasız bir şekilde geri getiriyor. Beyaz Geceler’de üç kişi arasında geçen belirsiz, kararsızlıklarla dolu bir aşk hikayesi anlatılıyor. Umudun en yüksek olduğu noktada alıyor, hepimizi yerlere çarpıyor… Uysal Kız’da ise eşini üzücü bir şekilde kaybetmiş bir erkeğin vicdanıyla yaptığı çok yoğun bir mücadele anlatılıyor. Dostoyevski‘nin bu kitabı tabii ki de diğer eserleri gibi bir başyapıt niteliğinde, o yüzden tavsiye kelimesini ağzıma bile almıyorum: Okunmalı. 🙂 

Yabancı

Albert Camus’un en önemli edebi eseri olarak bilinen Yabancı, bana göre, bir insanın en yalın, en samimi, en dürüst haliyle aktarıldığı bir roman. Bu romanı en kısa şekliyle ifade edebileceğim şöyle bir cümle var: “Adam öldürdüğüm için değil; annemin cenazesinde ağlamadığım için idam ediliyorum.” Bu cümle çok şey anlatıyor; toplumun istediği normlara uymadığı takdirde, kişinin nasıl ötekileştirildiğini, nasıl dışlandığını gösteriyor herkese. Albert Camus’un bireysel yalnızlığı ne kadar iyi sindirmiş olduğunu gördüm bu kitapta. İnsanın topluma ve kendine ne kadar yabancılaşabildiğini, kendini ifade etme isteğini ama toplum tarafından anlaşılamamasını çok güzel anlatmış. Ben ufak bir gerilim içerisinde okudum da diyebilirim bu kitabı. 

Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi 

Bu kitaba bir sıfat bulmak gerekseydi, bu sanırım ‘afallatma kitabı’ olurdu. Uzun mu uzun olay örgüleri ile başımı döndüren ve her bir karakterin kendi hikayesini anlattığı bu kitap, okurken insana edebi bir roman okuduğunu iliklerine kadar hissettiriyor. Trabzon’da bir akıl hastanesinden yola çıkıyor ve hızlı bir olay örgüsü ile yüzyıllar ve kuşaklar arası yolculuklar yapıyor, anlatılanların nasıl akıp gittiğini okuyucuya fark ettirmeden etkisi altına almayı başarıyor. Ayfer Tunç’un kalemine sağlık demekten başka bir şey gelmiyor elimden… Yazarın diğer kitaplarını da merak edip listeme eklediğimi de belirtmeliyim.

Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş

Jose Saramago tarafından yazılmış olan bu çok sevdiğim roman, ölümün terk ettiği hayali bir ülkede yaşanılan kaosu anlatıyor. “Ertesi gün hiç kimse ölmedi” diye başlıyor ve yine aynı cümle ile bitiyor. Salgın yaşadığımız ve ölümlerin arttığı bu süreçte beni en çok etkileyen kitabın bu olduğunu söyleyebilirim. Ülkede sağlık sistemi çöküyor, sigorta şirketleri alarma geçiyor, diğer birçok sektör ölümün yok olmasından etkileniyor, yaşlıları olan aileler karışıyor ve insanlar daha önce hiç karşılaşmadıkları bir düşmanla baş etmek zorunda kalıyor. Ölümden korkarken, ölümün ortadan kalktığını ve insanların giderek yaşlanarak yaşam fonksiyonlarının sadece nefes alıp-vermek haline geldiğini düşününce yaşamın aslında “ne” olduğunu bana yeniden sorgulatan bu kitabı sizlere de şiddetle tavsiye ediyorum. Belki de doğru zamanda okuduğum içindir, benim için şifalayıcı bir etkisi oldu.

Umarım seçtiğim kitaplar size bi fikir vermiştir. Karantina sürecinde evde olmanın avantajlarını kullanarak okuyabildiğim kitapları sizlerle paylaştım. Karantinadan sonra da kitap okuma alışkanlığımızı aynı hızla sürdürebilmek dileğiyle… Herkese iyi okumalar!

Kapak fotoğrafı: Pinterest

İlginizi çekebilir: BiblioMagger’dan Kitap Önerileri