“Eğer bir kitap sizi omuzlarınızdan sarsıp, tokatlıyorsa o kitabı tavsiye edin ve mutlaka birine hediye edin!” mottomun üzerine ulaşabildiğim herkese bu kitabı tavsiye etmek için geçtim bu defa klavye başına. Karşınızda: King Kong Teori.

Virginie Despentes
Virginie Despentes | Fotoğraf: NYTimes

Kitabın ilk sayfasından itibaren sert, umarsız, bildiği gibi, net, çok net, açık, sansürsüz cümleler ile karşılaşıyorsunuz ve her satırda bambaşka bir feminist manifestoya doğru yol alıyorsunuz. Bu, alışılagelmişin dışında erkek hegemonyasının çıkmazlarına yazılan bir kitap değil King Kong Teori, aksine erkeklerin de kadınlar kadar kurban edilmiş, bireysellikten yoksun, her adımımızın ve bize öğretilenlerin iktidara hizmet için adanmışlığımızın açıkça dile getirildiği korkusuz bir kitap. Kitabı elinizden bırakmadan bir solukta bitirmeniz olası olsa da, birçok cümleyi şaşkınlıkla irdeleyip, üzerine düşünmeniz, hatta içselleştirmeden önce karşı durmanız ve sonra sindirmek için biraz nefes almanız da gerekiyor. 

Goncourt Akademisi üyesi yazar ve senarist Virginie Despentes, King Kong Teori’yi 2006’da yazıyor ve yayımlandığı o dönemde Fransa’da büyük yankı uyandırıyor. Yazarın “tecavüze bağlı travma, fahişelik, porno film çevrelerinin keşfi gibi kişisel deneyimlerinden” yola çıkarak, dürüstçe ve korkmadan yazdığı satırlar insanı yer yer korkutsa da, pembe gözlüklerden bir an da olsa kurtulmayı sağlar nitelikte.

Aslında King Kong Teori bir anda ortaya çıkmıyor. Despentes 1993 yılında Baise-moi (Düz Beni) adından oldukça sansasyon yaratan bir kitap yazıyor ve bu kitabı 2000 yılında sinemaya uyarlıyor. Film Fransa’da büyük bir sansür ile karşılaşıyor, fakat bu durum filme tüm dünyada belki de olağan durumda kazanacağı başarıdan çok daha fazlasını kazandırıyor. Çok acımasız eleştiriler alan, hatta yasaklanan bu filmin aldığı darbelere karşı bir duruş olarak görebiliriz King Kong Teori’yi. Anlatmak istediklerini, filmin neden bu kadar ses getirdiğini, bazı kesimleri neden bu kadar rahatsız ettiğini çekinmeden anlattığı ve savunduklarını kişisel deneyimleriyle en açık haliyle desteklediği kitap her ne kadar tartışmaya açık, polemik yaratacak güçte olsa da, üzerine kafa yorulması gereken detaylar olduğunu düşünüyorum.

Kız arkadaşı ile otostopla gezdiği bir dönemde kaçınılmaz bir tecavüze uğrayan yazar, bunu uzun yıllar sorguluyor ve bazı cümleleri var olan düzenin dünyanın bir çok yerinde aynı olduğunun net özeti gibi görünüyor: “Biz korkunun, aşağılanmanın cinsinden, adsız cinsteniz!” derken, “…erkeği tecavüzle suçlayan kadının sözüne şüpheyle yaklaşılır” derken, “Erkekler tecavüzü kınarlar… Kendi yaptıkları her zaman başka bir şeydir” derken..

Aslında tecavüz olgusunun, can korkusu nedeni ile daha kötüsü olmaması için rıza gösterilen bir durumda oluşması, erkeğin bunu “no rape” olarak kodlaması ve gelişen süreçte, “istekli bir ilişki” adıyla yenik bir kadın ve vicdani sorumluluk hissetmeyen bir veya daha fazla erkek karakterlerden oluşan bir film olarak algılanması mesele. Burada asıl “problem” yaşamak isteğimiz, oysa ölmeliydik. Tecavüze uğrayacağımıza ölmeliydik. “Nasıl olur da kendinizi daha haşince savunmazsınız? Ata yadigarı amansız bir politik tecavüz kadınlara kendilerini savunmamayı öğretir. Burada her zamanki gibi çifte bir zorluk vardır: Bize bunun başımıza gelmesinden daha önemli hiçbir şey olmadığı öğretilirken, aynı zamanda, başımıza geldiğinde de ne kendimizi savunmamız ne de intikam almamız öğretilir. Yalnızca acı çekebiliriz, yapabilecek başka hiçbir şey yoktur. Bacak aramızda Demokles’ in kılıcı vardır.

Kitapta altını çizdiğim çok fazla cümle var, bunun yanında Despentes’ in bazı söyleşilerde dikkat çeken cümlelerini de burada paylaşmak istiyorum, onlardan bazıları: “Zevkinizin kökeninde avcılık var, bu sizin yegâne üslup anlayışınız.”, “Ve güçlüler tecavüzcüleri sever. Yani, onlara benzeyenleri, muktedirleri severler.“, “Herkes susuyor, herkes gülümsüyor.”, “Çocuk tecavüzcü temizlikçi olsaydı asla gözünün yaşına bakılmazdı: Polis, hapishane, esip gürlemeler, mağdurun savunulması ve umumi kınama. Fakat tecavüzcü muktedir ise: Saygı ve dayanışma.” 

Despentes’ in söylemleri oldukça sert olsa da aslında birey olmanın önemini, toplumlar tarafından bastırılmış kadın ve erkeklerin duruşlarını kaybettikleri noktaları, gücün eril ya da dişil bir biçimden uzakta sadece kendine hizmet ettiğini, üstüne bunu bireyleri kullanarak yaptığını ve bu noktada feminizmin önemini çok güzel anlatıyor. Onun da dediği gibi: “Feminizm bir devrimdir. Tek mevzusu katkı bedelini iyileştirmek de değildir. Feminizm kadınlar, erkekler ve diğerleri için kolektif bir maceradır. Gayet iyi işlemekte olan bir devrimdir. Bir dünya görüşü, bir tercihtir. Mevzubahis kadınların küçük çıkarlarını erkeklerin küçük kazanımlarıyla yarıştırmak değil, hepsini havaya uçurmaktır.” Keyifli okumalar dilerim.

Kapak Fotoğrafı: Hatice Ildıran

İlginizi çekebilir: Ceren Muslu’dan Feminizm Herkes İçindir