Babaannenizin balkonunda, köşedeki bakkalın önünde, bir çay bahçesinde hatta komşunuzun evinde bulabileceğiniz çok klasik ama bir o kadar nefret edilen bir nesneden bahsediyorum size: Plastik, beyaz sandalye! Muhtemelen dünya barışına en çok yaklaştığımız anlardan biri, tüm milletlerin ortak değerlerinden biri olan bu nostaljik sandalyeler olmalı; zira tüm dünyanın da son zamanlarda ortaklaşa konuştuğu tasarımlardan biri. Durduk yere sosyal medyada karşımıza çıkmaya başlayan bu sandalyenin izini sürerken, görsel sanatçı HouHou‘nun iki hafta önce paylaştığı sanatsal işlerden tasarım müzelerine kadar ilham verdiği çok fazla nokta olduğunu gördüm!

HouHou’nun “Reconciliation” İşi | Fotoğraf: HouHou – instagram.com

Tasarım okurken bazen düşünüyordum, “Neden bu kadar banal/sıkıcı ürünler çok popüler ki?” diye… İşin insani yanının “bir ürünün popüler olması için estetik açıdan tatmin edici olmasından ziyade, başka ihtiyaçlara da cevap vermesi gerektiği” olduğunu henüz bilmiyordum. Mesela tasarımın temel prensipleri olarak değerlendirdiğimiz birtakım kriterler var. “Monoblok” (yani tek parça) olarak geçen bu sandalyenin bir dünya değeri haline gelmesinin sebeplerinden biri ise, üretildiği yıldan bu yana değişmeden kullanılabilecek ve tasarımın temel prensiplerinden cevap veren ürünlerden biri olması aslında: Bir problemi çözüyor, çok kullanışlı, süre bazında devamı getirilebilir, zamanın getirdiği trend akımlarına karşı koyabilen, teknik uygulanılabilirliği çok kolay ve az maliyetli. Daha ne olsun (mu, acaba sorumuz)?

Fotoğraf: Brett Lloyd

Zaman, Mekâna, Hatta Sürdürülebilirliğe(!) Karşı Koyan Tasarım

İletişim uzmanı Ethan Zuckerman’a göre Monoblok sandalyeler, zaman ve mekâna karşı koyan ürünlerden biri ve bunu şu örnekle açıklıyor: “Bir fotoğrafa baktığımızda, bazı detaylar sayesinde bu fotoğrafın ne zaman hatta nerede çekildiğini anlayabiliriz. Ancak çimenlerin arasında bırakılmış bir Monoblok sandalyeye ait fotoğraf görsek, onu “tarihlendirmek” neredeyse imkansız olurdu!” Bu sözünü okuduğum an, bu tasarımın ne kadar “zamansız ve mekansız” olduğu konusunda kendisiyle hemfikirdim.

Aslında bu sandalyelerin çıkış tarihi, akıllara plastik kullanımının ve üretiminin yaygınlaştığı Sanayi Devrimi zamanlarını getirse de Kanadalı tasarımcı D.C. Simpson tarafından 1946 yılında yaratılmış. Fikir ise şu: Maliyeti az, hafif, dayanıklı ve kolayca seri üretilebilecek bir mobilya olması. Ancak o dönemde modelleme süreci seri üretime uygun olmadığı için tek parça modelleme yapılamamış.

Fotoğraf: Ella Zheng

İlk Monoblok serisi ise, araştırmalarıma göre Grosfillex tarafından 1983’te üretiliyor. Son derece düşük maliyetli üretilen bu ürün Resin Garden Chair olarak satışa çıkıyor ve ilk Monoblok serisi her bütçeye uygun olarak piyasada var olmaya başlıyor.

Gelelim işin sürdürülebilirlik tarafına… Kendim de bir sürdürülebilirlik savunucusu olduğum için bu sandalyelere karşı tarafım belli. Yeterince dünyevi kirlilik yokmuşçasına her yerden karşımıza çıkan bu tasarımın bir sonu olmalı, diye düşünürken Alman endüstriyel tasarımcı Konstantin Grcic işin içine girmiş ve o da bu sorunun çözümü olarak Monobloc’u şöyle bir elden geçirmiş. Daha estetik görünümlü olmasının yanı sıra asıl üretim malzemesi olan polipropilenin geri dönüştürülmüş bir versiyonunu kullanarak bir sandalye üretmiş. “The Bell Chair” isimli bu sandalyelerle Monobloc sandalyeler yer değiştirmeli, diye düşünüyorum.

Fakat böyle estetik ürünlerde araya hep evrensel ekonomik kaygılar giriyor.

Konstantin Grcic’ten Sürdürülebilir Malzemelerle “The Bell Chair” | Fotoğraf: Dezeen

Tasarımın işlevsel ve tatmin edici olabileceğini kanıtlayan bu sandalye, son zamanların getirdiği nostaljik eğilimlerle tekrar anılmaya başlamışken mizahi paylaşımlardan sanatsal çalışmalara uzanan geniş yelpaze sayesinde aslında ne kadar evrensel bir parça olduğunu hepimize hatırlattı. Hatta birkaç hafta öncesinde ortaya çıkan tasarım ve sanat projelerinde de varlığını sürdürmesi, dalga konusu olan bir ürünün hala kullanılabilir ve “yok edilemez” olduğunu da gösteriyor!

“Monobloc – A Chair for the World” sergisinden | Fotoğraf: Vitra Design Museum

Kültürel Değerler, Yasaklar ve Çatışmalar: Monoblok ve Sanat

Paris’te yaşayan film yapımcısı ve sanatçı HouHou‘ya göre, bu sandalyeler özellikle Orta Doğu kültüründe toplumu bir araya getiren bir ortak zemin. Yakın zamanda Instagram‘da sunduğu yaratıcı işlerinde Monoblok sandalyelerin birleştirilmiş versiyonlarını görüyoruz: Oturan insanlar ya sırt sırta verecek, ya da yüz yüze gelecek! “Wedding” adlı çalışmasındaysa, Monoblok sandalyeleri sarmal bir hale getirmiş evlilik sonucu iç içe geçen hayatları anlatabilmek adına.

HouHou’nun “Wedding” İşi | Fotoğraf: HouHou – instagram.com

İşin enteresan yanı, bu eserlerini sergileyeceği Grab a Chair sergisi, Paris Design Week kapsamında 2025 yazında sanatseverlerle buluşacak. Monoblok sandalyenin bir sanat elementi olarak yükselişini izlediğimiz şu sıralarda, aslında kültürel bakımdan da bir “yapıştırıcı” ve ortak değer görevi gören bu ürünün sanatsal varlığına şaşırıyorum. Bir nesne ne kadar günlük hayatın içinden oluyorsa, o kadar sanatın nesnesi ya da asıl süjesi olabiliyor demek!

HouHou’nun “Emigration” İşi | Fotoğraf: HouHou – instagram.com

Nefretle aşkın, kozmik olarak birbirine bağlı olduğu söylenir, fakat bu Monoblok sandalye için de geçerli midir? Olabilir. Zira sanatın başkentlerinden biri olan Basel’de Monoblok sandalyeler, şehrin güzelliğini yok eden bir unsur olarak görülüp kullanımı yasaklanmış!

Buna rağmen 2017 yılında, Vitra Design Museum’da, yine Basel temelli mimarlar Herzog & de Meuron, “Monobloc – A Chair for the World” isimli sergisi ile tüketim toplumundaki “ucuz ve erişilebilir” ürülerin eleştirisi yapılan bu sergide çok farklı alanlarda nasıl kullanıldığını ortaya koymuşlar. Yani yasaklar, yine sanatın asıl eleştiri konusu.

Weil am Rhein 17.03.2017 – Vitra Müzesi | Fotoğraf: Roland Schmid

Dünyanın en çok tanınan mobilyası, belli ki uzunca bir süre daha bizimle olacak; hatta tasarım değeri sanatçıların işleriyle ve tasarım müzeleri yoluyla hayat bulup “tescillendirilmeye” devam edecek. Sonuçta bazı devrimlerin iyisi kötüsü olmuyor, bunun da “devrim niteliğinde” bir ürün olduğunu kabul etmek gerek. Madem tüm dünya olarak bu sandalyeye bir türlü veda edemiyoruz, umudum bilinçli üreticilerin şu işe el atıp -sanat için bile olsa- geri dönüştürülmüş bir biçimde sunmasından yana.

Kapak Fotoğrafı: Vitra Design Museum

İlginizi çekebilir: Ezgi Şengel’den Cyanotype: Bir Tutam Siyanür ve Biraz Mavi