Altını bol bol çizeceğiniz bir kitap önerisi “Palyatif Toplum”. Şeffaflık Toplumu kitabının meşhur Güney Koreli yazarı ve filozof Byung Chul Han son dönemde karşımıza “Palyatif Toplum” kitabıyla çıktı. Yazarın tüm kitaplarını merak ve ilgiyle takip eden ben kitabı bir solukta okuyup incelemesini yapmaya koyuldum.

Öncelikle Metis yayın evinin kitap kapaklarını her zaman çarpıcı ve başarılı bulmuşumdur. Bu kitabın kapağı ise genel temanın özetini başarıyla okuyuculara sunuyor diyebilirim. Kapakta üst bedenini dizlerine kapatmış çıplak bir insan bedeni bulunuyor. İlk bakışta bu imge bana yalnızlığı, sıkışmışlığı hissettiriyor. Başlıkla beraber değerlendirdiğimde ise; suratı kendi bedeniyle bastırılmış imge bana acılara yüz çevirmeyi, kendini fiziki dünyadan uzaklaştırma çabasını andırıyor… Lakin yüzleşemediği hiçbir acıdan kaçamayan modern dünyadaki prototip bireyin aynı döngünün içine hapsoluşunu kısacası yazarın deyimiyle “Palyatif Toplum” olgusu hissediliyor.

Yazar günümüz sorunlarına ışık tutarken konuyu acı ekseninde değerlendirmiş. Giriş pasajında şöyle söylüyor: “Günümüzde her yerde bir algofobi, genel bir acı korkusu hakim. Acı toleransı da hızla düşüyor.” Güncel olarak düşündüğümüz zaman sosyal medyanın yarattığı olumluluk toplumu ve ‘like’ kültürü bu durumun sebeplerinden biri olabilir. Her gün sosyal medya aracılığıyla hayatımıza nüfuz eden sanal hayatları düşünelim… Baudrillard ‘hyperreality’ kavramında bahsetmişti; mevcut toplumun tüm gerçekliği ve anlamı semboller ve işaretlerle değiştirmesi sonucu bu insan deneyimi gerçekliğin bir simülasyonudur. Belki bu simülasyonun içerisinde yaşarken bir yandan gerçek hayata olan adaptasyonumuz zarar görüyordur.

Chul Han’da simülasyonun sonucu acıdan kaçma algofobi terimini siyaset, aşk, sanat gibi kavramlar dahilinde incelemiş. Örneğin herkesin pozitif psikolojiye yönelmesini ele almış: “Pozitif psikolojinin mutluluk misyonu ile ilaçlarla ulaşılabilecek bir daimi-iyilik-hissi vahası vaadi iki kardeş gibidir” demiş. Son dönemlerde anti depresan gibi ilaçlarının kullanımının hızla artması ve ABD’deki uyuşturucu krizini de örnekleme vermiş.

Cesur Yeni Dünya kitabında, soma isimli uyuşturucu hap sayesinde insanların anlık krizlerin önüne geçilir ve hiper gerçeklik bozulmadan sistem tıkır tıkır işlemeye devam eder. Cesur Yeni Dünya yüzlerce yıl sonrasını işaret ediyor gibi gözükse de Chul Han’ın bahsettiği konulara gösterdiği paralellik neticesinde içerisinde yaşadığımız dünya “Cesur Yeni Dünya’ya epey benzerlik gösteriyor. Mutsuz olma hakkı verilmeyen bir topluma gerçekten mutlu diyebilir miyiz? Özgürlüğün alınmadığı, taraflarca verilen bir özgürlük ne kadar özgürdür? Cesur Yeni Dünya’da Vahşinin dediği sözler aklıma geliyor: “Ben keyif aramıyorum. Tanrı’yı istiyorum, şiir istiyorum, gerçek tehlike istiyorum, özgürlük istiyorum, iyilik istiyorum. Günah istiyorum.’’

Chul Han, “Like günümüzün imidir hatta ağrı kesicisidir” diyor ve ekliyor: “Beğeni katharsis imkanından yoksundur.” Sanatın da modernleşerek bu kültürün bir parçası olmaya başladığını ve bir marka olma baskısı altında değerini kaybetmeye başladığından söz ediyor. Sanatın; yabancı, acı verici ve hakim olana başkaldırı nitelikleri de bu toplumda istenmiyor. Şahit oluyoruz ki artık sanat eserleri de metalaşmış ve beğeni kültürünün birer parçası olmuş. Sanatta da artık rahatsız edici, yabancı olanın yerini herkesin olumladığı beğeneceği ve hızlı tüketebileceği alıyor. Sanatta palyatif toplum içerisinde beğenme ve tüketme döngüsünün bir parçası oluyor. Adorno’nun sanat için tanımladığı “dünyaya yabancılık” kavramının, günümüzde geçerliliğinin kalmadığından bahsediyor. Modern sanatından bu yozlaşmadan nemalanmasını eleştiriyor. Eserler sanat değerinden ziyade tüketim nesnesi olarak ortaya çıkmaya başladığının altını çiziyor. Günümüzde de eserlerin sosyal medyada beğeni ürünü olarak pazarlandığını görebiliyoruz. Chul Han ise toplumdaki ortak beğenilirliği, aynı olanın sürgünü olarak değerlendiriyor.

İş dünyasında artık disipline sokma biçimi; ceza, emir yasak gibi olumsuzluklar yerini motivasyon, kendini optimize etme gibi olumluluklara bırakıyor” diyor ve ekliyor Chul Han “Özgürlük de baskılanmaz sömürülür.” “Özgür ol”, “itaatkar ol”dan daha yıkıcı bir zorlama yaratır”. Sürekli karşımıza çıkan motivasyon konuşmacıları, olumlu süşüncenin temsilcileri en zor yıkıcı dönemlerde dahi iyi haber tellallığı yapıp her bir dönemi kucaklayıp fırsat olarak önümüze sunmaya koyuluyor. Ayrıca ilaçlar ve medyanın da sayesinde palyatif toplum eleştiriye bağışıklık kazanır ve bilgiyi, düşünmeyi engelleyip hakikati bastırıyor. Nietzsche’nin de dediği gibi acı ve mutluluk ikiz kardeş gibidir birlikte büyüyen ya da birlikte güdük kalan…

Düalizm felsefesinde de bundan bahsetmiyor muydu? Düalizmde iki karşıt ilke birbirine indirgenmeden ortaya sunulur. Gece-gündüz, aydınlık-karanlık, iyi-kötü… Belki de olumsuzdan kaçarken gerçek olumlu olanı da yaşayamıyoruzdur. Bu da kitabın kapağındaki gibi algofobi döngümüzde palyatif toplumdaki simülatörler olarak kalmamıza gerçekliğe ulaşmamamıza neden oluyordur.

 Amerika’da yaygınlaşan yeni bir söylem var “If you don’t share it, it never happened” yani eğer paylaşmadıysanız o anı yaşamış sayılmıyorsunuz.  Belki de güzel anların paylaşılması da tam bu yüzden, eskiden Hollywood filmleriyle karşımıza çıkan müzikal tadında mutlu sona koşan aşklar, yaşamlar şimdi sosyal medyanın yardımıyla her yerde. Herkesin hayatı kendi mutlu sonunu arayan klişe bir Hollywood filmi olmuş durumda diyebiliriz. Kısacası Byung Chul Han bu kitapta, toplumsalı bireysele indirgeyerek modern toplumun sosyolojik nabzını tutuyor. İçinde; sıkışmışlık, yalnızlık ve bir şeylerin yanlış gittiğini hisseden herkese bu kitabı okumasını öneririm.

Kapak Fotoğrafı: Turkish British

İlginizi çekebilir: Sirel Toma Alaca’dan Karasevdalılar