Bu sefer gezdiğimiz yerlerden farklı bir başlık var. Sevdiğimiz bir Avrupa ülkesine bu pandemi süreci içerisinde taşınmak. Her şey nasıl başladı, nasıl ilerledi? Aslına bakarsanız yurtdışında yaşamak herkesin hayali ve hayallerimizi gerçekleştirmek için inanıp, elimizdeki her fırsatı değerlendirmeye çalışıyoruz. Bazı hayallerimiz er ya da geç bir şekilde oluyor. Bu kadar kolay mı oldu peki? Hayır tabii ki de.

Pandemi Sürecinde Göç | Fotoğraf: unsplash.com/@morningbrew

Yurtdışına Yerleşme Kararı

Öncelikle bu kararı vermeye İstanbul’un kaosu sebep oldu. 30 yıldır yaşadığımız şehri terketmek söylerken çok kolay geldi ve biz de nasıl yapabiliriz diye düşündük. Eşim global bir şirkette çalışıyor, ben büyük bir bankada çalışıyordum. Anadolu Yakası’nda otururken her sabah kalkıp Avrupa Yakası’na işe gidip sonra da trafikte saatlerce eve dönmeye uğraşmak, kendine ve sevdiklerine zaman ayıramamak, bir hobi bile edinmeden hayat sürmek anlamsız gelmeye başladı. Bütün günümüz yolda, trafikte asık suratlarla güne başlayıp, yine trafikte asık suratlarla son buluyordu.

İstanbul Trafik| Fotoğraf: unsplash.com/@umityildirim

Kurumsal hayattan ayrıldıktan sonra bir hobi edindim ve bu hobi hoşuma gitti. Çalışmaya alışmışım, ailemden de onu görmüşüm. O zaman hobini yine işine dönüştür dedim kendime. Yaptıklarımı satmaya başladım, tabii yine hobi iş olunca başladım harıl harıl çalışmaya. Bu sefer kendi işim ve severek yapıyorum. Kendimi daha da geliştirdim, olabildiğince farklı fikirler ile birlikte kendime yetecek kadar kazandığımla mutluydum. Sonra daha da mutlu bir haber ile hamile kaldım ve doğumun son gününe kadar yine çalıştım. O sırada eşim yurtdışından bazı teklifler ile ilgilenmeye başladı ve iş ciddiye bindi. Biraz heyecanlandık, geri dönüşü yok bunun dedik, yaşımız kaç, şimdi denemeyeceksek ne zaman deneyeceğiz dedik ve eşim görüşme sürecine devam etti. Tabii ki süreç o kadar uzadı ki biz bile gideceğimizi unuttuk ve bir bebeğimiz oldu.

Birkaç ay sonra haber geldi, her şey tamam bütün şartlarınızı da kabul ediyoruz, sizi bekliyoruz! Biz şaşkınız. Bir yanda mutluluk bir yanda galiba gerçek oldu gidiyoruz diyoruz. Hemen 3 ay içerisinde gitme planları, ev bakmalar vs yapılırken hesaba katılmayan bir şey oldu. Bir tarihe daha tanıklık ederken bulduk kendimizi; Corona! Daha iki gün önce ailelerimizden, arkadaşlarımızdan ayrılacağız diye üzülürken bir de ne görelim? Hayatın önüne geçemediğin kaderi… Üzülürken bir anda sevindim. Dedim ki, bak! elinde olmadan da ailenden ayrı kalabiliyormuşsun ve neyse ki internet var ve onlarla o şekilde görüşebileceksin.

Online Alışveriş | Fotoğraf: unsplash.com/@morningbrew

Bir de tabii İstanbul’da bir elin yağda bir elin balda. Elinde bir bebek, yeni annesin. Yardım edenin çok. Bir anneler geliyor, bir temizlik için yardımcı, istediğinde dışarı çıkıp, gezip hava alıyorsun. 30 senedir alıştığın yerdesin. Bir telefonla alışverişin geliyor. Orada nasıl yaparız acaba derken, hayat kocaman bir yanıt verdi: “Bak böyle yapacaksın işte bir dene, gör, yapabilecek misin?” dedi. Gerçekten de oldu. 3 ay boyunca da yapabildik. Tabii Nisan ayında gitmeyi planlarken gitmemiz Haziran’ın sonunu buldu. Sonra garip bir his kapladı içimizi gerçekten de gidiyorduk, duygusallık had safhada, gözlerden sürekli durdurulamayan bir yaş süzülüyor. Kimseyle istediğimiz vedayı yapamadık. Gelebilen arkadaşlarımızla uzaktan uzağa mesafeli sohbet, şöyle sımsıkı sarılamadık bile! Belki de böylesi daha az duygusal oldu kimbilir.  Bu sırada aklımızda bazı sorular da vardı. Ev nasıl bulunacak, nasıl taşınacak? Asıl büyük soru, bu virüs zamanında küçük bebekle nasıl gideceğiz dedik ve hepsi oldu. Nasıl mı? 

Pandemi Sürecinde Taşınmak

İlk olarak, çalışma vizesi ile gittiğimiz için gidişimizde engel olmadı. Turistik vizenin izni olmamasının avantajı ile etraf ve uçak fazla kalabalık değildi. Havalimanında her yeri dezenfekte eden görevliler vardı. Uçak biletimiz sabah erken saatte olduğu için havalimanında da kişi sayısı az değildi ama fazla da değildi. Herkes mesafe kuralına uyuyordu ve biz de maskeler, dezenfektanlar ile birlikte içeriye girdik.

Virüsten dolayı havalimanına sadece bileti olan kişiler girebiliyor yani yardım için bile olsa aileler de giremiyordu. Havalimanında termal kameralar olduğu için ayrıca ateş ölçümü yapılmadı. Sadece bebeğimize yapıldı. İçeriye girdik ve bavulları verdik. Restoranlar kapalı, tuvalete girmeyelim diye çok bir şey de yiyip içmiyoruz. Oturduk uçağı bekliyoruz. Ellerde sürekli fıs fıs dezenfektan. Uçağa biniş zamanı geldi. Uçağa sırayla aldılar ve herkes kurallara uydu. Koltukların arasında birer boşluk vardı. Şanslıyız ki uçak çok da dolu değildi. Yemek olarak poşetlerde sandviçler verildi. İnerken de yine kontrollü şekilde sırayla inildi. Uçağın havalandırması herkes inene kadar açıktı.

Ülkeye giriş yaparken turuncu kodlu olan Türkiye’den geldiğimiz için bize uçakta sağlıklı olduğumuzu beyan ettiğimiz bir kağıt verildi. Uçaktan iner inmez polisler bekliyordu ve sağlığımız hakkında soru sordular. Buna ek olarak Türkiye’den gelenlerin 14 gün boyunca kendisini karantinada tutması gerekiyor. Herhangi bir yerde zorunlu olarak tutulmuyorsunuz. Sadece eve gittiğinizde kalabalık yerlerde bulunmamanız, zorunluluk halinde çıkmamanız, çalışmaya gelindiği için de ofisten değil evden çalışılması gerekiyor. Daha sonra başka bir polis de kapıda pasaportlarınızı kontrol ediyor. En son asıl pasaport kontrolü, damga için geçişinize izin veriliyor.

Buraya kadar hangi ülke olduğundan bahsetmedim; Hollanda! 🙂 Evet bisikletleriyle, kanallarıyla meşhur Amsterdam’da yaşamak için ülkeye sonunda giriş yaptık. Yeni hayatımıza adım attık. 

Yeni Normalde Hollanda’da Yaşam

Hollanda | Fotoğraf: Petite Guide

Hollanda’da maske takılması zorunluluğu sadece toplu taşımalarda var. Gördüğümüz kadarıyla da hayat eskisi gibi devam ediyor. Sadece hasta olan kişilerin maske takmasını gerektiren, sağlıklı kişilerin ise maske takıp halkı galeyana getirmemesi gerektiğine dair bir politika izleniyor. Hatta geldiğimiz ilk gün maske takılı olduğu için insanlar bizden koşarak uzaklaşıyorlardı 🙂

İlk başlarda maskesiz hayata alışmak zor oldu, özellkle markete gitmemiz gerektiğinde insanlardan kaçarak alışveriş yapmak oldukça zordu. Şu an ona biraz daha alışmış gibiyiz. Burada internet üzerinden alışveriş gibi bir seçeneğimiz olmadığı için markete gidip kendimiz alıyoruz ve eve gelince de aynı şekilde tüm aldıklarımızı temizliyoruz. Bir iki defa restorana gittik, gittiğimizde de dışarıda oturduk. Amsterdam’ın havası yağmurlu, kapalı ve esintili olduğu için içeride oturmamız gerektiği zamanlarda da her yeri iyice silerek ve dışarıdan eve geldiğimizde tüm kıyafetleri yıkayarak bir şekilde buradaki hayata alışmaya çalışıyoruz.

Şu an asıl evimize geçene kadar küçük bir kasabada kalıyoruz. Kasabanın adı Landsmeer. Kendi içerisinde tatlı bir merkezi var ve tabii ki kocaman da bir ormanı. Burayı Hollanda’da yaşayan herkes bilmiyor. Yani burada gerçek yerliler yaşıyor. Bu da bizim buraya alışmamız için güzel bir süreç oldu.

Elimde kahvemle birlikte tek elimle bebek arabasını dümdüz kaldırımlarda sürüp ormanda yürüyüş yapabilmenin vermiş olduğu mutluluğu da bir ara ayrıca anlatacağım. 🙂 

Kapak Fotoğrafı: Petite Guide

İlginizi çekebilir: Aslı Erdem’den Hollanda’nın Sakin Şehri: Leiden