Sinema ve sinema kültürü ile az çok içli dışlı olmuşsanız “şiirsel sinema” kavramını mutlaka işitmişsinizdir. Öyle ki filmler ve sinema akımları üzerine yazılan akademik incelemelerden bir arkadaşınızla ettiğiniz sohbette bile baş gösterebilecek kadar ağızlara pelesenk olmuş bir tabir bu. Hatta “şiirsel sinema” mefhumu ile özdeşleştirilmiş yönetmen sayısı da oldukça fazla. Gelin beraber bir sanat dalı olarak sinemanın özü ile şiirsellik arasındaki bağlantıyı ve “şiirsel sinema” terimini inceleyip biraz da olsa açıklığa kavuşturmaya çalışalım.

zerkalo_01_1080
Mirror,1975 | Fotoğraf: Andrei Tarkovsky, Mirror

 Tarkovsky ve Mühürlenmiş Zaman

Sinema tarihine belki de en dramatik izi bırakmış yönetmen Andrei Tarkovsky’nin sanatına olan bakış açısını her zaman oldukça etkileyici fakat bir anlamda da kısır bulmuşumdur. Tarkovsky, her insanın bir “zamanı” olduğuna ve bu zamanla doğup yaşadıklarına inanmıştır. Tabii ki ölüm ile birlikte bu zaman da sona erecektir. Bir sanat dalı olarak sinema ise onun için bu zamanı saklamanın ve muhafaza etmenin yani mühürlemenin yegane yoludur. Sinemayı bir anlatı veya eğlence metodunun ötesinde-belki de kutsaliyet addederek -zamanı ve gerçeği ve tabii ki duyguyu- koruma altına almanın bir medyumu olarak görmüştür. Bununla beraber Tarkovsky, sinemanın en önemli koşullarından birisini, sinematografik imgenin, görülebilir ve duyulabilir dünyanın bir tezahürü şeklinde olması olarak görmüştür.

Onun için isinemada betimleme doğalcı olmak zorundadır. Fakat bu koşullamanın en can alıcı noktası bahsedilen doğalcılığın Zola’cı bir natüralizmden farklı olmasıdır. Yani bahsedilen şey beyazperdedeki imgenin duygusal algılanmasına yöneliktir. Mesela bir sahnedeki gerilimi izleyiciye yaşatmak için arkaya gerilimli bir müzik koymak onun için sinemanın özüne aykırıdır. Bu gibi üçüncül etmenler ve diğer sanat dallarından ödünç alınan eklemeler Tarkovsky’nin bakış açısına göre kaba saba ve bayağıdır. Yani bir karakterin düşü gösteriliyorsa yönetmen bunun dahi sebebini-oldukça determinist bir şekilde-bilmelidir. Onun için sinema, salt olarak bir duygunun aktarılabilmesi için yeterli bir medyumdur.  Tarkovsky’den ve kendisinin sinemaya olan bakışından bahsetmemizin sebebi yazıyı üzerinde dizdiğimiz kavram olan şiirsel sinema tabirini yaygınlaştıran kişi olması. Öyle ki bu kavramı hem zaman içinde kaleme aldığı denemelerinde hem de verdiği röportajlarda sıklıkla kullanıyor. Peki, Tarkovsky’nin bakış açısından hareketle şiirsel sinema hakkında ne söyleyebiliriz?

andrei-tarkovsky-on-the-set-of-stalker-1979
Andrei Tarkovsky, Stalker filminin setinde |1979

Sinemada Şiirsellik

Tarkovsky’nin sinemayı salt bir anlatı sunma aracından çok bir duygunun veya duygular silsilesinin dışavurumu ve bu dışavurumun da muhafazası olarak gördüğünden bahsettik. Peki bunun şiirsellik ile ilgisi nedir? Şiir belki de en pür, en saf duygusal dışavurum yöntemlerinden birisi. Bu en başta tuhaf gelebilecek bir şey zira geleneksel anlamda şiir-hem kültürümüzde hem de batı ve doğu şiirinde- oldukça fazla teknik kural ve kısıtlama içeriyor. Fakat bu durum modern edebiyat akımları ile birlikte geçerliliğini yitirmekle beraber kanımca şiirin bir sanat formu olarak saflığını zedelemiyor. Keza şiir, aynı Tarkovsky’nin gözündeki ideal sinematik vizyon gibi, diğer sanat dallarından ögeler ödünç alma zorunluluğunda olmadan, saf bir anlatı veya eğlence metodu olmadan gerçeği, zamanı ve tabii ki de duyguları saklayabilecek nitelikte. Fakat bir filmin veya sinematografik eserin şiirsel olabilmesi için yalnızca 7. sanata ait metod ve öğeleri içermesi gerektiğini söylemek maalesef ki oldukça dar bir söylem. Zira Tarkovsky’nin sinema tanımına dair kısır bulduğum kısım da tam olarak burası.

Bir filme “şiirsel” diyebilmemiz için filmin saf bir hikaye anlatma aracından ötesi olması gerektiği kanaatine amasız fakatsız katılıyorum. Keza, sinematografik bir esere “şiirsel” niteliğini verebilmemiz için tabiri caizse o eserin “şiir gibi” olmasını beklemek abes kaçmayacaktır. Yani sinemada poetik bir yaklaşım, aynı bir şiirde arayacağımız gibi, soyut konsepleri irdelemeli, insan doğasının karmaşıklığı üzerine eğilmeli, hikayeden çok duyguyu ön planda tutmalı ve belki de her güzel şiir gibi yoruma açık yani okunabilir olmalıdır. Toparlamak gerekirse belki de sinemada şiirsellikten söz edebilmemiz için “okunabilirliğinden” yönetmenin (yani auteur’ün) duygusundan söz edebilmemiz gerekir.

flaming-stairway-%e2%98%be_-photo
Wings of Desire, 1987 | Fotoğraf: Wim Wenders, Wings of Desire

Sinemanın Şairleri

Şiirsel sinemanın önemli isimleri arasında Tarkovsky’nin yanında; Federico Fellini, Ingmar Bergman, Wim Wenders(özellikle de Wings of Desire filmi) ve Metin Erksan gibi saymakla bitmeyecek isimlerden bahsetmeden yazıyı bitirmeye gönlüm elvermez. Her ne kadar bu isimler sanat kuramı ve teorisi bakımından bu kavramı Tarkovsky kadar irdelememiş olsalar dahi filmleri ve eserleri aracılığıyla onun kadar etkilemişlerdir. Fellini, dadaist bir şair gibi filmlerini ölçüp biçmiş; Bergman ise Kierkeegard edasıyla Tanrı, insan ve varoluş kavramlarını durmaksızın mercek altına almıştır. Wim Wenders kanımca belki de şiirsel sinema denilince hala akla gelmesi gereken isimlerden birisidir. Çünkü her filminde soyut ve bazen de süpernatürel konseptleri doğalcı ve insani bir bakış açısıyla yoğurmuş ve kataloğunda sinematik dizeler bırakmıştır. Metin Erksan’ı ise-Nuri Bilge Ceylan, Onur Ünlü gibi isimleri es geçmemek kaydıyla- Türk sinemasında şiirselliğin en önemli ve kavramı en çok benimsemiş yönetmeni olarak görmüşümdür. Unuttuğum, atladığım birkaç isimden dolayı şimdiden affınızı diler ve herkese bol filmli günler dilerim!

Kapak Fotoğrafı: filmmakermagazine.com

İlginizi çekebilir: Bülent Tunga Yılmaz’dan Bruno Ganz’ın Ardından