Mahalle yanıyor da biz hala moda peşinde miyiz? Sürdürülebilirlik yazarı Alec Leach, “The World Is On Fire But We’re Still Buying Shoes (Dünya Yanıyor Ama Biz Hala Ayakkabı Alıyoruz)” ile patlattığı sürdürülebilirlik tartışmalarını The Business of Fashion ile yaptığı son röportajda başka bir boyuta taşıdı. Efendime söyleyeyim; moda sirkülasyonlarının dünyamıza verdiği zararlardır, suların kirlenmesi ve kullanımıdır, bin çeşit toksik materyal her tarafımızı kirletti de biz hala trend üstüne trend takip edip üzerine bir de kahve söylüyoruzdur. Bu nereye kadar sürecektir? Bu dünya torunlarımıza miras değil midir?

Sürdürülebilir Moda
Sürdürülebilir Moda | Fotoğraf: unsplash.com/@anotherlovely

Moda mecrası, sürekli olarak gelişen ve internette yayılıp bir yudumda tüketilen mikro-trendler sebebiyle her an takibi zor bir sirkülasyon haline geldi. Özellikle TikTok, Instagram gibi sosyal medya uygulamalarında modayla ilgili yapılan paylaşımların artışıyla alım ve satım dengeleri son yıllarda fazlasıyla değişti. Kıyafetler artık bir var bir yok; sosyal medyada paylaşıldıktan ve görüldükten sonra kimin umurunda? Sonra yeni trendlerle yeni ürünlere doğan merak söz konusu. Arz-talep ilişkisiyle basitçe özetlenen bu durum maalesef birçok çevresel zarara sebep oluyor, biliyorsunuz artık. Bunlardan biri de kullanılan boya maddelerin sakıncalı kimyasallar içermesi ve uygulama esnasında bunların çevreye olan etkisi. Bu sebeple hem ekonomik olarak hem de çevresel açıdan daha az problem yaratan renkler beyaz, bej, haki ve uçuk pembe tonları; sürdürülebilir olarak piyasada gezinen kıyafetlerde çoğunlukla kullanılıyorlar. İyi de, özellikle fast fashion markalarında ekolojik diye ortaya sürülen bu ürünler, birçok insanda psikolojik olarak hippi havası uyandırdığı için tarz açısından kabul görmüyorlar. Daha renkli bir paletin varlığı ancak sürdürülebilir bir boya varsa mümkün olabilir. “Ben hem renkli bir kokoş olup hem de dünyayı kurtarmak istiyorum, olmaz mı?” diyenleri duyar gibiyim. O halde sorum aşağıdadır.

Sürdürülebilirlik Renk Körü Mü?

Sürdürülebilir Moda Renk Körü mü? | Fotoğraf: unsplash.com/@harpersunday

WGSN isimli trend sitesinin yılın başında yayınladığı rapora göre bu renk körlüğü, COS, North Face, Balmain gibi markaları “undyed” yani boyanmamış kumaşlarla üretim yapar hale getirdi. Ama bunun yanında Avrupa’da kişi başına düşen tekstil israfı (kullanılmış kıyafetler, ev tekstili vb.) 15 kg’ı buluyor. Krizi fırsata çeviren markalar, bu israftan renkleri ekstrakt ederek %57 daha az karbon ayak izi bırakırken %85 daha az kimyasal kullanıyor. Stella McCartney bu yöntemle çalışırken listeye bir fast fashion markası olan Primark’ın da girmesi çok şaşırtıcı. Dijital baskı yöntemi de son zamanlarda doğayı korurken kıyafetlerimizdeki renk skalasını geliştirmek için yükselişteki yöntemlerden biri. Organik boyama olarak adlandırılan ve özellikle muz gibi meyve ve bitki artıklarıyla yapılan boyama yöntemi de oldukça popüler.

Fotoğraf: unsplash.com/@contentpixie

Moda 20 senede bir kendini tekrar eder diyoruz ama renklerde 1500 sene öncesine dönmesine ne demeli? “En çok su kullanımı” grubunda olimpiyat düzenleseler tüm madalyaları toplayacak olan denim endüstrisi, bunun yanı sıra enerji tüketimi ve kimyasal kullanımında da top noktalarda diğer ürün gruplarıyla yarışıyor. Bu da renklendirme aşamasında sürdürülebilir olmayı biraz zorlasa da eski bir yönteme geri dönülmüş: Kil ve kum ile doğal boyama. Birçok yabancı denim markasının bu maziye dayanan yöntemleri kullanmaları da enteresan bir şekilde doğamızda her şeyin başladığı noktaya geri döndüğüne işaret ediyor.

Sürdüremediğimiz kumaşlara alternatif olarak modal ve lyocell gibi doğada çözünebilir, ya da organik koton gibi su kullanımını %98 azaltan materyaller de bu boyama yöntemleriyle buluşunca fast fashion markalarının raflarında yer alabilir gibi.

Artı-Eksi Turnusolü

Fotoğraf: unsplash.com/@karinatesss

Durum böyleyken eski sevgilime bile yapmadığım bir artı-eksi listesi çıkartalım: Sularımızı kurtardığımız, çevreye verilen zararı daha aza indirdiğimiz bu yöntemler hep artı. Organik boyama gibi yenilenebilir kaynaklardan gelen ve doğada çözünebilir kumaşlara yelken açan metotlar olması da harika bir çözüm. Eksi listemizde yer alan sıkıntılar ise biraz daha zamana ihtiyaç olduğunu gösteriyor. Örneğin, doğal boyama yöntemlerinde sentetik boyaya göre çok daha büyük volümlerde kaynağa ihtiyaç duyuluyor. Sonuç: Ekonomik açıdan sorunlar doğurması. Doğal kaynaklara erişimler de sezondan sezona değişirken renk yaratmak konusunda daha az tutarlı bir yaklaşıma sebep oluyor. Tabii markaların da belli minimum üretim adetlerine ulaşmalarını zorlayan ve teknolojik olarak daha gelişmiş aletler kullanılması gerektiğinden maalesef masraflı olan durumlar yaratıyor. Bu da ürünlerin çok pahalıya mal edilmesine sebep olurken tüketicinin eli ürüne gitmeyince mikro-trendlere nasıl ayak uydursun?

Türkiye’de Sürdüremiyor Muyuz?

Fotoğraf: unsplash.com/@rgaleriacom

Türkiye’de bunun bir karşılığının henüz tam olarak yapılamamasının sebepleri de tamamen duygusal(!). Ekonomik sebepler bırakın renk meselesini, Türk markaların genel olarak sürdürülebilir olmasını zora sokarken yeni ve butik markalar bu konularda çalışmalarını genişletmeye çalışıyor fakat finansal bariyerlere takılabiliyorlar. Hatta hem üretim hem de satış yapma sürecinde sürdürülebilirlik kısmı tamamen ekarte edilebiliyor. Fakat her şey daha başlangıç noktasında, biz de her an hem organik kumaşlar kullanımını arttırıp hem de kumlar ve killerle orta çağdaymışçasına denim boyayabiliriz.

Kapak Fotoğrafı: Unsplash.com/@contentpixie