Yaklaşık bir yıl önce öyle savunmasız, edilgen, korkulu ve mecburi şeylerin üst üste geldiği bir dönemde, hayatımın sonraki tüm dönemlerine etki edecek izleri aldığım bir zamanda, Tezer Özlü’nün Ferit Edgü’ ye yazdığı mektuplarında kayboluşum. Tezer Özlü ile yakın arkadaştı Ferit Edgü. Edebi ve içsel cümlelerin bir arada harmanlandığı mektuplarda, Tezer’ in bir küçük gölgesi gibi hissediyordum bazı satırlarda kendimi… Fazla farkındaydı, fazla gerçek. Toplumdan en başından beri kendini ayrı tutan, “deli” denilen bir kadındı. Sağda solda sözlerine denk geldiğim, hüzünlü bakan naif gözlerinin altındaki ince dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme olan, incecik bir kadındı belli ki ama kimdi?

Tezer Özlü
Tezer Özlü | Fotoğraf: Pinterest

Her şeyin sonundaydım onu tanıdığımda, elimde “Her şeyin sonundayım”, Ferit Edgü mektupları kitabı. Diyordu ki Ferit Edgü önsözünde: “Genç okurlar, bu iki kitapta, bastırılmış başkaldırılarını, özgürlük tutkularını, yalansız bir dünya özlemlerini buldular. Yazmanın yalnız estetik bir sorun değil, aynı zamanda etik bir sorun olduğunu gördüler.” Mektuplar bitince işte o iki kitap; çocukluğunu anlattığı Çocukluğun Soğuk Geceleri ve artık yetişkin yaşamını, içindekileri kim ne der diye düşünmeden, yargılanmaktan korkmadan, öylece anlattığı Yaşamın Ucuna Yolculuk kitapları benimleydi. Gitgellerini nasıl bu kadar açık anlatmıştı? Yargılanmaktan hiç korkmadan, olduğu halini nasıl böyle düpedüz, çırılçıplak, çekinmeden, sert ve dik… Onu artık daha iyi anlamaya başlamıştım. Onun kadar yaşamın ucuna gidemeyecek bir ben, onun gibi olabilme ihtimalimden korkarak okumuş, asla yanlış olmayan halinin toplum tarafından bastırılma çabalarını kıyıdan kendimi izler gibi izlemiştim.

Tezer Özlü Kitapları
Tezer Özlü Kitapları | Fotoğraf: Hatice Ildıran

Sizin için yazıldığına inandığınız kitaplar oldu mu hiç? İşte “Her Şeyin Sonundayım” benim için böyleydi, o değerli mektuplar kitap haline benim için getirilmişti sanki. Bazı sorularıma cevap almışım birçok satırda, sanki kendi hayatımda hiç kaybolmamış gibi bir de Tezer’ in her cümlesinde yeniden kaybolmuşum. Ve sonra “Nasıl da dar ağacı bir hayatın ortak yaşayanlarıyız” diye karalamışım ilk mektuba… 

Yaşamın Ucuna Yolculuk’ta şöyle diyor Tezer Özlü: “Sizin düzeninizle, akıl anlayışınızla, namus anlayışınızla, başarı anlayışınızla hiç bağdaşan yanım yok. Aranızda dolaşmak için giyiniyorum. Hem de iyi giyiniyorum. İyi giyinene iyi yer verdiğiniz için. Aranızda dolaşmak için çalışıyorum. İstediğimi çalışmama izin vermediğiniz için. İçgüdülerimi hiçbir işte uygulamama izin vermediğiniz için. Hiçbir çaba harcamadan bunları yapabiliyorum, bir şey yapıldı sanıyorsunuz. Yaşamım boyunca içimi kemirttiniz. Evlerinizle, okullarınızla, işyerlerinizle. Özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz. Ölmek istedim, dirilttiniz. Yazı yazmak istedim, aç kalırsın dediniz. Aç kalmayı denedim, serum verdiniz. Delirdim, kafama elektrik verdiniz. Hiç aile olmayacak insanla bir araya geldim, gene aile olduk. Ben bütün bunların dışındayım.”

Tezer Özlü
Tezer Özlü | Fotoğraf: kitapcafe.com

İşte bu kadın öyle gerçek ki şimdi anlayana, hayatın peşinden sürüklenmek yerine, hayatı peşinden sürüklemeyi seçmiş biri o. Çevresindekilerin dışında biri olmanın, dürüstçe kendi olmaya çalışmanın hem acısını hem gücünü en ucuna dek yaşamış biri. Dönemine göre oldukça radikal bir kadın üstelik; yazdıklarıyla, ilişkileriyle, devam edemediği evlilikleriyle. “Uzun süre kimseye bağlanmadan kendi özgürlüğüm içinde yaşayacağım ve kimsenin sinirlerimi bozmasına izin vermeyeceğim. Birlikte olacağım erkekten saygı bekliyorum, yoksa ben kendi yaşamımla, kendi dünyamla mutluyum” kararlılığında, aslında birçok kadının yaşadığı o emanetlik hissini sonuna dek yaşayarak, olamayışı, yapamayışı ile yüzleşip bunu kabul eden biri.

Tezer Özlü
Tezer Özlü | Fotoğraf: Hürriyet

Kitapları için bir renk seçmemi isteseydiniz eğer, bu renk kesinlikle gri olurdu. Gitgellerinin içinde asla tutunamayan Tezer’ in ilk intihar teşebbüsünde bulunuşu, çocukluk yıllarına rastlıyor, sonrası parça parça hep “ruh hastalıkları tedavisi”. Bu olayın devamında akıl hastanesinde bir süre tedavi görüyor ve hayatı boyunca bu deli hallerinin bedeli hep aynı oluyor; akıl hastanesi…

Hayatı boyunca yaşamak istediği hayatı yaşamaya çalışıyor, izin verdikleri müddetçe. Birçok Almanca çeviri yapıyor, öyküler yazıyor, yaklaşık 1 yıllık bir zaman diliminde otostop çekerek Avrupa’ yı geziyor, tek başına. bunun dışında ölüm hep onunla, ölmek hissi hep yakınında. Ölümle yaşıyor aslında. Belki de bu yüzden intiharın yakışabilceği tek kadın Tezer. Gri satırlarında bunu sonuna dek hissedebilirsiniz.  “Ölmek isteğim yok. Yaşama isteğim olmadığı gibi”.. Yaşamı boyunca belli yazarlardan çok fazla etkileniyor; Kafka, Pavese, Svevo, Walser bunlardan sadece bir kaçı. Herbirini öyle çok okumuş, benimsemiş ki, belki de benzerliklerinde, kendini onlara yakın buluşunda, hayata acı dolu farklı bir perspektiften bakmalarında buluşuyorlar. 

Mektuplardan birinde Ferit Edgü’ ye şöyle yazıyor; “Walser’ e gelince… Kentten kente yürümüş, çevreye uymadığı için son 23 yılını tımarhanede geçirmiş, parasını da uşaklıkla kazanmış biraz Dostoyevski’ vari bir yazar. Bilmiyorum, zaman zaman düşünüyorum da, homoseksüelliğin bugünkü kadar açılmamış olması mı Kafka’ ya, Pavese’ ye, Walser’ e bu denli acı çektirdi diyorum?“. Kafka ve Pavese’ nin yaşadığı, doğduğu, öldüğü mekanları geziyor. Yaşamın Ucuna Yolculuk kitabını da aslında bu süre içinde yazıyor. Almanca yazdığı bu kitap “Bir İntiharın İzinde” başlığı ile yayınlanıyor ve 1983 Marburg Yazın Ödülü’nü alan bu eser sonra Türkçe’ ye çevriliyor. Pavese’nin intihar ettiği otelde, intihar ettiği odada kalıp, o intiharı yaşarcasına kaleme aldığı satırlar ruhunda biraz delilik barındıranı alıp götürecek nitelikte. Bu satırlarda adeta o anı yaşadığını, Pavese ile bir olduğunu, üstün bir empati ile yıllar önce yaşananları belki de eksiksiz hissedebildiğini görüyorsunuz. 

tezer
Tezer ve Pavese | Fotoğraf: Twitter

Her ne kadar intihar ona çok yakışmış olsa da; aslında kırklı yaşlarındayken meme kanserine yenik düşüyor üstelik tam da kendini bulduğu bir ilişkiye yelken açmışken; her şeyi ile onu gören, kabul eden ve seven biriyle… Böylesine hassas ve en derinine işleyen bir acıyla baktığı hayatının kısa sürmesi şaşırtıcı olmasa gerek. Oğuz Atay gibi… Kafka gibi… Pavese gibi…

Böylesine kocaman, derin bir ruh, incecik bir bedene girmiş, ne çok cümle dökmüş, ne çok irdelemiş, her şeyi yıllarca yaşamış bir bilge nasıl da hazmetmiş..Bedeni toprağa kavuştuğunda, ruhu hala işte şimdi bile benimle, seninle, bizimleymiş. Ben onun o “deli” hallerini yansıttığı cümlelerini çok sevdim. O en derin, yok olmuş hallerini. Gri rengini gördüm onun, hiç renk almayacak bu griyi sevdim, yakıştırdım, başkası mümkün olamazdı zaten.. Bundan güç almışcasına iyi ki dedim, bu kadını tanımaya değer.

Kapak Fotoğrafı: Hürriyet

İlginizi çekebilir: Biblio Magger’dan Türk Edebiyatının Romantik Yazarları