Yazarken çok keyif aldığım, sizden de bir o kadar güzel geri dönüşler alan Toplu Taşımaya Uygun Kitaplar yazımın ikincisiyle geldim bugün. Ofisin yoğunluğundan ancak nefes alabilmiş olup iki kelimeyi bir araya getirebilecek hale yeni gelmişken iş ve okul sezonunun başlamasıyla ağırlaşan çantalara eşlik edebilecek, kısa ama keyifli kitaplar seçtim yine. Seçimleri elimden geldiğince karma yaptım, herkesin bu seçkiden de kendine uygun en az bir kitap yakalayacağını umuyorum. Hepinize iyi okumalar!

f3gc8nr
Toplu Taşıma Okumaları | Fotoğraf: Reddit.com

Toplu Taşıma Kitap Önerileri

Daphnis ile Khloe’nin Aşkı, Longos

İlk kitabımız mitoloji ve romantizm sevenler için biçilmez bir kaftan. Yazarı olduğu düşünülen Longos hakkında çok az bilgi bulunsa da, bu kitabın Antik Yunan edebiyatında düz yazının bilinen ilk örneklerinden biri ve pastoral edebiyatın da ilk yapıtı olduğu düşünülüyor. Midilli Adası’nda geçen bu hikâye iki çobanın iki yıl arayla sahipsiz bir erkek bir de kız bebek bulmasıyla başlıyor. Yanlarına sadece birkaç değerli eşya bırakılmış olan bu iki bebeğin biri bir keçinin diğeri ise bir koyunun koruması altındayken bulunuyor. Çobanların ve eşlerinin himayesi altına aldığı bu iki bebek birlikte büyüyor. Günlerini, birlikte sürülerine çobanlık ederek geçiren Daphnis ve Khloe adındaki bu ikili Eros’un da yardımıyla birbirine aşık oluyor. Bu aşkın karşısına çıkan engelleri ve bu ikilinin hikâyesinin sonunu okumaksa size kalıyor. Mitolojiden birçok kesitin yer aldığı kitap, yazarın akıcı diline ve bu aşkın saflığına kendinizi kaptırınca bir çırpıda bitiveriyor. Bazen ineceğiniz durağa ne ara geldiğinize şaşıyorsunuz.

Sırça Köşk, Sabahattin Ali

Bu öykü kitabı, daha çok romanlarına hakim olduğum Sabahattin Ali’den okuduğum ilk öykü kitabı oldu. 13 öykü ve 4 masala yer veren bu kitapta yazarın yaşadığı coğrafyayı ve toplumu ne kadar iyi tanıdığını görüyoruz. Toplumun yoksulluğunu, cehaletini, psikolojisini her öyküde başka bir perspektiften ele alsa da o günle bugün arasında çok şeyin değişmediğini görmek zor değil. O günlerde yaptığı tespitlerin ve eleştirilerin bugüne de kolaylıkla uyarlanabilmesi insanın içini maalesef biraz burkuyor. Her öykü kitabında olduğu gibi, bu öykü kitabında da diğerlerinden sıyrılan ve akılda kalan öyküler var tabii ki. Kitaba adını veren “Sırça Köşk” masalı ise en akılda kalıcılardan biri mesela. Sona eklediğim alıntı bu masaldan olmakla birlikte; kitaptaki genel atmosferi, tonu ve eleştirilerin odağını anlatır nitelikte bana göre. Genel olarak akıcı bir dille, aşırı derin metaforik anlatımlara girmeden, vermek istediği mesajı kolayca aktaran keyifli bir okuma olacağını söyleyebilirim.

“Sakın tepenize bir sırça köşk kurmayınız. Ama günün birinde nasılsa böyle bir sırça köşk kurulursa, onun yıkılmaz, devrilmez bir şey olduğunu sanmayın. En heybetlisini tuzla buz etmek için üç beş kelle fırlatmak yeter.”

Othello, William Shakespeare

Eğitim hayatımız boyunca, özellikle lise yıllarında, hepimiz en az bir Shakespeare oyunu okumuşuzdur. Othello ise benim lisede denk gelemeyip yenilerde okumaya ancak fırsat bulduğum bir yapıt. Özgün dilinde okumayı ne kadar çok istesem de bildiğim İngilizceden fazlasıyla uzak kalan “Shakespeare İngilizcesi” ile baş edemeyip genelde çevirileri tercih ediyorum, ama başarabilene mutlaka özgün dilini tavsiye ediyorum. Kıskançlık teması üzerine kurulmuş olan bu oyunda genel hatlarıyla Othello’nun sevgilisi Desdemona’yı yaveri Cassio’dan kıskanması ve bunun yol açtığı olayları okuyoruz. Oyun boyunca kendisinin konumunu kıskanan Iago adındaki sancak çavuşu tarafından kışkırtılan Othello’nun Iago’nun dediklerine inanma ve sevgilisine güven duyma seçenekleri arasındaki çatışmasına tanıklık ediyoruz. Kıskançlık ve aşk gibi temaların yanı sıra dönemin toplumsal ve bürokratik düzenini de eleştiren Shakespeare, oyunundan trajediyi yine bir satır bile eksik etmiyor. Tiyatro oyunu olmasının yanı sıra merak uyandıran kurgusuyla da kolay ve keyifli bir okuma olacağını söyleyebilirim.

Thérèse Raquin, Emile Zola

Emile Zola’nın ilk olarak gazetede basılan ve edebiyat çevrelerinde şiddetli tartışmalar doğurup ve eleştirilere neden olan bu romanı natüralizm akımının öncülerinden biri olarak görülüyor. Hastalıklı kuzeni ile evlenmek zorunda kalıp bu evlilik hayatının getirilerine katlanmak zorunda olan Thérèse Raquin’in hikayesini okuyoruz bu kitapta. Yaşadıkları evin altındaki dükkandan öteye gidemeyen hayatından bıkan Thérèse Raquin, kuzeninin arkadaşı Laurent’la yasak bir ilişkiye başlıyor. İlişkilerini özgür yaşama hayaline kendilerini kaptıran Thérèse ve Laurent bu hayal uğruna bir cinayet işliyor. Biz okuyucularsa bu cinayetin ve bastırılmış duyguların sevgilileri nasıl etkilediğini satır satır okuyor ve tabiri caizse gözlerimizin önünde yitip gidişlerine tanıklık ediyoruz. Kitabın arka kapağında yazarın şöyle bir sözü yer alıyor:

“Ben Therese ile Laurent’ta tutkuların gizli işleyişini, içgüdünün itişlerini, bir sinir krizi sonunda meydana çıkan zihin bozukluklarını adım adım kovalamaya çalıştım…”

Cinayetten sonra, ikilinin hayallerindeki mutlu sondan mümkün mertebe uzak olan ruh hallerini ve ilişkilerini bu adım adım kovalama haliyle anlatan yazar insan psikolojisinin karanlık yönlerini, suçluluk psikolojisini ve vicdanın kişinin karakteri üzerindeki etkisini de adım adım okuyucusuna aktarıyor. Aşk uğruna işlenen cinayet her ne kadar yaygın bir konu olsa da konunun bu eserde işleniş şekli ve yazarın perspektifi tahmin edilenden farklı bir okuma deneyimi yaratacağını söyleyebilirim.

Kızıl Veba, Jack London

Jack London’ın bu öyküyü 1912’de kaleme aldığına inanmak çok zor. Yazıldıktan sonra “Kıyamet Sonrası” edebiyatının öncüleri arasında yer alan bu kitaptaki tespitlerin ve tahminlerin vuruculuğu gerçekten sarsıcı. Uygarlığın neredeyse tümünün yok olmasına neden olan bir salgının konu edildiği öykü, 2012 yılında karşılaşılan bu salgından sağ çıkan yaşlı bir profesörün ağzından anlatılıyor. Salgından 60 yıl sonra akla gelebilecek her şeyin yitirildiği, dilin bile değiştiği bir dünyada; salgın öncesini, salgın sürecini ve şimdiyi profesör aracılığıyla deneyimleme şansı elde ediyoruz. Pandemiyle mücadele ettiğimiz şu günlerde insanların ruh halleri, psikolojileri ve toplumun yüzleşmek zorunda kaldığı gerçekler London’ın 1912 yılında yazarken tahmin ettiklerinden çok da farklı değil ne yazık ki. İçten içe birçok karşılaştırma yapacağınız ve birçok örnek göreceğiniz bu öykü de yine bir çırpıda bitenlerden.

Beyaz Geceler, Fyodor Mihayloviç Dostoyevski

Dostoyevski’nin yazarlığının ilk dönemlerinde kaleme aldığı Beyaz Geceler naifliğiyle ve sade anlatımıyla alışık olduğumuz Dostoyevski kitaplarından biraz daha farklı çıkıyor karşımıza. Çoğu eserinde olduğu gibi isimsiz bir anlatıcı tarafından anlatılan bu uzun öyküde, anlatıcısının Petersburg sokaklarında tanıştığı Nastenka adlı kıza beslemeye başladığı aşkı okuyoruz. Hayalperest olduğu kadar yalnız olan anlatıcının Nastenka’yla geçirdiği kısa sürede kıza saf ve platonik bir şekilde bağlandığını ve hayatını onun aşkıyla tanımlar hale geldiğini görüyoruz. Nastenka’nın bir yıldır beklediği ve haber alamadığı aşkına rağmen ona karşı olan hislerinden vazgeçmeyen anlatıcının hayatındaki ve karakterindeki değişiklikleri gözlemliyoruz. Yalnızlığı ve böylesine saf bir aşkı Dostoyevski’nin kaleminden okumak kesinlikle etkileyici bir deneyim diyebilirim. Bazı abartılı noktalar ya da uzatılan yerler olduğunu düşündüğümü söylemeden geçmek istemesem de Dostoyevski’yi eleştirmek ne haddime diyerek özellikle romantik ve akıcı eserler arayanlara bu kısa klasiği öneriyorum.

Dr. Jekyll ile Bay Hyde, Robert Louis Stevenson

Son kitabımız ise yazarı Stevenson’ın kabuslarından doğan bir öykü kitabı. Bu kabuslarda kendini gündüzleri bir doktor, geceleri ise sokaklarda gezinen biri olarak gören Stevenson gece gezinen karakterini kitabında bir katil olarak ele alıyor. Victoria döneminde yazılmış olan öykü, varlıklı ve nüfuzlu olan doktor karakterin çifte hayatından bahsederken alt metninde ruh ve beden arasındaki çatışmalara yer veriyor. İnceleme safhasına girilmediğinde farklı kurgusu sayesinde keyifli olarak nitelendirebileceğim bir öykü olup şayet incelenmek istenirse, “Victoria toplumunun iki yüzlülüğünü yeren ve psikoloji alanında Freud’un kuramlarını haberleyen gelişmelere kan bağı bulunan” bir yapıt haline geldiğini dile getiriyor arka kapak. Gündüz doktor, gece katil olan karakterin çifte yaşamını bir nebze daha metaforik beklemiş olduğum yalan değil fakat yine de ilginç bir okuma olduğunu ve konusunun farklılığının hoşuma gittiğini belirtmeden geçemeyeceğim. Fantastik ve suç odaklı okumalar tercih edenlere naçizane önerimdir.

Okurken keyif aldığım kitaplardan oluşturmaya çalıştığım bu karma seçkiyi umarım beğenmiş ve gözünüze bir iki kitap kestirmişsinizdir. Kış aylarının gelmesiyle büyüyen çantalarıma hem yükte hem pahada ağır kitaplar seçmeye başladım ben artık. Kim bilir belki önümüzdeki aylarda da sırt ağrılarına rağmen iflah olmayanlar için ağır bir kitap seçkisi yaparız.

Kapak Fotoğrafı: Raphael Ferraz (Unsplash.com)

İlginizi çekebilir: Cemre Akman’dan Toplu Taşımaya Uygun Kitaplar