Kutsal kitaplarda ve efsanelerde ölümsüzlüğün simgesi olarak tasvir edilen zeytin ağaçlarını siz de seviyorsanız geçtiğimiz günlerde PİLOT Galeri’de ziyaretçilerini ağırlamaya başlayan Uğur Cinel’in ilk kişisel sergisi “Bildiğimiz Dünyanın Sonu” tam size göre. Heykelin temel üretim disiplinleri olan modlaj, kolaj ve yontu tekniklerini benimseyip çalışmalarını İzmir’in Dikili ilçesinin huzur verici sessizliğinde, zeytin ağaçlarının arasındaki atölyesinde üreten Cinel’in bu sergisi bir Egeli olarak benim de ilgimi çekerken bu vesileyle kendisiyle bir röportaj gerçekleştirdim. Serginin 4 Mayıs tarihine dek ziyaret edilebileceğini hatırlatıp keyifli ve ilham veren okumalar dilerim.

ugur-cinel
Uğur Cinel | Fotoğraf Kaynağı: Cem Gülsüm

“Bildiğimiz Dünyanın Sonu” ismini verdiğiniz ilk kişisel serginiz, PİLOT Galeri’de 23 Mart’ta ziyaretçilerini ağırlamaya başladı. Dilerseniz ilk olarak bu serginin başlangıç hikayesini dinleyelim sizden. Zihninizde “Bildiğimiz Dünyanın Sonu”nu başlatan ne oldu?

Bildiğimiz Dünyanın Sonu, hem benim hayat hikâyemin bir yansıması hem de içinde olduğumuz dünya krizinin bir tezahürü… Aslında tüm hikâye, 2020 yılında atölyemi İstanbul’dan İzmir’in Dikili ilçesindeki bir zeytin bahçesine taşımamla başladı. Bu süreç içerisinde bahçede geçirdiğim vakit ve o zeytin ağaçlarıyla kurduğum ilişki beni sergiyi yapmaya itti. Biliyorum cennette yaşayınca dünyanın sonundan bahsetmek biraz çelişkili görünüyor ancak; hızla eriyen buzlar, yükselen deniz seviyeleri ve sular altında kalan şehirler, kasırgalar, orman yangınları ve kuraklıklar, kitlesel göçler ve çatışmalar ve kitlesel yok oluş: bu bizim yeni gerçekliğimiz haline geldi ve şimdi kendimizi bundan sonra olacaklara hazırlamalıyız. Açıkçası bundan sonrası da bana Hollywood sinemasının abartılı tasvirlerinden farklı olacak gibi görünüyor. En temel şeyleri, zeytin ağaçlarını kaybedeceğiz ve belki de dünyanın sonu hiç fark etmeden gelecek.

bildigimiz-dunyanin-sonu-afis
“Bildiğimiz Dünyanın Sonu” Sergisi (Afiş) | Fotoğraf Kaynağı: Uğur Cinel

Serginizde yer alan mermer heykelleri Dikili’nin huzur verici sessizliğinde, zeytin ağaçlarının arasındaki atölyesinde ürettiniz. Üretim aşamasında nasıl bir çalışma prensibi benimsediniz? Atölyenin sessizlik içindeki konumu çalışmanızı ortaya koyarken size hangi avantajları sağladı?

Kesinlikle çok avantajlı bir yer oldu benim için. Ben lisans hayatımı ve sonraki atölye sürecimi İstanbul’da geçirdiğim için Dikili’de bazı farkındalıklar edindim. İstanbul gibi büyük bir metropolün hayatımızdan aslında ne kadar çok vakit çaldığını ne kadar ikincil, üçüncül problemlerle uğraşarak zaman kaybettiğimizi anladım. Bu “atık” zamanları hayatımdan çıkardığımda ise kendime ne kadar çok zaman kaldığını ve sanatıma daha konsantre olarak çalışabildiğimi fark ettim. Tüm bunların yanı sıra benim seçtiğim malzeme, fazlasıyla mesai isteyen bir malzeme. Dolayısıyla atölyemde geçirdiğim vaktin çok değerli olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden de atölyeme girer girmez çalışmaya başlıyorum ve molalarımı bile iş yüküme göre azaltıyorum. Atölyeme çok misafir gelmiyor ve bu aslında iyi bir şeymiş. Çünkü böylelikle çok fazla mola vermek zorunda kalmıyorum. Sosyal olarak negatif bir şey ama bir yandan da çalışmayı da destekleyen bir duruma dönüşüyor. Ne yazık ki bu bir gerçek.

“Bildiğimiz Dünyanın Sonu”ndaki heykellerinizin ana maddesini mermer oluşturuyor. Bu çalışmada özellikle mermeri seçmenizin nedeni ne oldu? Mermer tozunun insan ve doğa üzerindeki zararlarını da düşündüğümüzde bu noktada kişisel olarak hangi koruyucu önlemleri aldınız?

Mermer çalışırken tabii ki eldiveninden kulaklığına, maskesinden giydiğin ayakkabısına ve giysisine kadar her şeye dikkat etmek gerekiyor. Örneğin şal gibi kullandığın makineye dolanıp sana zarar vermeyecek bir şey olmalı üzerinde. Dikkatli olmak gerekiyor. Çalıştığınız makineler tehlikeli aletler ve bunu unutmamak gerekiyor. Bir de bu aletlerle 5-6 saat geçirdiğinizde onun ne kadar tehlikeli olduğu fikri zihninizden silinebiliyor bu süreç içerisinde. Bunun yanında benim İstanbul’daki atölyelerim hep kapalı alanlardaydı. Bu tarz mekanlarda hem toz hem de ses üç kat daha zararlı olabiliyor. Çünkü toz çalıştığım yerde kalıyor ve ses de duvardan yansıyıp tekrar tekrar kulağına çarpıp kulak zarını deforme edebiliyor. Ayrıca şunu da eklemek isterim. Mermer tozu, sanıldığı kadar tehlikeli biz toz değil. Kireç taşı familyasından bir taş. Antibakteriyel bir özellik de taşıyor. Mermer tozuyla kaplanmış bir ağaç ikinci bir ilaçlamaya ihtiyaç duymuyor. Hatta hayvancılıkta kalsiyum eksikliği olduğunda hayvanların yemlerine de katıldığını duymuştum.

bildigimiz-dunyanin-sonu-1
“Bildiğimiz Dünyanın Sonu” Sergisi | Fotoğraf Kaynağı: Cem Gülsüm

Size bir tecrübemden bahsedeyim; bir gün çalışırken bir arı çalıştığım tezgâha gelip birikmiş toz kütlesinin üzerine kondu ve kanatlarını temizlemeye başladı. Vücudunu o toza bulayarak bir banyo yaptı, sonrasında da uçup gitti. O anı kaydetmek çok isterdim ancak ben de toz içinde olduğum için o arıdan farksızdım o anda. Mermer aslında böyle bir malzeme. Zaten onunla kurduğum ilişkinin de bir parçası bu. Ben birçok malzemeyle iletişim kurdum. Mermer; benim kirini, pisliğini sevdiğim bir malzeme açıkçası. Bir dönem asistanlığını yaptığım seramik sanatçısı Kadriye Ezel Ağaoğlu, seramik çamuruna bulanmış olsa da eğer çamuruna güveniyorsan ellerini bile yıkamadan yemek yiyebilirsin derdi. Tabii kimseye buna önermiyorum ama o rahatlığı o malzemeden almanın güveni benim için çok değerli.

Zeytin ağaçları, kutsal kitaplarda ve efsanelerde ölümsüzlüğün simgesi olarak tasvir edilir. Siz de şair Homeros’un İlyada Destanı’nda kaleme aldığı dizelerdeki gibi, zeytin ağaçlarıyla kurulan ölümsüzlük bağından esinlendiğiniz heykeller aracılığıyla geçmişin izlerini geleceğe taşıyorsunuz. Peki sizin hayatınızda zeytin ağaçlarının nasıl bir önemi bulunuyor? Sadece onların olduğu bir dünya olduğu kadar olmadığı bir dünyayı da tasvir etmeniz mümkün mü?

Atölyem zeytin bahçesinin içinde olduğu için benim en çok gördüğüm manzara zeytin ağaçları… Onları sadece benim atölyemin etrafında değil, evime giderken yolda da görüyorum. Aslında onlarla kaplı bir dünyada yaşadığım gerçek bir şey. Metafor değil. Ve bu tabii ki yaşadığım hayatın konforlarından da biri.

Homeros, İlyada destanında “Ben herkese aitim ve kimseye ait değilim, sen gelmeden önce de buradaydım, sen gittikten sonra da burada olacağım” der. Bu hikaye aslında zeytin ağacının ölümsüz olduğu ve köklerinin de ölümsüzlüğü simgelediğini anlatır. Yunan mitolojisine göre zeytin ağacı, deniz tanrısı Poseidon ile yaptığı bir yarışmayı kazanan tanrıça Athena tarafından ortaya çıkarılmış. Ödül, büyük bir şehrin himayesiymiş ve şehre en iyi hediyeyi kim sunarsa o kazanacakmış. Zeytin ağacı efsanelerde büyük bir ödül, olmamaları ise en büyük ceza olsa gerek.

bildigimiz-dunyanin-sonu-2
“Bildiğimiz Dünyanın Sonu” Sergisi | Fotoğraf Kaynağı: Cem Gülsüm

İlk kişisel serginizde zeytin ağaçları aracılığıyla yarattığınız gelecek tasvirinde insanlığın ve dünyanın sonuyla ilgili bir öngörüde bulunuyorsunuz. Umudu ve ölümsüzlüğü temsil eden bu öngörüyü açabilir misiniz?

Zeytin ağaçları, kutsal kitaplarda ve efsanelerde ölümsüzlüğün simgesi olarak tasvir edilir. Zeytin dalı erken çağlardan beri barışın da simgesidir. Birleşmiş Milletler’in simgesi stilize bir zeytin dalı içerir hatta. Günümüzde Yunanistan’da bir çocuk doğduğunda, refah, şans ve iyi talihi temsil eden bir zeytin ağacı dikilir. Dolayısıyla zeytin ağacı sadece reel varlığıyla değil, sembolik varlığıyla da ölümsüzlüğün, umudun ve barışın taşıyıcısıdır.

Zeytin ağacına atfedilen “ölümsüz ağaç” tabiri, onun ölse bile kökünden sürgün vererek tekrar büyüyebilmesinden geliyor. Bunu temele oturttuğumuzda serginizdeki heykellerin malzeme yapısı ve formunu pratiğe dökme noktasında size nasıl yol(lar) sundu?

Zeytin ağaçları geleneğin bir sembolü ve geçmiş dönemlerin bir tanığı olarak görülebilir. Uzun zaman önce unutulmuş zamanların ve mirasların taşıyıcısıdırlar. Zeytin ağacı aynı zamanda sabrın sembolü olarak görülür: bir zeytin ağacına bakmak dinginlik, huzur ve sükûnet hissi verir. Ayrıca, zeytin ağacı ölümsüzlüğün sembolüdür: krallara ve rahiplere güç verir ve dalları kahramanları ve olimpiyat şampiyonlarını taçlandırır. Zeytin ağaçlarını mermer gibi bir malzemeyle kayıt altına almak hem ona verdiğim değere dair bir tavır içeriyor hem de ölümsüzlüğüne vurgu yapıyor.

bildigimiz-dunyanin-sonu-3
“Bildiğimiz Dünyanın Sonu” Sergisi | Fotoğraf Kaynağı: Cem Gülsüm

Sergiye hazırlık süreci sizin için nasıl bir deneyime dönüştü? Heykellerin ortaya çıkışından önce zeytin ağaçlarına olan bakış açınızla sonrasındaki algılama biçiminiz arasında neler değişti?

Belki de zeytin ağaçlarını bu kadar sık görmem ve hafızama kazınmaları onları bu şekilde betimleme ihtiyacı duymama sebebiyet verdi. Onlarla daha derin bir ilişki kurduğum zaman aslında daha önce onlara baktığımı ancak görmediğimi fark ettim. Sonrasında da onlara daha da hayranlık duydum. Gerçekte ne kadar estetik ne kadar mükemmel organik formlar olduklarını, mucizevi varlıklar olduklarını fark ettim. Gerçekten taklit etmesi neredeyse imkânsız kendine münhasırlar…

Heykelin temel üretim disiplinleri olan modlaj, kolaj ve yontu tekniklerini benimseyen bir sanatçı olarak üretim sürecinizin hangi adımlardan oluştuğu ve nasıl işlediğini anlatabilir misiniz?

Açıkçası bu üç disiplinden de faydalandım. Ürettiğim dalların hiçbiri gerçek dalların birebir kopyası değil, bu formları kendi topladığım dallardan ya da zeytin ağacı formunun imgesel ve karakteristik yapılarını kullanarak kurduğum kompozisyonlar aracılığıyla oluşturdum. Aslına bakarsanız Antik Yunan’dan bugüne üretildiği biçimde kalıp mermerden elle yontarak ürettim bu çalışmaları.

bildigimiz-dunyanin-sonu-4
“Bildiğimiz Dünyanın Sonu” Sergisi | Fotoğraf Kaynağı: Cem Gülsüm

Sizce sanat, yaşama ve umutsuzluğa bir alan açar mı?

Benim için sanat üretmek, bir meditasyon gibi. Kendimi zorlayıp daha çok yorup işin sonucunda da biricik bir üretimin ortaya çıkması motivasyonumu çok artırıyor. Zamanımı, hayatımı bunu yaparak harcamak günün sonunda bana boşa yaşanmamış bir yaşam olarak yanıt veriyor. Motivasyonumu da bu şekilde buluyorum. Sanat, umutsuzluğa da yol açabilir tabii ki. Üretmek dışarıdan bakıldığında mutluluk içerisinde yapılan bir şey değil. Kendi adıma atölyemde sürekli problemlerle, hava koşullarıyla, bölgedeki elektrik kesintileriyle uğraşıyorum. Metropolde belki bu zorlukların daha fazlasını yaşıyoruz. İnsan bir şeye sarılıp mutlu olduğunda bir şeylerin kolaylaşacağını görebiliyor. Bu bir tercih meselesi sanırım.

Son olarak sanatsal üretim yolculuğunuzun ilerleyen süreci için yeni projeleriniz mevcut mu?

Tabii ki yeni projelerim mevcut. Tasarladığım fikirleri yavaştan hayata geçirip izleyiciyle buluşturmak istiyorum. Özellikle sadece taş değil, farklı malzemelerle de çalışıp farklı deneyimler yaşamak istiyorum.

Kapak Fotoğrafı: Cem Gülsüm

İlginizi çekebilir: Esra Saruhan’dan Sanatçı Deniz Salaçin Erciyas Röportajı