Türk şiiri büyük bir şiirdir; hatta iddia ediyorum ki Türk şiiri dünyanın en önemli şiir geleneklerinden biridir ve Türk edebiyatının en önemli şairleri Dünya edebiyatında bile en büyükler arasına rahatça girebilir. Öte yandan Türk şiirinin ve şiir okuyucusunun çok önemli bir sorunu var. Türk şiiri retorik ve slogandan ibarettir gibi aşırı indirgemeci ve zaten inanmadığım bir saptama yapmayacağım ama bazı durumlarda ve dönemlerde Türk şiirinin retoriğin esaretine, belagatin şehvetine, aktüel olanın çekiciliğine kapılabilme eğilimleri gösterdiğini de kabul etmemiz gerekir.

Fotoğraf: Suzy Hazelwood (Pexels.com)

Macarların şiir ile ilgili çok bilinen bir sözü vardır: “Bizde her üç kişiden ikisi şairdir”. Aziz Nesin bu söze şöyle cevap verir: “O da bir şey mi, bizde her üç kişiden dördü şairdir“. Melih Cevdet Anday TRT yayınlanan ve benim de izlediğim bir programda ise şöyle demişti: “Her insan gençliğinde şiir yazar. Sonra bırakır; unutur. Şiiri devam ettirenlere şair diyorlar”.

Tüm bu sözler şunu gösteriyor ki Türkiye’de şiir sadece edebiyatın diğer türlerine değil tüm sanat dallarına göre kıyaslanamaz bir popülerliğe sahip. Sinemayı bir kenara bırakırsak Türk insanının en haşır neşir olduğu sanat türüdür şiir. Hemen herkesin bir favori şiiri vardır. Hemen herkesin iyi kötü birkaç dize ezberinde bulunur. Bunda elbet şarkıların da büyük etkisi vardır. Pek çok popüler şarkıda güfte olarak şiirler kullanılmış; insanlar da şiir ile ilişkilerini bu sayede daha rahat kurabilmişlerdir. Bir de kafiyeli hafif duygusal manzum parçaları de şiir kabul edersek Melih Cevdet’in de dediği gibi “her insan” gençliğinde “şiir” yazmıştır, hele de âşık olunca.

Şiir okumaya çok erken başladım ve dolayısıyla da Türk şiiri ile tanışmam Türk romanına göre çok erken bir dönemde gerçekleşti. 10-11 yaşından itibaren yoğun bir şekilde şiir okumaya ve takip etmeye başladım. Şiir ile de ilişkimi ilgilendiğim tüm diğer sanat dallarında olduğu gibi entelektüel bir bağlama oturtmaya çalıştım ama bunun sanat yapıtının uyandırdığı hayranlık ve zevk duygusunu; ilişki kurmayı başardığım sanat yapıtının saf güzelliğini ikinci plana atmasına da izin vermedim. Güzel şiiri okudum, beğendim.

Enis Batur bir söyleşinde Türkiye’de farklı ideolojik çevrelerin birbirlerini okumama hastalığını şöyle tanımlar yakınarak: “Dünya görüşüne göre yazar seçilir mi” diye sorar bir röportajında ve devam eder: “Bir yazarı beğenen okur, o yazarın beğenmediği bir yazarı otomatikman beğenmiyor”. İdeolojilerin, politik ve toplumsal görüşlerin şiirin önüne geçmesine hiç ama hiç izin vermedim. Siyasi görüşüme çok uzak şairleri de okudum beğendim ki zaten bu yazının konusu olan listede politik-toplumsal görüşleri ile en ufak bir ortak yanım olmayan şairler de yer alıyor.

Fotoğraf: Nick Fewings (Unsplash.com)

Türk şiiri büyük bir şiirdir; hatta iddia ediyorum ki Türk şiiri dünyanın en önemli şiir geleneklerinden biridir ve Türk edebiyatının en önemli şairleri Dünya edebiyatında bile en büyükler arasına rahatça girebilir. Öte yandan Türk şiirinin ve şiir okuyucusunun çok önemli bir sorunu var. Türk şiiri retorik ve slogandan ibarettir gibi aşırı indirgemeci ve zaten inanmadığım bir saptama yapmayacağım ama bazı durumlarda ve dönemlerde Türk şiirinin retoriğin esaretine, belagatin şehvetine, aktüel olanın çekiciliğine kapılabilme eğilimleri gösterdiğini de kabul etmemiz gerekir.

Politik ve toplumsal dalgalar gerçek şiiri alıp götürür, geride şiiri bir ‘taraftar’ olarak seven ve açıkça da altını çizmemiz gerekir, kötü şiir okuyucusunun beğenisine hitap eden vasat bir edebiyat bırakır. Bu elbette şiir politik-toplumsal olanı dışlamalıdır anlamına gelmemelidir. Ahmet Oktay’ın Metin Eloğlu için yaptığı ‘‘Ozandır sonunda… hangi toplumsal soruna el atarsa atsın eninse sonunda şiir yazdığını bilir ama. Bu konuda titizlikle korur özgürlüğünü’’ saptama, her şair için geçerli olmalıdır. Öte yandan itiraf etmemiz gerekir ki bu topraklarda şiir okuyucusunu da önemli ölçüde bu taraftar okuyucu oluşturur. Enis Batur, Oktay Rifat hakkında yapılan bir belgeselde “Günümüz yaşamında şiir kuytulara sıkışmış durumda. İdeolojik nedenlerden dolayı okunanlar dışında Türk Şiiri’nin en iyi şairleri çok az okura ulaşmışlardır” der. Tuğrul Tanyol da “Nazım Hikmet ve Necip Fazıl’ın okuyucularının %98’i onların güzel şiirlerini kaçırmışlardır” saptamasını yapar. Taraftar okuyucu dışında kalan diğer büyük kesim ise Orhan Veli’ye takılıp kalan, şiiri sadece âşık olduğunda hatırlayan, başka bir deyişle şiiri aşk ile eşitleyen başka bir okuyucu kitlesidir. Aşk şiirini küçümsemiyorum; bilakis Cahit Zarifoğlu’nun Cemal Süreya için dediği “Sevgisizliğin dayatıldığı coğrafyalarda aşk şiiri yazmak bile başlı başına başkaldırmaktır” sözü çok doğrudur. Öte yandan şiiri aşk ile sınırlandırmak zihni çok zengin olan bir şiir dünyasının çok dar bir bölgesine sıkıştırmaktan başka bir işe yaramaz. Batur’un dediği gibi ‘gerçek ve iyi şiir’ kuytularda sıkışır kalır.

Türk Şiirinin 25 Şairi 

| Fotoğraf: Aaron Burden (Unsplash.com)

Ben lirik, duyarlılığı yüksek ama aynı zamanda simgeler ve metaforların yoğun kullanıldığı kapalı ve dolu bir şiir severim. Konusu ne olursa olsun duygu ve usu ustaca harmanlayan şairleri okurum. Arada elbette istisnalar çıkar ve dolayısıyla bu özelliklere sahip olmayan ama güzel olan şiirleri de yadsımam ama güzel şiir der geçerim.

Şiir bir duyarlılık işidir ve duyarlılığını hiçbir şekilde paylaşamadığım şairleri okumam. Bu onların kötü şair olduğu anlamına gelmez. Sadece benim onunla aynı düşünce ve duygu dünyasında buluşamadığımızı gösterir. Dolayısıyla bu listeye bu gözle bakılmasını öneriyorum: farklı alanlar ve konularındaki duyarlılıklarını ve bu duyarlılıklarını ustaca bir dil kullanma kabiliyeti, edebi yetenek ve düşünce ile birleştiren şairleri aldım bu listeye. Başka bir deyişle listede ‘poetikasını’ oluşturmuş; bu poetikayı tamamen kişisel tercihleri ile zamanla geliştirmiş-değiştirmiş yeni yollara yeni üsluplara yönelmiş veya aynı bırakmış ama tutarlılıkla ve ustalıkla korumuş şairlere yer vermeye çalıştım.

Yine ve yine… Her zaman olduğu gibi tamamen kendi beğenilerim doğrultusunda oluşturduğum öznel bir liste bu yazıda söz konusu olan. Dolayısıyla da ‘Türk şiirinin en büyük 25 şairi’ olarak değil ‘benim en sevdiğim 25 Türk şair listesi’ olarak okunmalı. Zaten aksini iddia etmek benim haddimi aşar. Listede çok özgün olan ama az okunan; hatta duyulduğunu düşünmediğim şairler de var, çok okunan, herkesin adını bildiği şairler de… Ayrıca şairlerden en sevdiğim şiirlerinden kısa alıntılar yapmaya çalıştım örnek olsun diye.

Listedeki şairleri sayan dikkatli okuyucular listede 21 şair görecekler. Listeyi hazırlarken Tuğrul Tanyol’n tabiri ile modern Türk şiirinin kurucusu 4 önemli-etkili şairi en başa aldım ve onlar hakkında yorum yazmadım ve onlardan dize almadım. Bu dört şair şunlar:

  • Yahya Kemal Beyatlı
  • Ahmet Haşim
  • Nazım Hikmet
  • Necip Fazıl Kısakürek

Ben de Tuğrul Tanyol gibi bu dört şairi okumadan, analiz etmeden ve anlamadan modern Türk şiirinin anlaşılmasının çok eksik olacağını; hatta mümkün olmayacağını düşünüyorum. O yüzden de Türk şiirine sıradan bir okuyucu olmanın ötesinde ilgi duyanların/ilgi gösterecek olanların öncelikle bu şairleri okuyup anlamasının gerektiğine inanıyorum. Öte yandan belirteyim; bu dörtlü içinden açık ara en sevdiğim şair Ahmet Haşim’dir. Bana şiiri sevdiren ve hala en çok ezbere şiirini bildiğim şair odur. Onu diğer üçünden ayrı bir yere koyarım kişisel olarak. Listedeki şairleri doğum yıllarına göre sıraladım; dolayısıyla benim en sevdiğim beş şairi merak edenler için de şu sıralamayı yapabilirim:

  1. Ahmet Haşim
  2. Ahmet Muhip Dranas
  3. Oktay Rifat 
  4. Edip Cansever 
  5. Hilmi Yavuz

Gelelim listedeki şairlere:

Ahmet Hamdi Tanpınar (1901-1962) 

Tanpınar’ın Günlükleri’ni okuyanlar onun kendini hiç de iyi bir şair olarak kabul etmediğini görebilirler. İtiraf etmek gerekir ki Türk edebiyatının en önemli romancılarından biri ve muhtemelen de en etkili edebiyat adamı olan Tanpınar’ın şairliği biraz geridedir. Lakin sadece Bursa’da Zaman bile onu bu listeye almak için yeterli olur. Ayrıca 25 şairin olduğu bir listede elbette Tanpınar’a iltimas geçeceğim:

Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare, geniş bir ânın
Parçalanmaz akışında

Ercüment Behzat Lav (1903-1984)

Berlin’deki tiyatro eğitiminden sonra döndüğü Türkiye’de radyo ve tiyatro dünyasının önemli isimlerinden biri olan Lav’ın şairliği biraz geç ilgi görmüş ve anlaşılmıştır. Oysa kendisi Türk şiirinde serbest hece vezninin ilk kullanan şairdir. Serenatlar Türk şiirinin en ilgi çekici, özgün ve görkemli aşk şiirleri arasında yer alır. Dönemine göre erotik boyutu yoğundur. Toplumsal duyarlılık, başkaldırı ile gerçeküstü bir şairanelik arasında gidip gelen ama ilgiye, okunmaya değer önemli bir şiirdir onun şiiri.

örtünüp çıplak beyazlığını
sütünü emsem güzelliğinin
(…)
ölümü düşündükçe
karanlığın ürküsünü içer gözlerin
ama ay
vurunca ay memelerine
yakar seni tutku dondurur

Asaf Halet Çelebi (1907-1958)

Türk şiirinin en özgün şairi kim diye sorulduğunda aklıma ilk gelen isim muhtemelen Asaf Halet olur. Döneminde anlaşılamamış, hatta alay edilmiş; değeri ancak çok sonraları 1990’larda anlaşılmıştır. Mistik, metafizik, soyut ve saf şiirin Türk edebiyatındaki en önemli temsilcisidir. Budizm, Sufi geleneği ve Hristiyan Mistisizmi etkisiyle Çelebi, şiiriyle adeta yeni bir Türkçe yaratmıştır. Sidharta, onun şiir anlayışını en iyi anlatan eserdir:

Nigrôdhâ
koskoca bir ağaç görüyorum
ufacık bir tohumda
o ne ağaç ne tohum
om mani padme hum

Sidharta buddha
ben bir meyvayım
ağacım âlem
ne ağaç
ne meyva
ben bir denizde eriyorum
om mani padme hum

Ahmet Muhip Dranas (1909-1980) 

Ezberlediğim ilk şiirlerden biridir Olvido. En sevdiğim şairler sıralamasında aklıma Haşim’den sonra o gelir. Dranas üzerine ayrı bir yazı yazmayı planladığımdan burada bence Türk şiirinin en iyi bir veya ikinci şiiri olan Olvido’dan değil bir başka anıtsal şiiri Ağrı’dan birkaç dize ile anacağım büyük şairi:

Zevk, o yosma kadın eski bir bahçede
Ayaküstü günah işlenen gecede
Bir susuzluk kadehi sunmuştu bana;
Yüzümü maskesiz gösteren ilk ayna.
Yel alsın götürsün bütün o geçmişi,
Büyülü kadehin zehrinden içmişi

Oktay Rifat (1914-1988)

Türk edebiyatının en büyük şairlerinden biri, benim de en sevdiğim ilk beş şair arasında yer alan Oktay Rifat şiir yaşamına Garip Akımı’nın (Birinci Yeni) üç şairinden biri olarak başlamış ama zamanla şiirini çok geliştirmiş değiştirmiş ve sadece şiirleri ile değil roman ve oyunları ile de Türk edebiyatının en büyük ve etkili edebiyatçılarından biri olmuştur. Bence değeri ve büyüklüğü hala bile yeteri kadar takdir edilmiyor:

Bulutların çıkınında
Mis kokulu güvercinleri gökyüzünün
Çıldırtırlar insan gözlü kedileri
Ay doğar kuyulara yalınayak
Telgrafın tellerinde gemi leşleri

Behçet Necatigil (1916-1979)

Modern Türk şiiri dendiğinde akla ilk gelen şairlerden biridir. İlk dönemlerinde ‘anlatı ve düz anlam’ üzerine kurduğu; bir Erol Evgin şarkısına güfte olabilecek (Gizli Sevda, Hani Bir Sevgilin Vardı) şiirlerden daha soyut/dil oyunlarına ve geniş anlatım olanaklarına dayanan özgün bir anlayışa evrilmiş olan Necatigil şiiri Türk Edebiyatı’nın en büyük zenginliklerinden biridir:

Hangi gizli ayışığı bâzı gecelerde
Yükseltir denizleri yatak kıyılarına?
İkili dilekleri kamçılar ılık su
– Haydi gel!
Sonra aynı anda beraber, haydi!

Saçlar solar serpintiler bitince
Yorgun uzar bir düşünce: Burdaki bu
Aynı kısık soluklardan sonra
Yüzyıllar önce, yine böyle uyuyordu.

İlhan Berk (1918-2008)

Modern Türk şiirinin ilk okuduğum şairleri arasında yer alan Berk, benim için çok ayrı bir yere sahiptir. Galile Denizi kitabında yer alan 1960 tarihli Çivi Yazısı benim kişisel edebiyat maceramda çok önemli bir yapıttır. O kitaptaki çoğu şiiri, çok soyut olduklarından dolayı ezberlemesi zor olsa da ezbere bilirim. Örnek: Ben senin Krallığın Ülkene Yetiştim…

Sen gittiğin o ülkesin varılmıyorsun
Vurmuş sonrasız nasıl en güzel sulara
Güzelliğin balıkları gibi İstanbul’un
Şimdi her yerde ne güzeldiniz o kalmış
Yankımış denizlere öbür kadınlara
Dünyada sizinle İstanbul olmak varmış

Özdemir Asaf (1923-1981)

Büyük şansızlığı mı desek Lavinia şiirini yazmak? Türk edebiyatının en bilinen karşılıksız aşk şiirlerinden biridir ama Asaf bir şair olarak o şiirinin çok ötesindedir. Öte yandan onun Lavinia ile ilişkisi örneğin Dranas’ın Fahriye Abla şiiri ile olan gibi değildir: Lavinia gerçekten ciddi olarak yazılmış çok güzel bir şiirdir. Dranas’ın bir tür mizah olsun diye yazdığı Fahriye Abla gibi yazılmamıştır. Soyut, dil oyunlarına dayanan ama bunun çok ötesine geçen duyarlılık boyutu yüksek çok kendine özgü bir şiiri vardır ve bu da onu Türk Şiiri’nin en özel şairlerinden biri yapar.

Ben pırıl pırıl bir gemiydim eskiden.
Beni o zaman görseydiniz
Siz de gelirdiniz peşimden.

Ama simdi şu aksam saatinde
Son liman kendim, bu döndüğüm,
Bilmiş, bulmuş, anlamış.
Hatırımda, bir vakitler güldüğüm.
Yoluna can serdiğim o kaçış.

Attila İlhan (1925-2005)

İlhan, Türk edebiyatının en üretken edebiyatçılarından biridir ve yazdığı şiirler dışında romanları ve denemeleri ile de farklı kuşakları etkilemeyi başarmıştır. Türkçeyi onun gibi güzel, armonik ve akıcı kullanan çok az şair vardır. Divan şiirinden de beslenen modern temaları da içeren kendine has bir şiiri vardır İlhan’ın. Öte yandan ‘her konuda söz söyleme’ iştahı; sanatta modernizme ve yeniliğe bakışındaki sorunlu yaklaşım, ki Birinci ve İkinci Yeni hakkındaki görüşleri bu yaklaşımın tipik bir göstergesidir, onu aynı zamanda tartışmalı bir hale getirir. Müjgan’a Aşk Şarkıları ki Yasak Sevişmek kitabında yer alan dört tane şiirden oluşur, Türk Edebiyatı’nda yazılmış en lirik aşk şiirlerdir. Dört Şarkı içinden en sevdiğim iki numaralı şarkı ile yer vereceğim İlhan’a:

Gördün sessizce buluştuğunu Nazım’la Nedim’in
Lacivert ıssızlığında yıldızlı bir serviliğin
Birinin elinde Varidat’ı Simavnalı Bedrettin’in
Birinin ağzında elinde mey kasesi vardı

Metin Eloğlu (1927-1985)

Türk şiirinde değeri anlaşılamamış, İkinci Yeni’ye açılan yolu ilk döşeyen şairlerden. Ressamdır Eloğlu, şiir ikinci uğraşıdır ama dil duygusu ve ustalığı onu İkinci Yeni’nin öncülerden biri yapar; şairliği ressamlığının önüne geçer. Argoyu kullanış biçimi, günlük yaşamdan esinlenmesi Birinci Yeni’ye göz kırpsa da sadece 1949’da yazdığı Dört Sıcak Gece şiiri onun Modern Türk Şiiri’nin en ciddiye alınması gereken şairlerinden biri olduğunu gösterir:

Bir fena oğlan; elleri beyaz
Uykudan hafif, sanattan ince
Pencereler onun için
Açılmış da can üşümüş
Yan odaya ışık vurmuş
Yazılmış böyle dizin.

Turgut Uyar (1927-1985)

Türk şiirinin en kendine has şairlerinden biridir Turgut Uyar. Okunsa ve esinlenilirse bile onun gibi şiir yazılamaz gibi gelir bana. İlk kez ortaokulda karşılaşmıştım dizeleriyle ve otuz yıldan fazladır ezberimdedir: “El ele gittiğimiz bir yolda sen git gide büyürsen/Benim içimde çok beklemiş, çok eski bir yer kanar”. Sonrasında da hep okudum hem sevdim Uyar’ı. Çok büyük şiirleri vardır ama benim için Kan Uyku’nun yeri başkadır:

Bir korkuyorum yalnız kalmaktan bir korkuyorum
Gündüzleri delice çalışıyorum geceleri kadınlarla yatıyorum
Sonra birden büyümüş görüyorum ağaçları
Kısrakları birden yavrulamış
Havaları birden güneşli
Kadınlarla yattığım yetse ya
Bir de kadınlarla yattığıma inanmam gerekiyor
Hoşlanmıyorum

Edip Cansever (1928-1986)

Kent şiiri, kentin içinde yalnız kalanlar, kentin üzerlerine çöktüğü ezilenler örselenenler… Bir şekilde Cansever’in şiiriyle Yusuf Atılgan romanı arasında bir ilişki kurarım. Yalnız adamdır Cansever ve yalnız adamı yazar; günlük yaşama sinmiş mutsuzlukları, dağılmış yaşamları, umutsuzları… Tragedyalar kitabını çok fazla okurum, Stepan yerine koyarım kendimi. Sanki Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam’ının şiiridir adeta. Tüm efsanevi şiirleri içinde Mendilimde Kan Sesleri ise bir tür Türkiye panoramasıdır; orada birey bir anda tüm Türkiye olur: “Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar/Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar/Mendilimde kan sesleri”. Yine de tek bir şiir seçmek zorunda kalsam Cansever’den o şiir Tragedyalar IV olur:

STEPAN
Bak Lusin, şu da var ki, genelevse gideceğin yer senin
Zaten bir genelevde yaşıyor gibisin
Her türlü çirkinliğin içinde
Her türlü düşmanlığın, her türlü bencilliğin
İçinde anlaşıyorsun vuruşaraktan
Ve kırılaraktan durmadan
Öyleyse bir kurtuluş bu mu? Bana kalırsa
Ölümünü içinde taşıyan bir isyan.

Cemal Süreya (1931-1990)

Üvercinka harçlıklarımla ilk aldığım şiir kitaplarından biridir. Günlerce elimden düşürmemiştim. Sonraları İlhan Berk’i, Edip Cansever’i ve Turgut Uyar’ı okudukça Süreya bir parça arka plana itildi. Bunda onun diğerlerine göre daha fazla ‘aşk-sevda şairi’ olmasının payı var elbette ama Türk şiirinin en önemli şairleri arasında hep önlerde yer alacaktır Süreya. Lirizmi erotizm ve ussalıkla birleştirerek kendine özel bir yer aşmıştır. Benim onca muhteşem şiiri içinde bu yazı için seçtiğim şiir: Beni öp, sonra doğur beni

Kan görüyorum taş görüyorum
bütün heykeller arasında
karabasan ılık acemi
– uykusuzluğun sütlü inciri –
kovanlara sızmıyor.
Annem çok küçükken öldü
beni öp, sonra doğur beni
.

Ece Ayhan (1931-2002) 

İz TV’de hakkında hazırlanan belgeselde şair için kurulan hayran kulübü üyelerinden biri “Ece Ayhan bazı şiirlerini sevip bazılarını sevmeyeceğiniz bir şair değil” demişti. Sanat, şiir, edebiyat söz konusu olduğunda bu tarz genelleştirmeler çok yanlıştır. Bir şairin tüm şiirlerini veya tüm şiir dönemlerini beğenmeyebiliriz. Ece Ayhan benim için bu konuda mükemmel bir örnektir. Yort Savul şiirleri Türk Edebiyatı’nın en derin ve soyut politik şiirleridir ve bir şairin ne anlattığı değil nasıl anlattığının önemli olduğunun en mükemmel örnekleridir. Meçhul Öğrenci Anıtı şiiri ise her okuduğumda bir yumruk olur boğazımda. O şiir Türk Eğitim Sistemi denilen tornadan geçmiş tüm öğrenciler içindir:

Arkadaşları zakkumlarla örmüşlerdir şu şiiri:
Aldırma 128! İntiharın parasız yatılı küçük zabit okullarında
Her çocuğun kalbinde kendinden büyük bir çocuk vardır
Bütün sınıf sana çocuk bayramlarında zarfsız kuşlar gönderecek

Nuri Pakdil (1934-2019)

Politik olarak kendini İslamcı ve devrimci biri olarak tanımlayan ama pek çok örnekte olduğu gibi bu niteliklerini yaşamının son dönemlerinde geride bırakmış bir şair Nuri Pakdil. Siyasi olarak neredeyse %99,9 farklı bir yerde durmama rağmen bu durum şairliğini selamlamama engel değil. Anneler ve Kudüs Türkçe’de yazılmış en müthiş epik şiirlerden biridir. Bir tarafta slogan ve epik boyutu ama aynı zamanda simgesel ve metaforik anlatımı ve dili onu farklı bir seviyeye çıkarır:

Mavi ışın dolanır anne gömleğinde
bal arısı deniz suyu
tayfı çocukların
gözetir kudüsleri

Hilmi Yavuz (1936) 

Hilmi Yavuz’un bu listedeki tüm şairler içinde benim açımdan çok özel bir yeri var: Kendisinden üniversitede öğrenciyken biri şiir biri de felsefe alanında iki ders almıştım. Derslerini en sevdiğim şairlerden biri olduğu için seçmiştim. Yavuz, modern Türk şiirinde gelenek ile moderni, doğu-batı sentezini en iyi ve doğru biçimde birleştiren ve uygulayan şairdir belki de. Klasik şairanelik ve lirizm ile bilgiyi-düşünceyi mükemmel birleştirir. Çok şiiri ezberimdedir, burada ilk ezberlediğim şiirinden bir parça ile hatırlıyorum kendisini. Hocam hala hayatta, Allah uzun ömür versin…

size bakmanın tarihi! bir
kalbime güvensem sizi hep
okurdum ben… ama nedense
hep aynı hüzün ve
hep aynı tutkuyla
bakmayı bilmediğimden, ne yapsam
bir ilenç, bir kargış
gibi ardım sıra geliyor şairliğim
o solgun yolculuğa adanmış

Ayhan Kırdar (1936-1999)

İkinci Yeni içinde değerlendirilebilecek bir şair olan Kırdar, Türk edebiyatının en kült şairlerinden biridir. Çoğu kişi tarafından bilinmeyen ama kendine has küçük bir okuyucu kitlesi olduğunu düşündüğüm bir edebiyat adamıdır. Yoğun, alegorik ve sert bir şiiri vardır ve Türk edebiyatında çok özel kendine has bir yerde durur şiiri. Daha çok okunmayı ve tanınmayı hak etmektedir. En bilinen ve okunan şiirlerinden biridir Lo:

Oysa ağlasan boğulacaktım
Nasıl eskiyorsa elbiseler üstümüzde
Öylesine eskiyor insan
Zaman iyi bir kalburun deliklerinden akıp durmada
Bir şarkı çalar durur plağında kaderin
Hangi makama geçecek bilinmez
Bilinmez neler yüklü yarınlar
Yıllar yılı yankı vermedi şu gök
Şu toprağın oburluğu dinmedi Lo.

Can Alkor (1936) 

Türk edebiyatının en sıradışı şairlerinden biridir Can Alkor. 71 yaşında ilk şiir kitabını Güneşdil’i, 85 yaşında ise ikinci kitabı Yasa Önünde’yi çıkarmıştır. Alkor okuyucunun tanımadığı bir isim değildir aslında. Almancanın önemli çevirmenlerinden biridir. Pek çok Nietzsche, Rilke, Trakl çevirisiyle bu büyük isimleri Türkçeye kazandırmıştır. Az ama öz yazdığı şiirlerinde de bu isimlerin, Orta Avrupa’nın o soluk görkemli hüznünün etkisini görmek mümkündür:

Yine de biliyoruz, haklıydı arayan ruh,
ödül buysa bile, dağlardan son kez bakış,
uzaklarda sisler içinde bir mavilik ve
yaşarken o ülkeye gidemeyeceksiniz! denmiştir,
yaşamımız çok kısa olduğu için değil,
insan yaşamı olduğu için.

İsmet Özel (1944) 

İşte politik olarak her döneminde, sosyalistliğinde de İslamcılığında da taban tabana zıt pozisyonlara sahip olduğum bir başka büyük şair. Büyük şiirleri çoktur ama benim için Sabah Ayartması bile başlı başına onu büyük bir şair yapar…

Sabah ki aklını çeler bir kuzgunun
götürür ıssız bir sorumluluğa
ama gitmeyen o simsiyah tad ağzımda
ve buramda coşkun göğertisi orospuluğun
bulanık, aç ve sonuna kadar cesur
Buramı öpesi gelir kuşların
kuşların heryerimi öpesi gelir
uzanırım aç ve sonuna kadar cesur
sabah günün en kıskanç vaktidir.
sabah günün el değmemiş bir vaktidir

Enis Batur (1952) 

Enis Batur sevdiğim bir şair olmanın yanında okuma eğilimlerimi, sanata bakış açımı ve bir entelektüel olmanın özelliklerini belirleme süreçlerinde beni derinden etkileyen çok önemli bir entelektüel ve edebiyat adamıdır. Batur üzerine de ayrı bir yazı planlıyorum.

Benim bahçem nicedir yekpâre çöldür,
Tohum olup düştünüz: Tek tek her kum
Tanesi rüzgârı denedi, döndüler havada,
rüzgâr onları savurdu, gittim kentlere
ektim ruhumu: Kederim tuttu topraklar.
Döndüm geldim buraya, sizden bir serap
doğmuş – ben gayrı ayrılmam kendimden,
güneşim akrepler için mağrur, gecelerim yıldız takımadaları, kapanırım üstünüze
derin fanus, soğuk sıcak kesilir: kendinize
beni büyük Prens seçin.

Tuğrul Tanyol (1953) 

Tuğrul Tanyol, benim modern Türk şiirini anlama sürecinde bana yol gösteren çok önemli bir edebiyat adamı ve şairdir. Örneğin Nazım Hikmet hiç okumazken onun yorumları dolayısıyla Türk modern şiirinin en önemli şairlerinden birini tanıdım. Tuğrul Tanyol günümüz Türk şiirinde Haşim geleneğini devam ettiren, çağdaş bir şiir anlayışını gelenekten koparmayan çok boyutlu poetikası doğrultusunda çok önemli şiirler ortaya koyar:

gün soldu, eteklerinde kızıl pırıltılarla damlarken su
bir at kişnemesi, yağız gül kokusu
vardığımda yoktu bütün kapılar.
ben yitik zamanın altında kaldım
silindi kapılar ben dışarda kaldım
bu soğuk, bu kimsesiz karanlıkta
yalnızım, ellerimden başka yok fenerim.

Kapak Fotoğrafı: Aaron Burden (Unsplash.com)

İlginizi çekebilir: Bülent Tunga Yılmaz’dan İz Bırakan 25 Türk Romanı