Bazen hayatımızda olan biteni geride bırakamadığımız zamanlar olur, bazen yaşanılanları üstünden ne kadar zaman geçerse geçsin yoğunluğunu hissetmeye devam ederiz, ama bazen her şeyi bırakıp yola devam etmek gerekir. Aşk Geçmişim; geçmiş aşklar, bunun getirdiği birtakım davranışlar ve kadın-erkek ilişkileri üzerine kurulu bir anti romantik oyun. Dün akşam izleme şansı bulduğum oyunu sizlere anlatmak, sizin de gitmenize önayak olmak istiyorum. Çünkü, herkesin kendi hayatından izler görebileceği, dersler çıkarabileceği müthiş bir oyundu! Lafı daha fazla uzatmadan Aşk Geçmişim oyunu ayrıntılarına geçiyorum.

Aşk Geçmişim, İskoç yazar Daniel Craig Jackson tarafından yazılıp Erdem Avşar tarafından çevrilen, Tuğrul Tülek’in yönettiği hafif dramatik biraz anti romantik komedi oyunu. Rıza Kocaoğlu, Şebnem Bozoklu ve Melisa Doğu’nun sahnede harikalar yarattığı, her birinin birden çok karakteri canlandırdığı oyunda yer yer kahkahaya boğulabilir yer yer gözlerinizden akan yaşları silebilirsiniz. Oyunda, kurumsal bir şirkette çalışmaya başlayan Tom (Rıza Kocaoğlu) ve onunla aynı şirkette çalışan iş arkadaşı Amy (Şebnem Bozoklu)’nin aşk hikayesi anlatılıyor. Ama bazı ayrıntılarla…

Oyun tek bir zamana sıkışıp kalmadan, geçmişle bugünü anlatırken tek bir karakterin bakış açısına sabitlenmeden farklı pencerelerden de bakış açısı sunuyor. Öncelikle hikâyeyi Tom’un bakış açışıyla izleyip ‘nefis’ olduğuna karar veriyoruz. İnsanlarla sosyalleşmeyi pek sevmeyen, lise aşkı yüzünden aşka küsmüş Tom ve gençlik aşkını unutamamış, 30’lu yaşlara geldiği ve hala yalnız olduğu için başarısız olduğu düşünülen Amy’nin hayatı bir Cuma akşamı iş çıkışı bir şeyler içmeleriyle başlıyor. Bir kadeh, iki kadeh, üç kadeh… Kestik! Ertesi sabah… Ardından, aynı şirkette yaşayan ve bir ilişki içinde olan insanların yaşadığı, yaşayacağı zorlukları izlemeye başlıyoruz sahnede. Sonra hikaye bir de Amy’nin gözünden oynanmaya başlıyor. Bir erkek ve bir kadının olayları nasıl yorumladığını görmek de oyunu iyice zevkli bir hale getiriyor.

Tom ile Amy’nin hem birbirine bu kadar zıt hem de bir o kadar birbirleri için yaratılmış gibi olduklarını düşündüm oyun boyunca. Eski aşklarını unutamamaları, hatta eski aşklarının hayatlarında yarattığı travmalarla ‘bugünkü insan’ haline gelmeleri onları aynı paydada buluştururken; Amy’nin düzenli, temiz ve skin hayatıyla Tom’un karmakarışık ve düzensiz hayatı da onları ayırıyor.

Danslar, şarkılar, şiirler derken oyun sizi alıp götürüyor. Kendi hayatınızı, geçmiş ilişkileriniz ve hatta gelecek ilişkilerinizi düşünmeye başlıyorsunuz bir yandan. Yani hayatın çok içinden bir oyun aslında. Bazı tiradlar var mesela, günlük hayatınızda birebir duyduğunuz ya da duyma olasılığınız çok yüksek olan…

Oyunun konusu dışında sahnelenme şekli de oldukça keyif verici. Yönetmen Tuğrul Tülek’in yaratıcılığına sağlık! Dekorların alışılmışın dışında kullanılması, karakterlerin hem kendi gençliklerini hem bugünkü hallerini hem de bambaşka kişileri oynaması ve bir rolden diğerine geçerken tamamen sahnenin önünde, yani gözlerimizin önünde yeni karakterlere bürünme anları, anlatıcının hem seyirciye dönüp düşüncelerini anlatması hem oyuna dönüp oynamaya devam etmesi… Bütün bunlar oyuna ve oyunculara hayran kalmamızı sağlıyor.

Oyunun sonuna geldiğimizdeyse Tom ve Amy’nin hayatlarındaki eski aşklarıyla yaşadıkları ikinci bir dönüm noktası ardından aralarında oluşan bağ ile yüreklerimiz ısınıyor, gözlerimiz doluyor. Vakit bulan herkesin mutlaka bu anti romantik ama bence bir o kadar da romantik oyunu izlemesi gerektiğini düşünüyorum. Kaleminize, ışığınıza, oyununuza sağlık!

Biletlere buradan ulaşabilirsiniz.

İlginizi çekebilir: MagPorter’dan Aşk Geçmişim Röportajı