Ergüder Yoldaş, benzer pek çok büyük adam gibi içinde fırtınalar kopan, Tanpınar’ın tabiri ile “masalı olan” biridir. Bu masal acı bir gerçeğe, fırtınalar da önüne gelen her şeyi yakıp yıkan devasa kasırgalara dönüştüğünde de başka bir çaresi kalmamış ve kendisi için en onurlu olan yolu seçip insanlardan uzaklaşarak kendi içine, başka bir deyişle yeniden masalına dönmeyi denemiştir. Her ne kadar o masal da Saki şarkısında dediği gibi yeşil-pembe bir rüya değil yalnızlık karanlığında bir dünyaya dönüşmüş olsa ve o dünyada içine karlar yağsa bile Yoldaş orada kendiyle baş başa, insanlardan uzak kalabilmiştir. Samuel Beckett’in “dünyadasın, işte bunun tedavisi yok” sözü Yoldaş için somutlaşmıştır.

Ergüder Yoldaş | Fotoğraf: Milliyet

Türk Pop Müziği çok ilgilendiğim, dinlediğim ve haliyle de çok bildiğim bir alan değil. Öte yandan ister istemez tarihsel ve kültürel gelişimine Türkiye’de yaşayan; müziğe basit bir dinleyici olmanın ötesinde entelektüel ilgi duyan biri olarak aşina olduğum bir olgu. Bu kapsamda genel bilgilerim ve ilgim doğrultusunda benden Türk Pop Müziği tarihinin en iyi beş albümünün sayılması istense hemen hiç düşünmeden aklıma şu çalışmalar gelir (kronolojik sırayla):

Les Danses et Rythmes de la Turquie d’hier á aujourd’hui  (1971) – Moğollar (Türkiye’de Anadolu Pop olarak yayınlandı)

Benimle Oynar Mısın? (1974) – Bülent Ortaçgil

Dünden Bugüne (1981) – Timur Selçuk (1974 tarihli İspanyol Meyhanesi’ndeki şarkılar yanında  bestecinin 1970lerde yaptığı diğer önemli bestelerini de kapsadığı için bu albümü tercih ettim. Albümün özünü İspanyol Meyhanesi oluşturur).

Yeni Bir Gün – Barış Manço (1979)

Sultan-ı Yegah – Ergüder Yoldaş (1982)

Ergüder Yoldaş | Fotoğraf: Adalar Müzesi

Bu albümler içinde de şu ana kadar yapılmış en iyi Türk Popüler Müzik albümü nedir diye sorularsa cevabım ise net: Sultan-ı Yegah. Albüme adını veren Sultan-ı Yegah da Türk Pop Müzik tarihinin en iyi şarkısıdır benim için. Bu yazıyı da uzun zamandır müziklerini dinlediğim ve sanatı üzerine düşündüğüm albümün bestecisi Ergüder Yoldaş’ın ölümünün yedinci yıldönümü üzerine yazıyorum.

Ergüder Yoldaş 1939’da İzmir’de doğar. Kuşağının en yetenekli müzisyenlerinden biri olarak kabul edilen Yoldaş, Ahmet Adnan Saygun ile Ankara Devlet Konservatuarı’nda bestecilik çalışır. Dönemdaşı arkadaşlarının çoğunun aksine müzikal çalışmalarına klasik müzik tarzında devam etmez; farklı bir yol seçer. 1963’de kurduğu Halikarnas Altısı grubu ile müzik çalışmalarına başlar. 1970lerde kendi isimiyle çok az çalışma yapar. Kendi kurduğu ve yine kendi adını taşıyan Hafif Türk Müziği Oda Orkestrası ile yaptığı bu çalışmalar halk müziği ezgilerinin başarılı bir şekilde klasik müzik ve jazz tarzlarında batılı enstrümanlarla orkestrasyon uyarlamalarını içeren ‘Anadolu Rüzgarı’,Aynalar’,Kambur Felek’, Geçti Dost Kervanı’, ve Suya Giden Allı Gelin’ 45likleridir.

Anadolu Rock ve Pop türlerinin popülerleşmeye başladığı bir dönemde bu çalışmalar ciddi sayılabilecek bir ilgi görmüş olsa da o yıllarda Yoldaş ağırlıklı olarak farklı sanatçılar için yaptığı beste, uyarlama ve orkestrasyonlar ile tanınır. Bu çalışmalar arasında Ömer Aysan için yaptığı Kara Kuzu, Ayla Algan için Koca Öküz çok popüler olur. Sultan-ı Yegah öncesinde onu müzikal açıdan gündeme getiren en önemli olay ise 1977’de Ayla Algan’ın Sopot Müzik Yarışması’nda birinci olmasını sağlayan ‘L’ Aigle Noir’ şarkısıdır. Yoldaş’ın Gilbet Becaud’un L’Indian şarkısı ve West Side Story müzikalinden seçmeleri mash-up tekniği ile yeniden düzenleyip 100 kişilik orkestra ve 5 kişilik koro için yazdığı bu şarkı çok büyük ilgi görmüştür. Parça mash-up tekniğinin ilk ve en başarılı örneklerden biri sayılabilir.

youtube play youtube play

1981 yılında gelindiğinde ise Ergüder Yoldaş, önceleri öğrencisi olan ve sonrasında da evlendiği Nur Yoldaş’ın seslendirdiği Sultan-ı Yegah albümünü yapar ve Türk Pop Müzik tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir müzikal özgünlüğe ve mükemmelliğe imza atar. Bu albüm sonrasında da pek çokları tarafından Türk Pop Müziği’nin ‘dahi’ bestecisi olarak nitelendirilmeye başlanır.

Türk Pop tarihi konusunda Türkiye’deki en yetkin birkaç isimden bir olan Naim Dilmener albüm hakkında şöyle der: “Doğu ile batının iki yakasını mükemmel bir biçimde bir araya getirmiştir bu albüm; ne öncesi ne de sonrasında, muadiline rastlanmamış ölçüde özgün ve sağlamdır.” Dilmener’in de dediği gibi 75 yıllık Türk Pop Müziği tarihinde Sultan-ı Yegah’dan özgün bir yapıt yoktur ve yakın zamanda da onun düzeyinde yenilikçi ve müzikal açıdan iddialı bir çalışmanın gelebileceğini düşünmüyorum.

Albümü dinleyen bir Türk müzisyen olsam Thomas Bernhard’ın Der Untergeher (Türkçeye Bitik Adam olarak çevrilmiştir) romanında Glenn Gould karşısında romanın ana karakteri anlatıcı ve sonrasında intihar eden Wertheimer gibi hissederdim. Adeta musiki bir mucize olan albüm nerdeyse sinir bozucu derecede dahiyane bir müzikal mükemmellik barındırır.

Yoldaş albümde öncelikle teknik olarak neredeyse olmayacak bir şeyi başarmıştır: Her bir parçayı klasik Türk müziği makamlarında bestelenmiş; Türk sanat müziğinin makamsal altyapısına batılı müzik formlarını Türk ve batılı enstrümanların bir arada kullanıldığı melodiler aracılığıyla yerleştirmiştir. Albümdeki Mihrimah “muhayyer kürdi”, Sâki “nihavent”, Kömür Gözlüm “hüseyni”, Nedir Yarabbi Derdim “ferahfeza”, Nagehan Bustan Faslı “hümayun”, Sa’d-abad “buselik”, Mahur “mahur”, Defter-i Divanimiz “hicaz”, Disko Segah “segah” ve Sultan-ı yegah “sultaniyegâh” makamlarında bestelenmişlerdir. Bir başka deyişle Yoldaş makamlardan oluşan yatay bir yapıya batılı formlardan oluşan bir dikey yapıyı eklemeyi başarmıştır ve bunu da kusursuz bir şekilde yapmıştır. Hele de sultan-i yegahın bir şed makam, yani başka bir makam dizisinin kendi yerinden başka bir perde üzerinde göçürülmesinden oluşan bir makam olduğunu düşünürsek Yoldaş’ın yapısal olarak yaptığının nasıl zor olduğunu anlamak mümkün olur.

Albümdeki şarkıların orkestrasyonu da kusursuzdur. Matematiksel bir mükemmelliğe sahip olan orkestrasyonda her bir enstrüman saat gibi işleyen bir yapı içinde birbirini tamamlar. İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nın çaldığı yaylılar, İstanbul Gelişim Orkestrası, farklı türdeki synthesizer’lar, elektro piyano, baslar, vurmalılar, yaylı tambur ki onu da albümde büyük üstat Sadun Aksüt çalmıştır, tam zamanında parçanın kendileri için yazılmış en uygun bölümünde girer, sonra yerini diğer enstrümana bırakır ve sonrasında her birlikte bir crescendo ile müthiş bir şekilde buluşurlar. Örneğin albümün giriş şarkısı Mihmirah, sadece Türk değil dünya pop müzik tarihinin en müthiş orkestrasyona sahip şarkılarından biridir. Introsu bu kadar etkileyici çok az parça vardır.

Albümün en bilinen şarkısı olan ve albüme adını veren Sultan-ı Yegah ise yaylı düzenlenmelerinin ve Türk enstrümanlarının kullanılmadığı, synthesizer, gitar, bas ve bateri ağırlıklı bir şarkıdır. Yoldaş bu kez sultan-i yegah makamını sadece batılı enstrümanları kullanarak yaptığı bir pop şarkıda kullanmıştır. Şarkının müzikal mükemmelliği yanında bu kadar etkili olmasını sağlayan bir diğer unsur ise hiç kuşkusuz Atilla İlhan’ın en müthiş şiirlerinden biri üzerine bestelenmesidir. 1972’de İlhan’ın mistik bir hava yaratan ama 12 Mart 1971 Askeri Müdahalesini eleştirmek için yazdığı aynı adlı şiirden Yoldaş bir pop şarkı çıkarmakla kalmamış, politik olarak da çok cesur bir girişimde bulunarak askeri darbenin en yoğun ve sert günlerinde bir başka askeri darbeyi eleştiren  bu dizeleri kullanmıştır. İlhan’ın kullandığı metaforlar öyle iyidir ki dönemin junta rejimi ve kültür/sanat dünyasındaki uzantıları şarkının politik mesajlarını anlayamamışladır. Dolayısıyla şarkının büyüklüğü politik bir bağlam içinde, zor bir Türk Musikisi makamında tamamen batılı pop müzik enstrümanları ile bestelenip bir pop müzik formatında olmasına rağmen derinlikli ve büyüleyici bir mistik atmosfer yaratmasıdır. Ne zaman gece gökyüzüne baksam ve ay görsem zihnim Atilla İlhan’ın

‘şamdanları donanınca eski zaman sevdalarının

başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegâhın

nemli yumuşaklığı tende denizden gelen ahın

gizemli kanatları ruhta ölüm karanlığının

başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegâhın’

dizeleri eşliğinde Yoldaş’ın şarkısı ile Debussy’nin büyük Fransız şair Paul Verlaine’nin şiirinden esinlenerek bestelediği Claire de Lune  arasında gidip gelir. Çalışmanın yapısal mükemmelliğinin ötesinde bir sanat yapıtı olarak bir başka büyüleyiciliği de ruhsal derinliği, klasik müzik tarihinin en romantik melodilerinden biri ile boy ölçüşmesi ve aynı zaman içinde tıpkı müzik formlarında olduğu gibi duygusal düzeyde de batıyı ve doğuyu buluşturmasıdır.

Yoldaş’ın yaşamının trajik ve bitik bölümü de albüm sonrasında başlar. Albüm ve özellikle Sultan-ı Yegah şarkısı çok büyük bir başarı sağlamış; 1980 sonrası 12 Eylül darbesinin ilk yıllarının sıkıntılı kültür ve sanat ortamında çok ciddi bir etki yapmıştır. Yoldaş 1983 yılında yine Atilla İlhan ve eşi Nur Yoldaş ile iş birliği içinde İlhan’ın bir başka şiiri olan Elde Var Hüzün’ü besteler. Bu albüm müzikal açıdan Sultan-ı Yegah tarzını devam ettirir ve hatta orkestrasyon ve düzenleme açısından benzer düzeyde bir çalışma ortaya koyar. Öte yandan müzikalite olarak üst düzeye ve içinde Handan ve Döne Döne mükemmel şarkılara sahip olmasına rağmen Sultan-ı Yegah gibi popüler bir beğeniye hitap edecek bir parça ihtiva etmemesinden dolayı albüm ticari açıdan bestecinin beklediği etkiyi yapmaz.

Son kez 80ler’in sonunda Esin Afşar için Mevlana Şarkıları isimli bir albüm yapar ama bu çalışma da çok bilinmez ve insanlara ulaşmaz. Elde Var Hüzün sonrasındaki başarısızlık ardından eşi Nur Yoldaş’ın başka biri için onu terk etmesi Yoldaş için sonun başlangıcı olur. Bir süre adeta bir vagabond misali seyahat eder, bir yere ait olmadan yaşamını sürdürür. Alkol dolayısıyla İzmir ve İstanbul’da belirli sürelerde hastanelere yatar. Sonrasında da her şeyi geride bırakarak kaybolur ve Ada’ya yerleşir. Hastalıktan dolayı tedavi için İstanbul’a kısa bir süreliğine dönmeleri dışında yaşamını Ada’da sürdürür. İki yıl boyunca kendisinden hiç haber alınamaz. Uğur Dündar bir televizyon programı için Ada’ya gittiğinde onu ormanda perişan bir halde, saçı sakalı birbirine karışmış bir evsiz olarak naylonlardan yaptığı bir barınakta ve çöpler içinde yaşarken bulur. Kız kardeşi Yoldaş’ı Ada’dan kurtarmaya çalışır, yeniden hastaneye yatırılır ama bu da uzun sürmez. Yoldaş tekrar Ada’ya kaçar. Bir ara Dr. Muzaffer Kuşhan, Yoldaş’ı ikna eder ve kliniğinde müzik yapmasını teklif eder. Kısa bir süre Kuşhan’ın kliniğinde müzik yapan Yoldaş yine habersiz bir şekilde Ada’ya atar kendini.

Orada kendi başına, perişan bir halde yaşamaya ve kimseyle görüşmemeye devam eder. Yoğun kış günlerinde yeniden abisinin yanına giden kız kardeşi “abi, götüreyim seni; üşümüyor musun” diye sorduğunda Yoldaş şöyle cevap verir: “İçime karlar yağıyor ama ben gelmem.” Bunun üzerine kardeşi ve ailesi Ada’da daha iyi şartlarda yaşaması için bir düzen kurar ama bu da uzun sürmez; Yoldaş o düzene de uyum göstermez. Ailesinin açtığı banka hesabını kapattırır. Ona her gün yemek götüren görevliler onu kulübesinde bulamazlar. Sonra ağır hasta olduğu için Ada’da hastaneye yatırılmış halde bulunur. Bu hastalık Yoldaş’ın Ada döneminin de sonu olur. Bir öğrencisi onu hastaneden alır ve evine götürür. Bir süre öğrencisinde kalan ve Taksim’de bir mekanda müzik yapan Yoldaş erkek kardeşi ve kız kardeşinin ısrarlarıyla İstanbul’dan tamamen ayrılır ve 25 Ocak 2016’daki vefatına kadar kız kardeşi ve yeğenleriyle beraber İzmir’de yaşar. Bu dönemde yeniden besteler, bir albüm çalışması için antlaşmalar da yapar ancak ömrü vefa etmez bu çalışmaları tamamlamasına.

Yoldaş’ın hikayesi sanat tarihinde yer alan pek çok büyük sanatçı ve müzisyenin  acı ve trajik hikayeleri ile benzerlik gösterir. Büyük başarıların, büyük fikirlerin-mücadelelerin sonrasında gelen büyük hayal kırıklıkları, ruhsal ve fiziksel çöküşler ve sonunda da inzivaya çekilmesinin ötesinde münzevi bir hayat… Pek çok kişi bu çöküşün eşi ve en önemli müzikal ortağı/solisti Nur Yoldaş’ın onu terk etmesinden kaynaklandığını söylemiştir ama bu onu sona götüren yolu döşeyen taşlardan biri, belki de en küçüğüdür. Ergüder Yoldaş 2007 yılında verdiği röportajda münzevi yaşamı tercih etme nedenini “insanlara olan güveninin kalmaması ve sisteme tepki olarak” açıklar. Bu röportaj, ancak, sanat, kültür ve müzik üzerine orijinal ve dikkate değer görüşleri olan bir büyük sanatçı ve entelektüel ile gerçeklikle ilişkisini kaybetmeye başlamış bir adam arasındaki ince çizginin ortadan kaybolmaya başladığını da gösterir. Dahilik ile delilik arasındaki eşikte duran birinin profilini de sunar bize maalesef.

Yoldaş kıyıda köşede kalmış, unutulmuş bir müzisyen olmamıştır hiçbir zaman. Müzik eğitimine başladıktan ve sonrasında da profesyonel müzik yaşamına girdikten itibaren yeteneği taktir ve hayranlıkla karşılanmış; saygı gören bir besteci ve aranjör olarak Türk Müzik dünyasında kendine önemli bir yer edinmiştir. Sultan-ı Yegah da değeri bilinmemiş, unutulmuş bir albüm olmamıştır. Gerek eleştirmenler, müzisyenler gerekse de dinleyici nezdinde itibarı ve hakkı teslim edilmiş bir çalışmadır. Yayınlandığı dönemde müzikal düzeyde olduğu kadar ticari açıdan da başarılı olmuştur. 2017’de Hürriyet Gazetesi’nin yaptığı Türkiye’nin 100 Albümü araştırmasının sonucu oluşan en iyiler listesinde ilk 10 içinde yer almıştır.

Yoldaş büyük bir entelektüel yoğunluk içeren ve ciddi bir enerji gerektiren Sultan-ı Yegah albümünü yaptıktan sonra belki de bir tür tükenme sendromu yaşamıştır. Albümün ticari başarısı onun umrunda olmamıştır hiçbir zaman. Yoldaş’ın sanat ve müzik üzerine düşünceleri ve hedefleri dönemin Türkiyesi’nin ekonomik, toplumsal, sanatsal ve müzikal şartlarının ve olanaklarının çok ötesindedir tıpkı daha önce üzerine yazdığım Metin Erksan’ın sinemada yaşadığı gibi. Onun müzikal olarak, hele de popüler müzik ortamında  bir karşılığı olmamıştır. Kendini konservatuar ve klasik müzik dünyasının fildişi kulesine de hapsetmek istememiştir; keza yaptıklarının popüler ve toplumsal bir karşılığı olmasını da istemektedir. Bale veya opera besteleseydi müzikleri muhtemelen dünyanın pek çok önemli müzik merkezinde çalınır ve sahnelenirdi ama örneğin Ahmet Adnan Saygın, Ulvi Cemal Erkin veya Cemal Reşit Rey gibi ismi kendi ülkesinden çok başka yerlerindeki klasik müzik dinleyicileri tarafından bilinen Türk bestecileri arasında yer alırdı.

Bu açıdan bence başına gelen tüm somut olaylar bahanedir Yoldaş için. Onun bu yitik, segah yaşamı içinde fırtınalar kopan, düşünceleri ve sanatsal ufku yaşadığı ülkenin, toplumun çok ötesinde bir adamın çaresiz kalışı ve içine dönüşüdür. Tüm başarılar, şöhret onun umrunda değildir. Ergüder Yoldaş, benzer pek çok büyük adam gibi içinde fırtınalar kopan, Tanpınar’ın tabiri ile “masalı olan” biridir. Bu masal acı bir gerçeğe, fırtınalar da önüne gelen her şeyi yakıp yıkan devasa kasırgalara dönüştüğünde de başka bir çaresi kalmamış ve kendisi için en onurlu olan yolu seçip insanlardan uzaklaşarak kendi içine, başka bir deyişle yeniden masalına dönmeyi denemiştir. Her ne kadar o masal da Saki şarkısında dediği gibi yeşil-pembe bir rüya değil yalnızlık karanlığında bir dünyaya dönüşmüş olsa ve o dünyada içine karlar yağsa bile Yoldaş orada kendiyle baş başa, insanlardan uzak kalabilmiştir. Samuel Beckett’in “dünyadasın, işte bunun tedavisi yok” sözü Ergüder Yoldaş için somutlaşmıştır.

Yoldaş Sultan-i Yegah albümünün en müthiş şarkılarından biri olan ve sözlerini kendi yazdığı Saki şarkısında şöyle der:

Bıktım artık yaşamaktan

Son kadehte zehir sun saki

2016 yılının 25 Ocak günü o zehirli kadeh sunulmuş ve geriye bir segah bir yaşam öyküsü ile Sultan-ı Yegah kalmıştır.

Not: Yazıyı yazarken yaptığım araştırma sırasında Mor ve Ötesi’nin Sultan-ı Yegah’ın bir cover versiyonun yaptığını gördüm. Türk rock müziği açıkçası dinlemediğim ve hakkında da yorum yapacak kadar bilmediğim bir alan. Mor ve Ötesi duyduğum ama dinlemediğim, öte yandan bu alanın en iyilerinden biri olarak kabul edildiğini bildiğim bir grup. İtiraf edeyim, cover bence hiç olmamış. Şarkıyı dinlediğimde ne sultan-ı yegahın saltanatını ne de ruhtaki ölüm karanlığının gizemli kanatlarını hissettim. Yine de grubun hakkını vermek lazım. Grubun solistinin gerek şarkıya gerekse de şiire gösterdiği hayranlığı ve hürmeti ve bu hürmetin sonucu olarak da bu düzenlemeyi yaptıklarını ifade etmesini çok taktir ettim. Bu düzenlemenin faydası daha önce bu albümden, şarkıdan ve Ergüder Yoldaş’dan haberi olmayan bir kuşağın en azından onların varlığını ve Türk Müzik ve Kültür tarihi içindeki önemini öğrenmeleri olabilir.

Kapak Fotoğrafı: Adalar Müzesi

İlginizi çekebilir: Bülent Tunga Yılmaz’dan Metin Erksan