Eski İstanbul’a dair pek çok fotoğraf, resim, çizim görmüşüzdür; ancak sözü geçen İstanbul çoğu zaman 1950-60’lı yılların İstanbul’u olup, altın çağı da o zaman yaşadığı söylenir. Benim John Freely’ni “Evliya Çelebi’nin İstanbul’u” kitabından yola çıkarak bahsetmek istediğim dönem ise 17. yüzyıl İstanbul’u ve o yüzyıla kıyasla bugünün İstanbul’unda nelerin değiştiği, nelerin aynı kaldığı ve bazı yaşantıların nasıl gelenekselleşip günümüze kadar gelebildiği.

Evliya Çelebi'nin İstanbul'u
Evliya Çelebi’nin İstanbul’u | Fotoğraf: Işıl Uyar

Böyle bir kıyaslama için baz aldığım kaynak olan John Freely’nin Evliya Çelebi’nin İstanbul’u isimli kitabında yazar, Evliya Çelebi’nin İstanbul’u anlattığı kısımları kendi yorumlarıyla birleştiriyor ve şu anki İstanbul’u daha iyi anlamamızı sağlıyor.

Kitabı incelemek için tıklayın.

Her ne kadar Seyahâtname‘deki bazı noktaların Evliya Çelebi’nin kurgusu olduğu söylense de 17. yüzyılda bitirilmiş olan İstanbul kısmı, bize detaylı bir İstanbul görüntüsü sunuyor. İşin en ilginç kısmı ise aradan 350 yıl geçmesine rağmen bahsi geçen bazı anlatıların hala yaşamımızda var olması…

Matrakçı Nasuh'un İstanbul Minyatürü
Matrakçı Nasuh’un İstanbul Minyatürü | Fotoğraf: Tarihlisanat

Bunlardan ilki, İstanbul’daki işkembeciler. Bununla başlamak kulağa garip geliyor olabilir ama sizin de ilginç bulacağınıza eminim. İstanbul’da köklü bir işkembeci geleneği olduğunu biliyordum ancak bu denli eski olmasını beklemiyordum. 17. yüzyılda İstanbul’daki işkembeciler, içki içilen akşamın sabahına doğru ziyaret edilir ve içkinin etkisini azalttığı için uğrak bir nokta olurmuş, tıpkı günümüzdeki gibi.

İkinci bir başka detay ise 1638 yılında Sultan IV. Murad’ın düzenlettiği geçit töreninde esnaf loncalarında bulunan balık pişiricileri ve helvacılar. Bu iki esnaf loncası kimin daha önce geçit törenine çıkacağı konusunda anlaşmazlık yaşamış. Helvacılar, balığın akıl sağlığını zayıflattığını söylerken, balık pişiricileri ise helvacıları suçlamış. “Balığı yediysen helvasını da yiyeceksin” lafı ve geçit töreninde bu iki grubun hangisinin daha önce çıkacağı ile ilgili olan tartışması günümüzdeki balıktan sonra helva yeme adetiyle alakalı olabilir. 17. yüzyıldan gelen, o zamanlar varolmuş bir alışkanlık mıdır, yoksa bu geçit töreninden sonra çıkmış olan bir adet midir bilinmez ancak 350 yıl öncesinde böyle bir detay görmek insanı şaşırtıyor.

Geleneksel Türk Kahvesi
Geleneksel Türk Kahvesi | Fotoğraf: Unsplash

Son olarak kitapta şehrin kahvecilerinin Eminönü’nde bulunduğu ve tüm İstanbul’a kahve öğüttükleri söyleniyor. Bu kahvecilerin bulunduğu sokağa kavrulmuş ve öğütülmüş kahve satan yer anlamına gelen “Tahmis” adı verilmiş. Günümüzde ise Tahmis Sokağı’nda 1800’lerden bu yana önünde uzun kuyruklar olan meşhur Kurukahveci Mehmet Efendi’yi görebilmekteyiz.

“Makedon Yunan İmparatorluğu’nun Kadim Şehri ve Beşiği, İslam Topraklarındaki bütün Hükümdarların Hasreti, İyi Korunan Konstantiniye’nin Kuruluşunun Bir Hikayesi” diyerek başlanan Seyahâtname’de elbette ki daha pek çok detaya rastlayabilirsiniz. Bunları öğrendikten sonra insanın içinden bir keşif turu düzenleme isteğinin gelmesi ise kaçınılmaz…

Kapak fotoğrafı: Instagram / olimpiyagmur

İlginizi çekebilir: Işıl Birengel’den “Eminönü, Zincirli Han