Ne zaman Netflix üyeliğimi iptal etmeyi düşünsem, klasiktir, karşıma eşsiz bir şey çıkıp vazgeçmeme neden oluyor. Bu haftanın da sürprizi Fran Lebowitz: Bir Yazarın Portresi.

Fran Lebowitz
Fran Lebowitz | Fotoğraf: Rebuplic World

Sırf bu 7 bölümlük seriyi izleseniz bile, kabul edeceksiniz ki 9. Sınıfta ”Class Wit” ödülünü alması kadar isabetli bir şey olamaz. (Wit için; yaratıcı düşünce, hızlı kavrama, keskin zeka, hazır cevaplık, espri yeteneği gibi anlamları komple kapsayan bir sıfat diyebiliriz). Fran Lebowitz lisedeyken okuldan atılıyor, daha sonra da geri dönmüyor. 20 yaşında taşındığından beri New York’ta yaşıyor. Yazının ilerleyen kısımlarından da anlayacağınız üzere, bu şehirden vazgeçemiyor.

Yazarın New York’ta geçinmek için ilk denediği yol taksicilik. 70’lerden bahsediyoruz. Ne kadar zorlandığını, erkek şoförler tarafından nasıl dışlandığını anlatıyor. Bir sürü farklı iş deniyor. Otellerde de çalışıyor. Temizliğe de gidiyor. Ama garsonluk yapmıyor. Bunun nedenini ise başka bir konudan bahsederken anlıyorsunuz: Bir gün ”Me Too” hareketiyle ilgili kendisine ”Bu kadınlar yalan söylüyor olamaz mı?” sorusunu yönelten bir adama şöyle cevap veriyor: ”O zaman yalan söylediklerini ispatlayın. Çünkü (70’leri kast ederek) müdürüyle yatmadan restoranda garson bile olamıyordunuz.”

Fran Lebowitz
Fran Lebowitz  | Fotoğraf: W Magazine

Fran Lebowitz yazarlığa Interview’da ”The Best of The Worst” köşesinde yazarak başlıyor. 1978’te Newsweek’te ise ”My Turn” köşesine konuk olarak davet ediliyor. Buradaki ”Tips for Teens” başlıklı yazısından bir alıntı çok meşhur: ”Think before you speak. Read before you think.” (Konuşmadan önce düşün. Düşünmeden önce oku)

Metropolitan Life, Social Studies, The Fran Lebowitz Reader, Mr. Chas and Lisa Sue Meet the Panda yazarın basılmış kitapları arasında. 90’ların ortasından beri de yazar tıkanması (writer’s block) yaşadığını söylüyor.

Fran Lebowitz & Martin Scorsese
Fran Lebowitz & Martin Scorsese | Fotoğraf: The New York Times

Fran Lebowitz, Martin Scorsese ile orijinal adı ”Pretend It’s a City” olan belgeselin yapımcılığını paylaşıyor. Scorsese belgeselin yönetmeni de aynı zamanda. Ve yalnızca kamera arkasında yer almıyor. Çoğunlukla ikisini beraber izliyoruz. Birlikte çalıştıkları başka projeler de var. Public Speaking, The Wolf of Wall Street gibi. Eskiden beri arkadaşlar, o kadar ki ne zaman ve nasıl tanıştıklarını dahi hatırlamıyorlar. Lebowitz, muhtemelen bir partide olduğunu söylüyor. Partileri sevmesiyle ünlü.

Fran Lebowitz
Fran Lebowitz | Fotoğraf: Untapped New York

Belgeselin bazı sahnelerinde Lebowitz, Robert Moses tarafından yapılmış bir New York şehri modelinin içinde yürüyor. Bazı sahnelerde ise bizzat şehrin sokaklarında. İlk bölümde, zeminlere yerleştirilmiş levhalara vurgu yapıyor. Şehre bakmakla yetinmiyor, şehri görüyor. Mesela, New York şehrindeki değişimin en sembolik örneğinin Columbus Circle’daki 24 saat açık gazete standının artık bisiklet kiralama dükkanı olması gerektiğini düşünüyor. Gerçek bir New Yorker. Şehirden yakınmasını dinlemek bile tatlı. Ve şehirden yırtınırcasına yakınırken bile aslında şehre ilan-ı aşk ediyor. Times Meydanı’na yerleştirilen şezlonglardan nefret ediyor, pek çok şeyden olduğu gibi. ”Büyükannemin evi gibi, her an bir yerlerde şeker kavanozu görecekmişim gibi.”

Çok belirgin bir karakteri, duruşu var. Eğer bunlar doğru kelimelerse. Kabul görmek için düşündüğünden farklı konuşmayacağına ya da davranmayacağına emin olabilirsiniz. Akıma kapılmak yerine gözlemlemeyi başarabiliyor. Hatta gözlemlemenin zevkine inanıyor. Ama ‘guilty pleasure’a asla! Keyif veren bir şeyden dolayı suçluluk hissedilmesini kabul etmiyor. Eleştirmekten keyif aldığı bir konsept de wellness ve kapsadığı her şey: ”Sokaktaki insanların üçte birinin yoga matı var. Sırf bu bile beni yogadan uzak tutar. New York eskiden çok daha şıktı.” Evet, şıklık onun için önemli. Belgeselde de stilini, modayı ne kadar önemsediğini anlayabiliyorsunuz. The Player’s Club’da çekilen sahnelerde taktığı kol düğmelerini anlatırken ki hayranlığı buna bir örnek. Ve spordan nefret ettiğini defalarca tekrar etse de, efsane Ali-Frazier maçına gittiğini öğreniyoruz. Burada en etkilendiği şey ne mi? İnsanların şıklığı. Şimdilerin podyumlarından bile iyi olduğunu düşünüyor…

Anlayacağınız estetik algısı kuvvetli. Haliyle sanatla ilişkisi de. Sanatçıların bir arada olmasının, temasta kalmasının çok önemli olduğunu düşünüyor. Kapalı ortamlarda sigara yasağı ilk geldiğinde, tabii ki bir tiryaki olarak bundan hoşlanmamış, Bloomberg’e şöyle demiş: ”Picasso’nun diğer sanatçı arkadaşlarıyla otururken, sigara içmeye kapının önüne çıktığını düşünebiliyor musun? Ya o sırada içeride olan bir şeyi kaçırsaydı?” Ve yine sanatın gerçekte ne olduğunun farkında olduğundan dolayı, ne olmadığı konusunda çok tepkili. Picasso’nun bir eserinin satışa çıkarıldığı bir açık artırmada; eser ilk gösterildiğinde bir sessizlik olduktan sonra, satıldığı fiyat söylendiği anda alkış kopmasını eleştiriyor: ”Picasso’nun değil, fiyatın alkışlandığı bir dünyada yaşıyoruz.”

Fran Lebowitz
Fran Lebowitz  | Fotoğraf: Untapped New York

Belgeselin son bölümü Lebowitz’in genel olarak kitapları yücelttiği bir bölüm olmuş. Artık daha az okuyan neslin, sebep olarak ”kitabın kendisini yansıtmadığını” söylemesine deliriyor: ”Kitabın bir kapı olması gerekir, ayna değil!” Kendisini çekinmeden bir kitap kurdu olarak tanımlayabiliyor. Belgeselde bir etiketi bu kadar rahat kullanışı nadir. Çok büyük bir eve ihtiyaç duymasının sebebini de binlerce kitabı olması olarak açıklıyor. Asla bir kitabı atamıyor. Çöpte bir kitap görmek onu çok etkiliyor. Kitapçılarda dolaşmayı seviyor ve her kitap kurdu gibi onun için de kitapçıdan almakla kitap sipariş etmek çok farklı şeyler. 7 yaşındayken annesinin hediye ettiği, 1900’lerde basılmış, ciltli bir kitap var elinde. ”Böyle kıymetli bir şeyin bana ait olduğunu inanamıyordum” diyor. Bu zamana kadar saklamış, çok da iyi muhafaza ederek. Bir kitabı düşürdüyse, yerden alınca öpüyor. Bir defasında buna şahit olan annesi, şaşırıp neden böyle yaptığını sormuş. Sinagogda ”Kitabı yere düşürürsen, alıp öpersin” dendiği için böyle yaptığını anlatınca annesi cevap vermiş: ”Her kitabı değil.” Bu anısı çok tatlı.

Hayranlıkla izlediğim bu belgeseli herkese öneriyorum. Bahsi geçen yazılarının ve kitaplarının mümkün olduğu kadarını bulup, Lebowitz’i tanımaya ve ondan öğrenmeye devam edeceğime eminim. İyi seyirler!

Kapak Fotoğrafı: news.newonnetflix.info

İlginizi çekebilir: Sine Magger’ın En İyi Martin Scorsese Filmleri