Şu anda masanızda neler var?

Evde çalışma odası olmasına rağmen, mutfakla ve bahçeyle iç içe olması nedeniyle ben burada çalışmayı tercih ediyorum. Yılbaşı arifesinde olduğumuz için masamı minyatür yeni yıl ağacım, geyiklerim, Zara Home ve Harvey Nichols’tan aldığım mumluklarım süslüyor. Şu anda Déa Design’da üzerinde çalıştığımız ‘’Mini Lamp’’ aydınlatmalar ve bu tasarımlara renk veren eğlenceli Pantone kartelası, ilham verici “Made in Italy” kitabım, Four and More dan alınan murano cam küre, Münih’te bir tasarım butiğinden alınan domuzlu kağıt ağırlığı ve bakır maskot, Lanvin not defterim ve renkli kalemlerim masamın misafirleri… Ayrıca cappucino’suz bir masa elbette düşünülemez 🙂

Hande Pakdemir

Masanızı nereden aldınız? 

Thonet marka antika bir masadan ilham alarak tasarladım. Masif meşe üzeri beyaz patineli. Üzerindeki floral motifler ise el oyması.

Blog, dergi ve tasarımcı olarak takip ediyorsunuz? 

Ottagono, Monocle, Interni dergilerini seviyorum. Dezeen, Design Milk, CoolHunter, Yatzer,Wallpaper takip ettiğim tasarım blogları arasında. Tom Dixon, Konstantin Grcic, Fabio Novembre ve tabi ki Patricia Urquiola çok başarılı bulduğum tasarımcılar.

Hangi tasarımı siz tasarlamış olmak isterdiniz?

Zamansız tarzıyla klasikleşmiş, Italian lifestyle temsilcisi Vespa’yı tasarlamış olmak isterdim. İnsanlara bir araç veya objeden çok lifestyle sunan ölümsüz tasarımları seviyorum. Vespa da benim için ikonik bir tasarım.

İlerde neyi tasarlamak istersiniz?

Teknolojinin bu kadar hayatımızın merkezinde ve vazgeçilmez olduğu günümüzde her geçen gün değişen ve gelişen imkanlar biz tasarımcıları heyecanlandırıyor. Dolayısıyla insanların hayatında yer edecek, yaşamlarını kolaylaştıracak akıllı bir teknoloji ürünü tasarlamak isterim.

Tasarımlarınızı nerelerde görmek isterdiniz?

Tasarladığım bir ürünle dünyanın başka bir tarafında gittiğim bir restoran veya hip otelde karşılaşmak beni oldukça mutlu ederdi. İyi bir tasarım kitabı ya da müze de hiç fena olmaz 🙂

Tasarım açısından en beğendiğiniz şehir? 

Ben modern şehirleri, insanların kendisini ufacık hissettiği devasa gökdelenleri sevmiyorum. Benim için şehir demek tarih demek, yaşanmışlık demek, kültür demek. Avrupa beni bu açıdan çok besliyor. Klasik romanesk mimarisiyle kendisini çok iyi koruyabilmiş, her köşesinden tarih çıkan Roma, örnek teşkil eden şehir planlaması ve Antonio Gaudi’nin şehre attığı sıra dışı imza ile Barcelona, Art Nouveau akımının doğduğu Paris, sanatın başkenti Floransa, muhteşem parkları ve yüksek apartmanlara yer vermeyen mimarisi ile her daim dinamik Londra tasarım açısından beğendiğim şehirler.

Peki İstanbul?

İstanbul’a gelince adeta aşk nefret ilişkisi… Medeniyetlere ev sahipliği yapmış kozmopolit dokusu ve kültür cümbüşüyle tam bir mozaik. Ancak başarısız planlaması ve yapılaşması sonucu maalesef şehrimiz nefes alınmaz, adım atılmaz bir hal almakta. Bu kadar kültüre ev sahipliği yapan bir kentten geriye kalanların korunamaması da cabası…

İşinizle ilgili en çok neyi seviyorsunuz? Hande Pakdemir

İşimden beslenmeyi, beslendiğim şeylerle de işimi geliştirmeyi seviyorum. İşim her daim yenilikçi ve araştırmacı olmayı gerektiriyor, bu da beni dinamik tutuyor.

Sizce “ilham” ne demek?

İlham yaratıcı dürtüleri harekete geçiren sihirli bir olgu. Bazen bir müzik, bazen bir koku, bazen bir fotoğraf, bazen de bir film. Benim ilham hazinem eski dönemler, yaptığım seyahatler, izlediğim filmler oluyor genelde.

Ajandanızda bu hafta/ay için neler var? 

Bu ay Londra’da iyi bir müzikal üstüne Signor Sassi’de leziz bir risotto milanese yemek programlarım arasında. Tabi Covent Garden da Christmas ruhunu yaşamadan Hyde Park’ta Winter Wonderland’e gitmeden olmaz. Soho’daki sanat galerileri ve 2.el butikler, London Design Museum ve Tate Modern de sanat ve tasarım duraklarım arasında. Ayrıca her seferinde parça barça gezdiğim British Museum da yine uğrayacağım müzeler arasında.

Bu ay olmasa bile ajandamda heyecanla beklediğim bir diğer etkinlik ise Andrea Boccelli’nin İstanbul’da vereceği konser.

Hande Pakdemir’i pazar kahvaltısında nerelerde görebiliriz?

Pazar kahvaltısı huzur demek benim için. Çok kalabalık ve popüler yerleri tercih etmiyorum. Yazın kendi bahçemde aileyle veya arkadaşlarla yapılan kahvaltılar en keyifli olanları. Riva Ali Bahadır Köyü, Demirciköy Uzunya ya da Kanlıca’daki İkinci Bahar pazar kahvaltısında sıklıkla gittiğim mekanlar. Ayrıca Cafe Kandilli de keyifli sunumu ve sıcak atmosferiyle güzel bir alternatif olabilir.

İstanbul’da özellikle ilham veren semtler hangileri ve bu semtlerde hangi cafe/restoranlarda oturuyorsunuz?

Eski köşkleri ve levanten yapısıyla doğup büyüdüğüm Yeşilköy, ortaokul-lise yıllarımı geçirdiğim vazgeçilmezim Beyoğlu, Galata, Çukurcuma, ofisimizin bulunduğu dinamik ve genç Bebek, huzur bulduğum, dengemi kurduğum, komşulukları ve doğasıyla iyot kokulu Kanlıca… Ve tabi ki eski İstanbul’u, Osmanlı’yı soluduğum Sultanahmet, Beyazıt, tarihi yarımada. Anadolu yakasında Cafe Kandilli ve Suna’nın Yeri. Avrupa yakasında Mangerie, Da Vittorio, Nupera, Sur Balık sevdiğim mekanlar…

Çok teşekkürler!

Diğer “Masanızda Neler Var?” röportajlarını incelemek için…