Çocukluğumuzda heyecanla televizyon başına koştuğumuz, büyük sevimli gözlerle televizyon izlemek için annelerimize çeşitli şirinlikler yaptığımız zamanlara gitmek istiyorum. Özellikle de Heidi adlı çizgi filminin evlerimize konuk olduğu 80’li ve 90’lı yıllara!

Heidi
Heidi | Fotoğraf: Prensa Llibre

90’lı yıllarda çocukluğunu yaşayanlar için çizgi filmler daha özel bir yere sahiptir. Hatırlıyorum, tüm vaktimizi sokaklarda eğlenerek geçirdiğimiz harika zamanların yanında yeni keşfettiğimiz o kara pencereden neşeli karakterlerin bize el sallaması içimizdeki heyecanı her seferinde ikiye katlardı. Taş Devri, Jetgiller, She Ra, He Man, Red Kit, Tom ve Jerry, Tenten, Temel Reis… Bu unutulmaz çizgi filmlerin hepsinin içinde birer anımız, hoş bir tebessümümüz vardır.

Çizgi filmler her ne kadar çocukların oyalanma, vakit öldürme aracı gibi görülse de aslında altlarında çok çeşitli mesajlar barındırabiliyor. Bunlardan bir tanesi de hepimizin bildiği, kendimizi Alp dağlarında keçi kovalarken hayal ettiğimiz, maceralarıyla bizleri oradan oraya sürükleyen Heidi!

Heidi
Heidi | Fotoğraf: duendevisual.wordpress

Heidi, büyük babasıyla beraber Alp dağlarında yaşamak zorunda kalan, pozitif, yardımsever, özgür ruhlu, çıplak ayaklı bir kız çocuğuydu. İlgiyle izlediğimiz ve ara ara yerinde olmak istediğimiz bu karakterin aslında bize söylemek istedikleri çok daha derin.

1789 yılı İsviçre’sinde 14 yaşından küçük çocukların çalışması yasaklanmasına rağmen, İsviçrelilerin tüm tarihleri boyunca kara bir leke olarak anacakları olaylar yaşanmaya devam etti. 18. yüzyıla gelindiğinde, İsviçre’de boşanan çiftlerin veya devlete borcu olan ailelerin çocukları ya da suç işlemiş, ailelerini kaybetmiş, ailesinin maddi gücü yerinde olmayan çocuklar, yuvalarından devlet veya kilise aracılığıyla koparılıyordu. Bu köle çocuklar zengin ailelere kiralık veriliyor ya da çocuk pazarında ev ve çiftlik işlerine yardım etsin diye satılıyordu.

Satıldıkları yerlerde oldukça kötü bir muamele gören bu çocuklar, her çocuk gibi küçük ve savunmasızlardı. Satın alındıkları kişiler tarafından işkence görüyor, geç saatlere kadar çalıştırılıyor, düzgün beslenemiyor, şiddete, taciz ve tecavüze uğruyorlardı. Ne yazık ki tüm İsviçre halkı bu iğrenç olaylardan haberdar olmasına rağmen olanlara göz yumdu ve çocuklara yapılan bu zulüm uzun yıllarca devam etti.

Verdingkinder
Verdingkinder | Fotoğraf: ORF

Tarihe Verdingkinder olarak geçen bu çocukların ayakları çıplaktı, bu çıplaklık onların adeta damgası gibiydi. Ayakları çıplak çocuklar köle çocuklardı, onlara sevgi gösterecek veya onları koruyacak kimseleri yoktu ve siz onlara sırf bu yüzden şiddet gösterebilir, onları satın alabilir ve iğrenç işlerinizde kullanabilirdiniz. Tüm İsviçre halkı bu utançla yaşamlarına devam ederken Rus bir doktor çalıştırıldığı çiftlikte ağır derece şiddet ve tecavüze uğrayan ve bunun sonucunda hayatını kaybeden bir çocuk için resmi bir rapor hazırladı fakat bu rapor da diğer tüm çirkin olaylar gibi görmezden gelindi. Yerli doktorlar bu vakaları örtbas ediyor, devlet yetkilileri üstünü kapatıyordu. 5 yaşında, 9, 10,13 yaşlarında çocuklar ucuz işçi konumunda pazarlarda satılıyor, hem fiziksel hem psikolojik şiddete maruz kalıyorlardı. Kendilerinden kat kat büyük iğrenç olaylarla mücadele eden bu çocuklara ise, her gün önlerinden geçen trenlere bakarak gelmeyeceklerini bildikleri halde çocuk yürekleriyle ailelerini beklemek kalıyordu…

Rus doktorun ilk raporuyla başlayan, kadın ve çocuk topluluklarının tepkileriyle büyüyen direniş, yakın denecek bir tarihte son buldu ve çocuk ticareti İsviçre’de tam olarak 1981 yılında yasaklandı. Birkaç yıl öncesine kadar tabu olan ve konuşulmaktan kaçınılan bu konuyu gözler önüne sermek amacıyla Johanna Sypri’den de bir tepki geldi: Heidi! Heidi’nin içinde çırpınan özgür ruhuna rağmen çıplak ayaklarıyla, anne-babadan yoksunluğuyla, sevgisizliğiyle İsviçre’nin kara tarihine gönderme yapıyordu Johanna Sypri. Başlamasına dakikalar kala heyecanlandığımız, izlerken eğlendiğimiz hatta kendimizi Alp dağlarında küçük birer Heidi olarak hayal ettiğimiz bu çizgi film; temelinde cahillik, acımasızlık, kötülük, bir insanlık suçu barındırıyordu.

2013 yılına geldiğimizde İsviçre devleti bu olayların iyice su üstüne çıkmasıyla beraber resmi bir özür diledi ve hayatta olan mağdurlara 20.000€ tazminat ödeyeceğini de özrüne ekledi. Ancak bu durum çekilen acıyı daha da acı hale getiriyordu; çünkü bu özür ve paralar yaşananların korkunç bir hikaye değil alenen gerçek olduğunun acı bir göstergesiydi…

Kapak fotoğrafı: Mallata

İlginizi çekebilir: SineMagger’dan Animasyon Filmleri