Okumaktan büyük keyif aldığım ve mutlulukla ilişkili şeyleri düşünmemi sağlayan bu kitabı sizlere anlatmadan önce kısaca yazarı tanıtmak istiyorum. Alain de Botton, kitaplarında yaşamla edebiyatı, felsefi bir şekilde yorumlayan İsviçreli bir yazar. Türkçe’ye çevrilmiş birçok kitabıyla tanınan de Botton, Mutluluğun Mimarisi’yle biraz yanlış anlaşılmış diye düşünüyorum. Kitabın adından dolayı okurlar bu eseri mimariyle bağdaştırıyor ve teknik bir eser zannediyor… Hâlbuki Mutluluğun Mimarisi’nde yapılar üzerinden hayata dair detaylara yer veriliyor.

Mutluluğun Mimarisi | Fotoğraf: Daria Shevtsova (pexels.com)

Mutluluğun Mimarisi

Yapılar ve Hayat Arasındaki Bağlantı

Alain de Botton, Mutluluğun Mimarisi kitabında yapılar üzerinden hayatı inceliyor. Kitap sadece mimarlık disipliniyle sınırlı değil. Etrafında olan yapılara ilgiyle bakan tüm insanların bu kitapta kendilerine dair bir şeyler bulabileceğini düşünüyorum.

Bazı binalar bize neden mutluluk verirken bazıları bizi hiç etkilemez, mutluluğumuz nelere bağlı?” gibi sorulara bazen esprili bazen de düşündürücü cevaplar veren Alain de Botton, bu tip sorularla birlikte hayatımızı gözden geçirmemize ve mutluluğumuzu hangi değerlere bağladığımızı görmemize yardımcı oluyor. Kitabın girişinde bir mekân sanki bir insanmış gibi, duygu ve yaşantısına dair detaylarla anlatılıyor. Bu sıra dışı giriş de insanı hemen kendine çekiyor. 

Aynı zamanda kitapta tasarım disipliniyle uğraşan insanların daha çok maruz kaldığı güzel, çirkin, hoş ve estetik gibi kelimelerin kullanımıyla ilgili de incelemeler bulunuyor. Bir yapıya veya mekâna neden güzel deriz, güzel nedir? Yapıyı estetik yapan nedir? İnsan düz bir duvardan da etkilenemez mi? gibi sorular ve çeşitli mimari örneklere yer verilen keyifli bir okuma süreci olduğunu düşünüyorum.

Mutluluğun Mimarisi | Fotoğraf: Inga Seliverstova (pexels.com)

Kitaptan Alıntılar

Kitaptan hoşuma giden birkaç alıntıyla yazımı sonlandırmak istiyorum. Şimdiden keyifli okumalar!

– Mutluluğumuzu bir gün lavın altında kalacak, bir kasırgada yerle bir olacak, bir çikolata ya da şarap lekesiyle güzelliğini kaybedecek şeylere bağlamamamız gerektiğini savunan eski çağ filozofları ne kadar da haklı diye düşünmeden edemiyor insan. 

– Ancak acıyla tanışınca gözümüzde değer kazanır güzel şeyler. Belki biraz garip ama acıyla tanışıklık, mimariyi takdir edebilme yetisinin ön koşuludur. Binaların güzelliğinden etkilenebilmek için her şeyden önce biraz acı çekmiş olmamız gerekir.

-Binaların hoşnutsuzluklarımızdan, sorunlarımızdan pek azını ortadan kaldırabileceğini, kötülükleri ise asla yok edemeyeceğini aklımızdan çıkarmamalıyız.

-Baktığımız şeyin kusursuzluğu karşısında coşku duyar, böyle bir kusursuzluğa hayatımız boyunca ancak birkaç kere rastlayacağımızı bildiğimiz için de hüzünleniriz. Bu kusursuz nesne sayesinde çevremizi saran bayağılığın farkına varırız. Nasıl bir hayat sürmek istediğimizi düşünür, bir de kendi eksik hayatımıza bakar kederleniriz.

-Güzel bir şey görür görmez hemen ona sahip olmak isteriz ama belki de asıl istediğimiz ona değil, onun taşıdığı özelliklere sahip olmaktır.

Kapak Fotoğrafı: Inga Seliverstova (pexels.com)

İlginizi Çekebilir: Biblio Magger’dan Kitap Önerileri