Hiç pancar hakkında etraflıca düşündünüz mü? Nasıl bir sebzedir, nelere kadirdir, ondan almamız gereken dersler olabilir mi? “Parfümün Dansı” bizi düşünmeye sevk ediyor. 

88 yaşındaki Amerikalı yazar Thomas Eugene Robbins, “her şeye rağmen mutluluk” ilkesinin savunucusu. Özellikle bu dönemde ihtiyacımız olan bu felsefeyi, yazdığı 8 romandan biri olan “Parfümün Dansı”na (1984) da iyimser bir atmosfer ve hoş bir mizah anlayışıyla yansıtmış. Ne olursa olsun mutluluk derken hayatın gerçeklerini göz ardı ediyor sanılmasın; özellikle Batı dünyasının “modern” hayatının saçmalıklarını sorgulamaktan geri durmuyor kitap.

Özetlenmesi zor, çok karakterli ve karmaşık örgülü bir kitaptan bahsediyoruz. Aynı anda 4 farklı hikaye anlatıyor yazar; bunlardan üçü günümüz dünyasında, Seattle, New Orleans ve Paris’te geçerken, dördüncü hikaye yüzyıllar öncesinde, Doğu’daki bir şatoda geçiyor. İlk 3 hikayede parfüm işiyle uğraşan modern insanlarla tanışırken, 4. hikayede yaşlılık belirtileri gösterdiği için idam edilme tehlikesiyle karşı karşıya olan bir kral ile tanışıyoruz. Tahmin edeceğiniz üzere 4 farklı hikayede tanıştığımız karakterler bir noktada bir araya geliyor 🙂 Bu buluşmanın olabilmesi için yüzyıllar öncesinde yaşayan kralın ölümsüzlüğü keşfederek bugüne gelişini izliyoruz. Ölümsüzlük öğretileri, keçi ayaklı zevk ve bereket tanrısı Pan, sırrı yüzyıllar boyunca taşınan parfümün içinde yer alan gizli orta nota gibi öğeleriyle oldukça keyifli bir okuma sunan kitabın ayrıntılarını atlayarak bende iz bırakan 3 konuyu sizinle paylaşmak istiyorum.

İlki, kitap bizimle ölümsüzlüğün sırlarını paylaşıyor! Ana kahramanımız Alobar, eşiyle birlikte ölümsüzlüğü keşfederek yüzyıllar öncesinden günümüze kadar gelebiliyor. Yazar ölümsüzlüğü doğada bulunan 4 madde ile açıklıyor:

1) Hava – doğru nefes almayı bilmiyoruz; oksijene muhtacız, ancak hayati olan oksijen bir taraftan da vücutta oksitlenmeye yani hücrelerin paslanmasına yol açıyor. Bunun için doğru şekilde (derin ve yavaş) nefes almayı bir alışkanlık haline getirmek gerekiyor.

2) Su – vücut ısısını azaltmak, ölümü komple ortadan kaldırmasa da yavaşlatır. Arka arkaya sıcak ve soğuk su banyoları yapmak, kanın önce deri yüzeyine yaklaşmasını sonra da soğuyarak vücuttaki harareti düşürmesini sağlar. Bu döngü düzenli tekrarlandıkça vücudun bağışıklık sistemi kuvvetlenir. 

3) Toprak – besinin anası topraktır. Topraktan çıkan basit yiyecekleri, az az ve sık sık yemek vücudu yormadan besler.

4) Ateş – insanın genleri kendini devam ettirme üzerine programlanmıştır ve seks hayatı bittiğinde genler görevini yaptığına inanarak kendini salar 🙂 Dolayısıyla düzenli bir seks hayatı, genleri manipüle ederek genç kalınmasını sağlar.

Fotoğraf Altyazısı | Greg Rosenke (unsplash.com)
Su | Fotoğraf: Unsplash/@greg_rosenke

Bu 4 maddeyle birlikte de belki en önemli sırrı şöyle açıklıyor Robbins “…yalnızca mantıkla mücadele ettikleri, ruh ve kalp konusunda ilerleme kaydedemedikleri için gerçek ölümsüzlük onlara nasip olmayacak.” Yukarıda saydığımız 4 madde ne kadar ölümsüzlük getiriyor bilmiyorum ama ruhu besleyememenin hayattan çaldığına eminim. Başka bir kitabında bu durumu şu sözlerle özetlemiş yine Robbins: “Akıllı ve zeki olmaya çalışırken, kalpsiz ve duygusuz kalmak, işte bütün hikayemiz bu…

Kitabı okuduktan sonra bende ikinci yer eden konu ise koku oldu. Koklama duyusunun, görme, işitme, tatma kadar ön plana çıkmadığını düşünürüm hayatta. Kitapta kokunun önemi çok etraflıca ele alınmış. “Beş duyumuzdan belleğe en yakından bağlı olanı, koku almadır. Belleği uyandırma anlamında diğer duyular kokuyla asla rekabet edemez.” Geçmişle olan bağımızla beraber koku, hayal gücümüzü de körükler ve geleceğe de köprü kurar. Zaman zaman bir kokunun sizi de belli bir yere, zamana ya da anıya götürdüğü olmuyor mu? Kitapta tasvir edilen ölümden sonra gidilen “Öteki Taraf”, bizim dünyamıza oldukça benziyor, ancak ana fark öteki tarafta hiç koku olmaması. Sebebini “Buraya koku girmesine izin versek, ölüler hala hayata bağlı kalır, kaderlerini kabullenemezlerdi. Çünkü kokular, anıları uyandırır.” diye açıklıyor terazinin başındaki görevli.

Koku ve Anılar
Koku ve Anılar | Fotoğraf: Unsplash/@icsike2

Son olarak da yazının başlangıcındaki pancara dönelim. Ben, kendi adıma kitabı okuyana kadar pancar hakkında oturup düşünmemiştim 🙂 Ancak, Parfümün Kokusu’nun hem açılışı hem de kapanışı pancarla yapılıyor, üstelik kitapta yüzyıllar boyunca taşınan parfümün sırrı da pancardan geçiyor. Peki nedir pancarı bu kadar özel kılan? Bu kısmı Robbins’in anlatımına bırakalım: “Pancar, sebzelerin en keskinidir. (…) Pancar aslında melankolik bir sebzedir. Istırap çekmeye onun kadar isteklisi yoktur. Örneğin insan şalgamı ne kadar sıksa, kanatamaz.” Bunlar kitabın açılışında yazarın kelime oyunları yapma tarzına uygun pancar tasvirleri. Kitabın sonunda ise pancarın keskinliği açıklığa kavuşuyor: “Pancar, (diğer sebzelerin aksine) vücudu, ona girdiği renkte terk eder. Doğduğumuz zaman yuvarlak, keskin, saf bir yüzümüz vardır. İçimizde evren bilincinin kırmızı ateşi yanar durur. Ama yavaş yavaş bizi, analar babalar yer, okullar yutar, sosyal kuruluşlar emer. (…) Sindirildiğimiz zaman, pis bir kahverengi tonunda çıkarız. Pancardan almamız gereken esas ders şudur: İnsan, yanağındaki ilahi renge, içindeki doğal pembeliğe sarılmalı, yoksa kahverengiye dönüşür.” Pancar gibi kalabilmek ümidiyle 🙂

Kapak Fotoğrafı: Unsplash/@foodism360

İlginizi çekebilir: Canan Keleş’ten Kayıp Zamanın İzinde: Madlen Keki ile Geçmişe Yolculuk