İstanbul Film Festivali’nde gösterilen, izleyicinin yanı sıra jüriden de takdiri toplamayı başaran Phoenix (Yüzündeki Sır) bu hafta vizyona giriyor. İkinci Dünya Savaşı sonrası Berlin’e dönen ve estetik ameliyatla olabildiğince eski haline dönen Nelly ve kocası Johnny üzerinden ilerleyen bir uyarlama olsa da satır aralarında toplama kamplarına ve dönemin genel ruh haline yaklaşımıyla birçok II. Dünya Savaşı filminden ayrılmayı başarıyor.

Phoenix
Phoenix

Türkçe’ye Yüzündeki Sır olarak çevrilen filmin adı sizleri yanıltmasın, asıl adının Phoenix olmasının önemli bir sebebi var. Bu noktada filmlere Türkçe isimler ver(emey)en bu kişileri tebrik etmekten kendimi alıkoyamıyorum, zira filmi ne kadar anladıkları ortada. Film aslında bir hikaye üzerinden, biraz kuzeyvari sinema anlayışıyla başka noktalara değinmeye, başka meseleler üzerine odaklanmaya çalışıyor ve başarıyor. Fakat bunu öylesine fark ettirmeden yapıyor ki anlamak bir hayli zorlaşıyor. Bu yüzden de açıklamakta fayda var, film asıl olarak savaş sonrası Almanyası’nın ruh halini ve savaş sırasında kampta bulunan hem tutsakların hem de neler yaşandığını az çok bilen, duyan Almanların unuttukları insanlara ve göz ardı ettiklere yaşanmışlıklara değinmeye çalışıyor. Nelly’nin kendi kimliğini gizlemesi, geçmişini yeni bir yüzle geride bırakmak yerine “olduğunca” koymaya ve hatırla(t)maya çalışması bu anlamda önemli bir vurgu. Keza yaşanılanları gizleyen, unutturmaya çalışan Phoenix adlı gece kulübünün anlamı çok daha fazla. Öyle ki bir Amerikan kulübü olan bu mekânda insanlar yaşadıklarını yüz yıla yakındır olduğu gibi unutmaya çabalıyor, gördüklerini hafızalarının en karanlık noktalarına iteliyor. Popülerleşen ve bugün de popüler kültürün bir parçası haline gelen Amerikan ve gece kulübü kavramlarını bir arada bulunduran Phoenix bir anlamda bir baskıyı, bir zorlamayı gösterirken unutanların ve görmezden gelenlerin değil, unutturan ve göstermeyenlerin duruşunu göstererek tek suçlunun Almanlar olmadığını yineliyor.

Phoenix
Phoenix

Filme ilişkin son olarak söyleyebileceğim, izlemeden önce Giorgio Agambe’nin “Tanık ve Arşiv – Auschwitz’den Artakalanlar” kitabını kesinlikle okumanız gerektiği. İnsanların görmezden geldiği Muselmannlar ve Nelly’nin tanık olma/olamama meselesine ilişkin çok yerinde tespitlerle temas halinde olan, her satırı itinayla okumayı gerektiren ve bugünü anlamada yeri çok önemli olan bir kitap.

**Filme, tanıklığa ve Muselmann’a ilişkin daha detaylı bir inceleme için buradaki yazımı okuyabilirsiniz. 

youtube play youtube play

IMDb Puanı: 7.3/10

İlginizi çekebilir: İzlemeniz Gereken Yahudi Soykırımı Filmleri