Red Speedo, bizlere alışık olmadığımız bir platformda tiyatro deneyimi sunuyor; bir kapalı havuzda! İlk etapta mekan ilgi uyandırıp heyecan yaratsa da oyun devam ederken nerede olduğunuzun önemi kalmıyor, odağınız oyuculuklara kayıyor.

İstanbul’un güzide sarayları arasından gezginlere adanmış olmasıyla sıyrılan Pera Palas, tarih boyunca yazarları, siyasileri, yönetmenleri ihtişamlı atmosferinde konuk etti, kitaplara konuk oldu; şimdi ise bir tiyatro oyununa ev sahipliği yapıyor.

Otelin girişindeki epeyce eski döner kapısından geçmek bir zaman makinesine adım atmak gibi. İçerideki değerli dekorasyon parçaları bunca yıl sonra hala büyüsünü koruyor. Ortam sizi 19. yüzyıla hiç tanıklık etmeseniz dahi kendinizi Osmanlı Beyoğlu’nda gezen kalburüstü beyefendi veya hanımefendiyken reankarne olmuşsunuz gibi hissettiriyor, ister istemez bir yakınlık duyuyorsunuz.

Red Speedo yönetmen Ahmet Sami Özbudak ve çevirmen Kerem Pilavcı’nın elinden çıkan bir oyun. 2016 yılında New York’ta Lileana Blain-Cruz tarafından sahneye konan oyun, bu sene de The Road Theatre tarafından yeniden sahneye taşınmış. Görünürde bir yüzücünün yıllar süren çabası ile olimpiyatlara katılmaya hak kazanması anlatılırken karakterlerin kimi zaman yüzeysel, en çok da içsel kaygılarını, zaafiyetlerini ve insan ilişkilerini fedakarlık-menfaat döngüsü içinde ele alıyor. Her birimizin insan olarak ne kadar ileri gidebileceğimizi kışkırtıcı bir biçimde anımsatıyor.

Oyundaki karakterler, oyunun üslubu ve oyuncuların kabiliyetleri ile kişiliklerini şeffaf olarak görmemizi sağlıyor. Öyle ki, yer yer kendilerinden tiksindiriyor. Bu anlamda gerektiği vurguyu yakalayan Erol Babaoğlu ve bütün bedenini rolüne entegre eden Erdem Kaynarca’nın performansı oldukça takdire şayan. Oyunun birkaç sahnesinin estetik duygusu o kadar yüksek ki, oyunun fotografik başarısını fark ediyorsunuz.

İlginizi çekebilir: Eda Geven’den Nihayet Makamı