“2010’ların en iyileri” konseptinde birçok içerikle karşılaştığımız şu günlerde, son 10 yıl içerisinde izlediğim en etkileyici belgesel hakkında bir şeyler karalamak oldukça orijinal bir fikir gibi geldi…

Ayrton Senna Formula 1
Ayrton Senna Formula 1 | Fotoğraf: dw.com

Senna Belgeseli

Belgesel dünyasının modern hükümdarı Asif Kapadia’yı bilenler şanslı, bilmeyenlerse daha şanslı. Ve onlar için Senna (2010), yönetmenin sinemasına giriş niteliğinde çarpıcı bir eser. Yarış dünyasıyla uzaktan yakından alakası olmayan sinefiller için pek cazip görünmese de ilk başta, bittikten sonra oturduğunuz yerden bir süre kıpırdayamayacağınız kesin. Netflix’ten kolaylıkla erişebilecek olmanız da cabası.

Gelelim hikayeye. 80’lerin ortasında Formula 1’de kimsenin tahmin bile edemeyeceği bir rekabet doğuyordu. Toleman-Hart takımıyla Formula 1 pistine çıktığı ilk yılda, Fransız pilot Alain Prost’un tozu dumana katışına şahit olan Ayrton Senna, rekabetten beslenen ruhunun ana öğününü çoktan belirlemişti…

Ayrton Senna
Ayrton Senna | Fotoğraf: flixwatch.co/

Senna, tanrı inancını biraz gösterişli şekilde yaşayan, spekülatif davranışlarını olabildiğince mütevazı gösterebilen, hedefi sadece başarılı olmak gibi gözüken ama içinde rekabet olmayan başarıyı da başarısızlığı da kâle almayan bir karakter. En büyük rakibi Prost ise kiminin dostu, kiminin düşmanı. Tıpkı Senna gibi. Neresinden bakarsanız farklı değerlendirebileceğiniz son derece subjektif biri. Yani bu rekabet doğabileceği en organik yollardan doğan, sırtını hiç bir değişkene yaslamayan, katıksız bir pist rekabeti aslında. Ama dönemin Formula 1 politikası, bu rekabetin en masum duyguların esiri olmasına müsaade etmiyor tabi ki.

Ayrton Senna
Ayrton Senna | Fotoğraf: washintonpost.com

Senna’yı izlerken tarafınızı seçmeye gerek kalmıyor, yönetmen Asif Kapadia sizi Ayrton Senna’nın bir adım arkasında, onun açısından bakmak dışında başka çare bırakmayan, yönlendirici fakat eşsiz tarzıyla etkisi altına alıyor. Senna’nın ailesi bizim ailemiz, rakipleri bizim rakiplerimizmişçesine bu kusursuz kurgunun içerisinde yolculuk ediyoruz. Sadece gerçek görüntülerden oluşan bu kurgu, izleyicide şüpheciliğe veya duygu sömürüsü hissine mahal vermiyor.

Kazanmak, kaybetmek gibi sporun en temel olgularını sorgulatan fakat gücünü de rekabetten alan film çok ince bir çizgide yürüyor. Sağa veya sola ne zaman savrulacak beklentisiyle izlerken, çizgi hiç ummadığımız bir yerde sona eriyor. O noktada önemli olan ne izleyicinin beklentisi, ne de rekabetin şiddeti.

Mantığın yerini kalbe bıraktığı belgesel, Senna.

Sinema dünyasına ve filmlere dair ekstra subjektif paylaşımlarıma Instagram hesabımdan (@atiptutuyorum) ulaşabilirsiniz.

İlginizi çekebilir: SineMagger’dan Spor Filmleri ve Spor Belgeselleri

İlginizi çekebilir: Güray Karaayak’tan Diego Maradona Belgeseli