Spor… Bu kelime en sevmediğim kelimeler listesinde muhafazakar, disiplin ve belki kelimelerinden sonra dördüncü sırada yer alıyor. Çocukluk/genç ergenlik yıllarının büyük bir kısmını basketbol ve yüzme kurslarında geçirmiş biri olarak söylemeliyim ki takım sporları: sevmiyorum, bireysel sporlar: sevmiyorum. Spor: sevmiyorum. Neyi seviyorum biliyor musunuz: çikolatayı ve koltuğumu.

Şeyi söylemiş miydim? Spor sevmediğimi. Buraya kadar tamam. Peki spor sağlığımız için gerekli bir şey mi? Evet. Ben yapıyor muyum? Evet. Çünkü yetişkin olmak bu anlama geliyor. Kendinize ve topluma karşı sorumluluklarınızı hiç istemeseniz de yerine getirmeyi (büyük rezalet ben de farkındayım). O yüzden inanılır gibi değil ama ben de son dört yıldır tembellik ettiğim dönemler olsa da düzenli olarak spor yapıyorum. Bu yazıyı da benim gibi spordan haz etmeyen ama yapmak zorunda olan insanlar için, belki bir yardımı olur amacıyla hazırladım.

Öncelikle eğer spor aşığı biriyseniz, plank denen şeyin bir zamanı durdurma makinesi ve karanlık güçler tarafından icat edilmiş bir milenyum eziyeti olduğuna inanmıyorsanız, makarnanızı paketin üzerinde yazan porsiyon kadar tüketiyor ve orta boy pizzanın iddia edildiği gibi iki kişilik olduğunu (!) düşünen biriyseniz bu yazı muhtemelen hoşunuza gitmeyecektir. Ancak orta boy pizza kısmını okuyunca bir düşünüp “yok yahu” dediyseniz aradığınız kişi ben olabilirim. O halde başlayalım.

Spordan Neden Hoşlanmıyor Olabilirsiniz?

Öncelikle söylemeye gerek var mı bilmiyorum ama ben psikoloji ya da spor eğitimi olan biri değilim. Dolayısıyla bahsettiklerim tamamen kendi fikirlerim ama hem yeme bozukluğu hem de body-dismorphia (beden dismorfik bozukluğu) geçmişi olan biri olarak konuya deneyimsel açıdan yaklaşacağım. O halde gelin spordan hoşlanmama ya da motivasyon kaybetme gibi hislerin nereden gelebileceğine bir bakalım.

Fiziksel Olarak Kendini Beğenmeme

Burada söyleyeceğim ilk şey şu; fiziksel olarak kendini beğenmemenin tersi kendini beğenme ya da çok beğenme, hayran olma vb. değil. Kendini beğenmemenin tersi vücudumuzla normal bir ilişki içinde olmak. Yani onu sürekli olarak düzeltmeye ihtiyaç duyan bir proje olarak görmekten kurtarıp bizi bu yaşamda taşıyan bir araç olarak görmek. Kendi bedenimizin içinde huzurlu olmak.

Bunun sporla ne ilgisi var derseniz, oldukça ciddi bağlantılar var. Hem diyetler hem de spor için motivasyon eksikliği ya da sürekliliği sağlayamama, sıklıkla sevilmeyen ya da kusurlu görünen bedeni cezalandırma ve dolayısıyla kendini cezalandırma içgüdüsünden doğuyor. Kendinizi çirkin (o sizin için her ne demekse) hissettiğiniz günlerde, normalden fazla yediğiniz, evde kalmayı, sadece koltukta yatmayı, mümkün oldukça bol kıyafetler giymeyi (pijama, eşofman ya da comfort giysiniz her ne ise) tercih ettiğiniz oldu mu?

İşte kendi bedenimizin içinde kendimizi iyi hissetmediğimiz bu gibi günlerde, aynada kendimizi fazlasıyla eleştirel baktığımız günlerde bir öz-şefkatsizlik döngüsünü giriyoruz. Bu da tıpkı ertelediğimiz diğer pek çok öz- bakım aktivitesi gibi sporu da ertelememize neden oluyor. Yani kendimize olan eleştirel yaklaşımımız stres hissine yol açıyor ve sağlıklı ya da iyi gelen bir aktiviteyi hak etmediğimizi düşünmemize neden oluyor. Eğer sporla ve bedeninizle ilişkinizde ya da genel anlamda kendinize karşı eleştirel bir yaklaşımınız varsa benim okumanın çok faydasını gördüğüm Doç. Dr. Zümra Atalay’ın Şefkat kitabını tavsiye edebilirim.

Kıyaslama ve Pes Etme

Spor yapmaya başlamak her işte olduğu gibi bitirmenin yarısı ama bir şeyi unutmamak gerek. Başlangıç seviyesi ve öğrenme süreci hiçbir zaman dışarıdan ve özellikle sosyal medyadan göründüğü kadar keyifli değildir. Spor için de bu kesinlikle geçerli. Sosyal medya (özellikle karantina süreciyle birlikte) yogiler, fitness eğitmenleri, sağlıklı yaşam çılgınları gibi pek çok kişinin bombardımanı altında. Bu da ister istemez evdeyken bile bir takım insanların en başarılı anlarına bakıp kendimizle kıyaslamamıza yol açıyor.

Son derece estetik biçimde ip atlayan insanlar, bacağını arkadan çevirip kulağına değdirenler, maskesiyle dağda bayırda bilmem kaç km. koşanlar, fitness saatinden o gün yaktığı kalorileri paylaşanlar ve benzerleri. Bunların hepsine sürekli olarak maruz kalmak kendi aktivitelerimizi küçümsememize ve “zaten ne yapıyorum ki”, “yaptığım yeterli değil”, “o öyle yapılmıyormuş zaten”, “ben daha bu hareketi bile yapamıyorum” gibi düşünceler geliştirmemize neden oluyor. Oysa ekranlarda gördüğümüz insanların büyük kısmı zamanının çoğunu bu işe ayıran profesyoneller üstelik onların dahi her gün bir fotoğraf karesinde ya da videodaki kadar kusursuz ve kaliteli olarak egzersiz yapmaları mümkün değil.

Benim bu kıyaslamayı azaltmamı sağlayan şey, bu yıl başladığım pole dance oldu. Karantina döneminde derslere fiziki olarak katılamasam bile orada öğrendiğim bazı egzersizleri evde tekrar edecek kadar sevdim pole dancei. Bu sizde öyle videolarda gördüğümüz gibi başım aşağıda dönebildiğimi filan düşündürmesin. Bir kaç ders direğe tutunup bacak bacak üzerine bile atamadım ama bu dersler bana çok şey öğretti. İlki ben eğlendiğim ve sadece kendim için spor yaptığımda çevremdeki diğer insanları önemsemediğim ikincisi ise sporla ilgili pek çok fiziksel önyargının yanlış olduğu. Pole dance’e daha yakından bakmak isterseniz onu da bu yazımda anlattım.

Sporu Sadece Zayıflama ya da Fiziksel Olarak Güzelleşme Aracı Olarak Görmek

Bu konu da aslında kendini fiziksel olarak beğenmeme ile bağlantılı ama burada ek olarak şunu söylemek istiyorum. Sporu bir nebze olsun hayatımı sokmayı becerebildiysem bu, sporu zayıflamak için yapmayı bırakıp ruh sağlığım için yapmaya başladığım gün oldu. Legally Blonde filminde Elle Woods’un da zekice belirttiği gibi “Egzersiz endorfin salgılamanıza neden olur. Endorfin mutlu olmanızı sağlar. Mutlu insanlar kocalarını öldürmezler.” İşte bu kadar basit.

Sporu bir hırs halinde yapmak, bir zorunluluk olarak görmek ve kendinizi süre açısından zorlamak, sevmediğiniz egzersiz türlerini bir takım inançlar (en çok kalori yaktıran egzersiz budur, benim sorunlu bölgem burası bu egzersizi yapmak zorundayım vb.) nedeniyle yapmak onu bir eziyete dönüştürüyor. Üniversitedeyken bir dönem koşu bandında hızı ve eğimi çok yüksek seviyelerde seçmezsem yaptığım sporun spordan sayılmayacağı gibi bir inancım vardı. Sonuç olarak normalde sevdiğim cardio egzersizleri bir eziyete dönüştü ve elbette bir noktada tamamen bıraktım.

O yüzden bırakın bazı günler egzersizinizin süresi kısa olsun, bazı haftalar sadece iki kez yapın, bazı günler kalori sayacınız çok düşük sayılarda kalsın (mesela menstrüasyon ve PMS dönemlerinde bu olur, bunu bilmeden önce koşu bandında sayaca bakar bakar sinir sahibi olurdum.) Kısacası bırakın egzersiz sizi zayıflatmasın. Bir süre için bunu tamamen unutun. Her gün aynada göbeğinizi, baseninizi kontrol etmeyin ve sadece kendinizi daha güçlü ya da daha mutlu hissedip hissetmediğinizi gözlemleyin.

Evde Egzersiz: Motivasyon Önerileri

Nereden Başlayalım

Ben klinik olarak dikkat eksikliği tespiti almış ve bana önerilen ilaçları bir süre kullanıp sonra bırakmak zorunda kalmış biriyim. Yani herhangi bir şeyin uzun sürmesi beni gerçekten sıkıyor ve dikkatimi vermemi güçleştiriyor. O yüzden sporda da kısa ve öz olan tercihimdir. Şimdi sizi sadece kısa egzersizler üzerinden çalışan sportif bir hanımla tanıştırmak ve kendi deneyimimden bahsetmek istiyorum.

youtube play youtube play

Holly Dolke Youtube’daki milyonlarca spor kanalından biri. Onu önermemin birkaç nedeni var: ilki, benim araştırmamda ona denk gelmiş ve benimsemiş olmam. İstiyorsanız aynı egzersizleri yapan başka kanallar da bulabilirsiniz elbette. İkincisi tamamen kendi vücut ağırlığımızı kullandığımız egzersizler yapıyor olması. Yani öyle sinir bozan videolardaki gibi şimdi devasa topumuzu aldık, şimdi minik toplarımızı aldık, şimdi lastiğimizi aldık, şimdi bacak sıkırgacımızı aldık (yuvarlak bi şey var bacağın arasına konuyor gerçekten ne gerek varsa) gibi talepler yok. Size lazım olan sadece sizsiniz. Kadıncağız gerçekten o kadar masrafsız biri ki mat yerine havlu kullanıyor.

Üçüncü nedense; egzersizlerin kısa olması. Kısa, akıcı, seri. Bu yüzden başta zorlansanızda hayatınız gözlerinizin önünden akıyor ve bir şekilde bitiyor bu çile. Başta karşılaştırma yapmayalım dedim ama insanız yaparız, şöyle anlatayım. Holly’nin egzersizleri çok ağır değil ama zorlayabiliyor da, özellikle başlangıçta. Ben 40 beden, 70 kilo ve çok esnek olmayan bir kadınım ama ben bile bir süre sonra pek çoğunu ona yakın kalitede yapabilir hale geldim. Üstelik farklı bölgeleri çalıştıran üç, dört videoyu üst üste yapıyorum. O yüzden pek çok kişinin zamanla bu egzersizleri uygulayabileceğine inanıyorum.

Egzersiz Süreci ve Motivasyon Önerileri

Evet başlamak bitirmenin yarısıdır ama spor biten bir şey değil. Aralar, eksikler olsa da bu çileyi ömür boyu çekeceğiz. O zaman gelin sürekliliği sağlamak için neler yapabiliriz ona bakalım.

Gerçekçi Bir Program Belirlemek

Hiç 1200 kalorilik diyet, lahana diyeti, karbonhidrat yok diyeti gibi anlamsız katı bir diyete başlayıp bittiğinde pizza, makarna, tiramisu, ilk doğan çocuğunuz ve küçük bir köyü yediğiniz oldu mu? Olduysa katı spor programları için de sonucun aynı olduğunu görebilirsiniz. Haftada beş gün günden en az bir buçuk saat, en az şu kadar kardiyo gibi katı kurallar koyulduğunda istisnalar dışında süreklilik yakalanamıyor. En azından ben denedim, olmadı.

Bırakın başlangıcınız haftada 2 ya da 3 gün olsun, süreler kısa olsun. Sonuçta kimse sizi tutmuyor istedikçe artırabilir, değiştirebilirsiniz ama başlangıçta konan katı kurallar ertelemenin en büyük tetikçilerinden.

O Hareketi Yanlış Yapıyorsun

Elbette kimsenin belini kırmasına çalışmıyorum. Hareketlerin bir yapılma biçimi var ama hepimiz spor salonlarında “o hareketi yanlış yapıyorsun yalnız” adamla en az bir kez karşılaşmışızdır. Pek çok kişi hareketleri spor eğitmenleri kadar kaliteli ya da o kadar çok sayıda yapamaz.

Bırakın ilk başta o bir dakikalık sürede videodaki kişi 20 tekrar yaparken siz 10 yapın. Yeter ki yapın. Bacağınız yarım kalksın. Kolunuz o kadar geriye uzanmasın. Benim bir çok insanın çat diye yaptığı köprü hareketini 3 sn. tutacak kadar yapabilmem dört ayımı aldı. Sonuç olarak kuruyor muyum? Evet. Hiç değilse yaklaştım. Gerçekten önemli olan sadece kendimizin iyisi haline gelmek.

Nefes Al ve Ver, Al ve Ver

Ben bir süre tiyatro eğitimi almıştım ve o süreçte fark ettiğim en önemli şey şu oldu: Ben nefes almıyormuşum! Özellikle panik anlarında, stres anlarında ve zorlandığım bir işe konsantre olmuşken. Spor benim için bunların hepsi. O yüzden tavsiyem; ara sıra kendinizi durdurup bir bakın. Dişler sıkılmış, nefes tutulmuş, yüz kıpkırmızı, damarlar belirginleşmiş halde olabilirsiniz. Hamilelere de söylendiği gibi iterken nefes al ve ver ve al ve ver. Güzel.

Söylenin , Bağırın

Gizem çok uzattın bana tek bir altın tavsiye ver deseniz bunu söylerdim. Eğer sporunuzu evde yapıyorsanız (ki salgının ortasında tanrı aşkına evinizde yapın, gitmeyin spor salonuna filan) ve özellikle bir video yardımıyla yapıyorsanız sinir stres atmak için daha iyi bir fırsat olamaz.

Ben Holly Dolke hanıma haftada 3-4 gün bağırıyorum. Kendisi benden ömründe anne babasından işitmediği azarı yiyor ama haberi var mı? Yok. Şahsi favorilerim arasında ekrana “bir sus sıska”, “yok devenin bale pabucu”, “napıyoruz, napıyoruz”, “sen yaparsın tabi benim sol göğsüm tek başına senden ağır” şeklinde bağırmak var. Ben bağırıp yapmaya uğraşırken o kadar hırslanıyorum ki “duur bi dakika olmadı o baştaaan” şeklinde geri bile sarıyorum egzersizleri. Deneyin, işe yaramazsa yorumlarda buluşalım.

Umarım bu yazı motivasyon sağlamasa bile spora dair farklı bir bakış açısı edinmenize ya da kendinizi iyi hissetmenize neden olmuştur. Yazımın pozitif sonu bu şekildeydi. Negatif sonunda ise; sağlıklı yaşamdan, spordan, smoothielerden, yeşil sulardan, chia tohumundan ama hepsinden önemlisi şeytan suyu gibi bir tadı olan matcha çayından gerçekten ve hala nefret ediyorum.

Kapak Fotoğrafı: unsplash.com/@mrleecanburn

İlginizi çekebilir: Yogi Magger’dan 2020 Spor Trendleri