2018 yılında Donald Trump’ın Twitter’da şakayla karışık bir tweet’inden yola çıkaran ciddiye binen Uzay Kuvvetleri (Space Force) yakın zamanda Amerikan Ordusu’nun beşinci kuvvet komutanlığı olarak kurulmuştu. The Office’ın yaratıcıları Steve Carell ve Greg Daniels da bu şakadan yola çıkarak kolları sıvamış ve bunu bir komedi dizisi olarak çekeceklerini duyurmuşlardı. Tabii bu iki ismin tekrar aynı projede yer alacak olmaları benim de dahil olduğum Office manyakları arasında büyük bir infial yaratmıştı.

Space Force
Space Force | Fotoğraf: Netflix

Proje iyice netleşmeye başladığında John Malkovich, Ben Schwartz, Lisa Kudrow gibi ünlü oyuncuların da projeye katıldığı haberleri ile birlikte hype treni alıp başına gitmiş ve beklentiler arşa çıkmıştı resmen. Sonunda geçtiğimiz hafta uzun bekleyiş sona erdi ve Space Force nihayet ilk sezonu ile Netflix’de arzı endam eyledi. 

Space Force’dan bahsetmeden önce beklentimi yükseltmeme sebep olan The Office’den biraz bahsetmek gerek. The Office’i bilmeyenler için kısa bir özet geçeyim, gelmiş geçmiş en iyi komedi dizileri arasında ilk üçümde diyebilirim. Dizinin esas yaratıcısı Ricky Gervais’in İngiliz versiyonunu da baya iyidir ama Steve Carell’in başını çektiği Amerikan versiyonu bence orijinalinden kat be kat daha iyidir. İngiliz mizahı daha zor hazmedilebilir bir mizah türü olduğundan herkese hitap eden bir mizah türü değildir.  Ricky Gervais’i de bilenler bilir karanın da karası bir mizahı vardır. Her iki versiyonu da izlemiş biri olarak Amerikan versiyonunu kendime daha yakın hissederim. Daha soft bir komedine ek olarak romantizm ve dram damarları da en az mizahı kadar yerinde olduğundan dolayı en iyiler listeme alabileceğim kalitede bir yapımdır kendisi. Hala izlemeyenler varsa mutlaka izlemelerini öneririm.

İlginizi çekebilir: Didem Aldemir’den After Life

Space Force
Space Force | Fotoğraf: thecinemaholic.com/

Space Force’a dönecek olursam, işte bu yüzden Office’i ve Steve Carell’ı aşırı sevmemden dolayı Space Force’u dört değil sekiz gözle bekliyordum. Her ne kadar Trump’ın fikrinden yola çıkarak oluşturulan bu dizi konseptinde Amerika’daki Trump karşıtı muhalefetin rüzgarıyla daha fazla politik ve satirik bir dile sahip olmasını beklerdim açıkçası. Beklediğimden daha az politik gönderme var diyebilirim. Trump hükümetine ve ülkenin siyasi iklimine hakim olan faşist düşüncelerine oldukça yergi içerse de Trump’un direkt adının hiç geçmemesi beklediğim bir durum değildi açıkçası. Cumhuriyetçilerin yanı sıra Demokratlar da eleştirinin hedefi yapılmış. Ginger Gonzaga’nın canlandırdığı Anabela Ysidro-Campos karakteri gerçek hayatta Demokrat senatör Alexandria Ocasio-Cortez’in bir yansıması olarak diziye eklenmiş. Bu bağlamda sanki Trump tarafına çok fazla yüklenmeyelim, her iki tarafa da eşit mesafede yer alalım gibi bir hava sezdim. Ki Netflix’in daha önceki yapımlarında da görülebileceği üzere suya sabuna dokunmayan, her kesimi kucaklayan anlayışının bu diziye de empoze edildiğini düşünüyorum. Netflix’in, The Last Dance’de geçen Michael Jordan’ın sarf ettiği “Cumhuriyetçiler de ayakkabı alır” sözüne yakın bir anlayışta ilerlediğini kesinlikle söyleyebiliriz.

Yukarıda bahsettiğim suya sabuna pek dokunmama durumu dışında beni asıl rahatsız eden dizinin dramatik yapısını oluşturan Çin-Amerika geriliminin oldukça irite bir şekilde konuya dahil edildiğini düşünüyorum. İkinci Dünya Savaşı zamanları Hitler Almanyası ve Japonya, soğuk savaş döneminde Sovyetler, en son da devletin resmi düşmanı ilan edilen Çin. Diğer olağan şüpheli düşmanların sinema perdesine hep en kötü, en acımasız olarak yansıtılmasına alışmıştık. Bunda da Çin’in hikayedeki konumu şaşırtmıyor. Hele kurgu gereği Amerika’nın Ay’a diktiği bayrağı ezerek üstünden geçmeleri üzerinden milliyetçi bir refleks kullanmaları bana oldukça çiğ geldiğini söyleyebilirim. Özellikle koronavirüs sürecinde Trump’ın konuşmalarında virüsü sürekli “Çin virüsü” olarak adlandırmasının ardındaki ırkçı tutuma hizmet ettiğini de kolaylıkla söyleyebilirim. Dizideki bu çatışma dramatik yapıya hizmet etmesinden çok kapitalizm ve yandaşı faşizmin en sıkıştığı anlarda ortak düşman yaratarak kenetlenme huyunun devamı niteliğinde bir ortamda komedinin eleştirel yönünü kullanmaktan çok kapitalizmin bu özelliğine hizmet ediyor olması oldukça üzücü.

John Malkovich
John Malkovich | Fotoğraf: Collider

Dizinin içeriği dışında oyunculuklardan da bahsetmek gerek. Steve Carrell’ın oyunculuğu her ne kadar önceki performansları ile kıyaslandığında pek parlak gözükmese de karakter derinliğinin çok iyi yazılmadığı ve dolayısıyla kendine bir performans alanı yaratamadığı görülüyor. Yine de dizinin yan karakterlerinin daha da yetersiz olduğunu göz önünde bulundurursak dizinin en parlak oyunculuğu yine Steve Carell’da diyebiliriz.

Sonuç olarak Office’in devamı gibi bir proje olmayacağının farkında olmamın yanı sıra uzun zamandır beklemekten iyice yükselen beklentilerimi yine de karşılayamayan bir dizi ile karşı karşıyayız maalesef. İkinci sezonu için nasıl gelişmeler yaşanır, yan karakterlerin diziye daha da dahil olmasıyla konu toparlanır mı bilmiyorum ama Steve Carell’a saygımdan yeni sezonu da çıktığı gibi izleyeceğimi biliyorum.

İlginizi çekebilir: SineMagger’dan Netflix Dizi Önerileri