Erdem Tepegöz ismini yönetmen olarak gördüğümde, Mehmet Günsür ve Funda Eryiğit’in de başrollerde olduğunu fark edince hiç düşünmeden açıp izledim. Ama bu kadar büyük bir hayal kırıklığı ile karşı karşıya geleceğimi hiç tahmin etmemiştim… Mehmet Günsür, Kenan Urkan isminde yayınevi sahibi bir adama, Funda Eryiğit de onun Nişantaşı’nda butik işleten eşine hayat veriyor. Evde düzenledikleri bir partiyle açılıyor hikaye, Mehmet Günsür’ün iyi bildiği tarzdaki bir karaktere hayat verdiğini şıp diye anlıyoruz yine. Kenan’ın partide laf attığı bir yazar görüyoruz, o da Kenan’ın eşi Gökçe’nin de tanıdığı. Bu partinin akabinde Gökçe evlerine posta ile gelen bir kitabın taslağını okumaya başlıyor. Kitabın ismi tahmin edilebileceği üzere “Kül”. Kitaptaki kurgusal olaylarla gerçek hayatı iç içe geçirme çabası gitgide sıkıntılı bir anlatı oluşmasında rol oynuyor. İlgilisi için adres Netflix…

Kül | Fotoğraf: Netflix

Gökçe’nin okuduğu romanda bir marangoz var, Balat’ta yaşıyor, rutinleri var sabah gidip fırından simit alıyor vesaire. Fazlasıyla gerçekçi betimlendiği için Gökçe bir gün karakterin gittiği fırına gerçek hayatta da gitmek istiyor. Romana kendini bu kadar kaptırmak, olabilecek bir şey yadırgamıyoruz. Romanı son derece yavaş bir hızda okuyan Gökçe, her aşamayı sündüre sündüre gerçek hayatla eşlemeye başlıyor. Kitaptaki marangoz meğer gerçekte de mevcutmuş. Bu marangoz ile kitaptaki kadın arasında şehvetli ama ikna edici olmayan bir ilişki varmış. Gökçe bu kitaptaki şehvet dozundan çok etkilenmiş bir halde, bakışları değişmeye başlıyor, kocası da eşinin bu yangınına çare olabilecek bir ruh halinde olmadığını her şekilde belli ediyor. Devamında yaşanacak çatışmaları da az çok anlamaya başlıyoruz.

Editör Notu: Yazınım devamı spoiler içermektedir.

Kül | Fotoğraf: Netflix

Filmde kullanılan renk paletleri çok rahatsız edici. Balat ve Nişantaşı’nı birbirinden ayırmak için bu derecede bir dokunuşa gerek olduğunu düşünmüyorum, özellikle Balat resmen Meksika filtresinde kalmış. Gökçe marangozu bulduktan sonra onu öyle bir abluka altına alıyor ki, marangoz abinin oyunculuğuna mı yoksa bu tek taraflı full pres aşk maratonuna mı şaşıralım bilemiyoruz. Tüm bunlar yaşanırken Kenan hem karısının garip davranışlarının farkında, hem de eve gelen o kitabı okuduğunun farkında. Çok geç de olsa bu kitap neymiş ya diyerek okumaya başlıyor, Gökçe’nin sündüre sündüre şehvetle okuduğu kitabı tek gecede bitiriyor. E tabi anında peşine takılıyor kadının ve bu adını koymakta güçlük çektiğimiz kaçamağa şahit oluyor. Herkesin hal ve hareketlerinde bir aşırılık ve yersiz bir sinir olduğunu da söylemeden geçemeyeceğim.

Finalde Kenan bir yemek sofrasında epik bir final tasarlamak istiyor, belli ki filmin can alıcı noktası burası olacak. Ama maalesef ne canımızı ne aklımızı alıyor. Zira kitapta bir cinayet söz konusu, bu cinayeti de bu marangoz işlemiş. İşleme sebebi de sevgilisinin kardeşiyle beraber olması ve bu ihanetin ortaya çıkması. Tüm bunlar meğer marangozun ortadan kaldırdığı kadın tarafından yazılıp taslak olarak yayınevine gönderilmiş, kendi ölümünü yazan bir kadın özetle. Marangoz bu çözüm aşamasında bir sinir krizi daha geçirip havuzda Kenan’ı öldürüyor. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi bu yaşananların ardından “büyük resim” görme sekansı ile bir kitap lansmanı izliyoruz, iyice dağılıp gidiyoruz…

 Sinema dünyasına ve filmlere dair paylaşımlarıma Instagram üzerindeki film blogumdan (@atıptutuyorum) ulaşabilirsiniz.

Kapak Fotoğrafı: Netflix

İlginizi çekebilir: Kader Gül’den Poor Things