Yemek yemeye ve yeni tatlar denemeye küçüklüğümden beri bayılmışımdır. Dolayısıyla aradan yıllar geçip seyahat etmeye başladığımda, dünyanın dört bir yanında, gittiğim ülkelerin yemeklerini denemek yeni hobim oldu. ABD seyahatime de bu hobim yön verdi diyebilirim. Seyahatim kesinleştiğinde her yemek aşığı gibi yaptığım ilk şey Michelin yıldızlı restoranları araştırmak oldu. Yolculuğumun önemli bir kısmında da New York’ta kalacağım için işim hiç zor olmadı.

aquavit-petit-fours

İlk başta bir ay öncesinden 3 Michelin Yıldızlı Restoranlardan yer bulmaya çalıştım ancak maalesef bu mümkün olmadı. Yani filmlerde görüp güldüğümüz, “Önümüzdeki 6 ay boyunca doluyuz, Ma’m!” repliğini test ettim onayladım, doğruymuş! Aramamı 2 Michelin Yıldızlı restoranlara kaydırdığımda işler biraz daha kolaylaştı. Şansımın da yaver gitmesiyle beraber çok sevdiğim İskandinav Mutfağından yemekler sunan “Aquavit” isimli bir restoranda rezervasyon yapmayı başardım.

Aquavit

Aradan 1 ay geçip heyecan içinde restorana gittiğimde ise biraz şaşırdığımı itiraf etmeliyim. Çok aşırı sade, ahşap ağırlıklı dekor beni biraz şaşırttı. Restoranın şefi Emma Bengtsson’un İsveçli olduğunu bildiğimden, daha fazla İsveç’i yansıtan bir dekor bekliyordum. Bu arada kendisinin New York’un 2 Michelin Yıldızlı tek kadın şefi olduğunu da ekleyeyim.

emma-aquavit

Büyük beklentilerimi bir kenara bırakıp, Sonbahar Tadım Menüsü sipariş ettim. Menü aşağı yukarı şu şekildeydi.

Geyik Eti ve Vanilya – yabanmersini, füme vanilya, gevrek ardıç

second course

Köy Yumurtası ve Mantar – kültür mantarı , Danimarka peyniri, et suyu

yumurta

Çizgili Levrek ve Salsify – salsify, bebek lahana, menekşe rengi şalgam turşusu

Ördek ve Karnıbahar – kendi yağında pişmiş ördek, pazı, siyah truffle

aquavit main course

Armut Şarabı ve Zencefil

Fuji Elma ve Karamel – kakuleli panna cotta, sıkıştırılmış elma, keçi sütlü buzlu tatlı

aquavit-dessert

Gördüğünüz üzere menüyü anlamak bile biraz zamanımı aldı! Daha sonra her tabağın gelişinden önce garsonlar masaya gelip yemeğin nasıl yapıldığını, içindeki malzemelerin nereden alındığını, İşveç trüf mantarının diğerlerinden nasıl bir tat farkı olduğunu vs. 5 dakikalık brifingler şeklinde açıkladılar. Bu açıklamalar bana ilk başta biraz komik gelse de, yemek yapmanın nasıl büyülü bir süreç olduğunu bir kez daha idrak etmeme sebep oldu. Kendimi yemek konusunda az da olsa bilgi sayan ben aslında yolun sadece en başında olduğumu böylelikle anlamış oldum.

kopuk

Açıklamalardan sonra gelen her tabak farklı bir lezzet şöleni gibiydi. Hangi daha güzeldi açıkçası karar veremedim çünkü bütün yemekler birbirinden güzel ve şahsına münhasırdı diyebilirim.

Yemeğin sonunda bu tarz bir restorana göre ortalama sayılabilecek bir hesabın yanında, İsveç Sıcak Şarabı (Swedish Glögg) yapım kitini de hediye ettiler 🙂 Hediyemi o kadar sevdim ki faturaya aldırmadım bile!

Bunca zaman para biriktirip hepsini bir akşam yemeğinde harcamaya değdi mi diye sorarsanız cevabım: Kesinlikle! Söylediğim gibi farklı tatlar denemeye düşkün bir insan olarak, bu son derece farklı ve her biri artistik bir biçimde pişirilmiş ve sunulmuş ziyafet benim açımdan unutulmaz bir deneyim oldu.

Oben Budak

Ayrıca eğlenmek, mutlu olmak ve yeni tecrübeler edinmek için harcadığım paraya ben zaten hiçbir zaman pişman olmadım…. Siz de benim gibi düşünüyorsanız şiddetle tavsiye ederim 🙂