Romantizmin ve zarafetin tavan yaptığı bir başkent; Avrupa’nın moda, sanat, kültür merkezi… Bu saydıklarımı karşınıza alıp “Bu hangi şehir?” diye düşünürseniz aklınıza ilk önce Paris’in geleceğinden eminim. Paris’in etkileyici havasını solumak isterseniz sizi Paris notları yazımın devamına davet ediyorum. 

Paris
Paris | Fotoğraf: Unsplash / Pascal Weiland

Soğuk bir Paris sabahında Kopenhag’dan kalkan uçağım Charles De Gaulle Havalanına indiğinde şehir merkezine gidebilmek için metroya doğru ilerledim. Ancak 10 Ekim 2018 tarihinden beri devam eden “Sarı Yelekliler Hareketi” sebebiyle bir çok metro ve otobüs hattının çalışmayacağı endişesi ile inmiştim şehre. Gazetelerden ve yakın zamanda Paris’i ziyaret etmiş kişilerden öğrendiğim kadarıyla şehir içi ulaşım bir hayli sıkıntılı olacaktı ki, öyle de oldu… Şehir merkezine giden metro hattında grev olduğu için gitmem gereken durağa değil, farklı bir durağa gidebildim ve oradan da aktarma yaparak, hatta üzerine yarım saat yürüyerek Paris’in Birinci Bölgesi’nde yer alan otelime ulaşabildim. Valizimi bırakır bırakmaz şehrin tadını çıkarmak için yola koyuldum.

İlk işim, üzerimdeki yorgunluğu atabilmek adına kahve içmek oldu. Listemde birçok ünlü kahve dükkanı vardı ancak seçtiğim yer otelime 5 dakika yürüme mesafesi olan Cafe Le Nemours oldu. Paris’e giden herkesin listesinde yer alması gereken, popülerleşmiş ancak hala zarif yapısını koruyabilen bi yer olduğunu söyleyebilirim.

İkinci durağım Louvre Müzesi oldu. Müzeye gitmeden biletimi giriş tarihi ve saati seçerek bir yetişkin için 17 Euro karşılığında müzenin internet sitesi üzerinden aldım. İyi ki de bu şekilde yapmışım, çünkü müze kapısından bilet almak istediğinizde yarım saat kadar sıra beklemeniz gerekiyor. Louvre Müzesi yaklaşık yarım gün, hatta neredeyse tam gün ayrılarak gezip bitirilebilecek bir müze ancak benim Paris için ayırdığım süre toplamda 2.5 gündü. Müzede görmek istediğim ilk tablo tabii ki Leonardo da Vinci’nin Mona Lisa tablosuydu. Mona Lisa tablosunun olduğu oda içerisinde yaklaşık 15-20 dakika sırada bekleyerek aramızda kimse olmadan kendisini görebildim. Bunca yıldır her yer de gördüğümüz bu kadını yakından görmek farklı hissettirdi. 

İlginizi çekebilir: Ceren Muslu’dan Sanatın İkonik Kadınları

Louvre Müzesi
Louvre Müzesi | Fotoğraf: Unsplash / Irina Ledyaeva

Müzeden çıktığınızda karşınızda Carrousel Arc de Triomphe’yi, ardındaysa Tuileries Bahçeleri’ni göreceksiniz. Gün batımında, Carrousel Arc de Triomphe kolonları altında keman çalan bir kadın göreceksiniz; kendisini dinlemeden oradan ayrılmayın derim. Hem keman sesi hem ortam birbirini çok iyi tamamlıyor. 

Tuileries Bahçeleri
Tuileries Bahçeleri | Fotoğraf: Unsplash / Kris Atomic

Eğer yaz veya bahar aylarında Paris’e gelecekseniz Tuileries Bahçeleri için 2-3 saat ayırmanızı öneririm çünkü burada şezlong sandalyeler mevcut ve oturup vakit geçirmek için hoş bir ambiyansı var. Kahvenizi alıp dinlenme ve kendinizi dinleme vakti oluşturabilirsiniz. Ancak ben Aralık ayında Paris’i ziyaret ettiğim için Tuileries Bahçeleri’nden geçerek Place de la Concorde’ye ulaştım. Tuileries Bahçeleri’nden çıktığınız kapı karşısında Place de la Concorde’yi, Champs-Élysées Caddesi’ni ve Eiffel Tower’ı aynı anda göreceksiniz. Yani fotoğraf için çok bereketli bir nokta kendisi… 

Place De LA Concorde
Place De LA Concorde | Fotoğraf: Unsplash / Nick Robin

Champs-Élysées Caddesi üzerinden Arc de Triomphe’yi görmek için yaklaşık olarak yarım saat yürümeniz gerekiyor. Ancak bu uzun mesafenin orta noktasında size şehrin en lezzetli makaronlarını yapan bir mekan önerim olacak: Laduree! Hem makaronları hem de çayları ile nam salmış bu kafede kısa bir mola verebilirsiniz. Fıstıklı makaronu mutlaka denemenizi öneririm!

Laduree
Laduree Paris| Fotoğraf: Instagram / @maisonladuree

Kısa bir molanın ardından Arc de Triomphe’ye doğru ilerlerken Champs-Élysées Caddesi üzerindeki dünyaca ünlü markaların mağazalarına uğrayabilirsiniz. Bu cadde üzerinde, özellikle kadın okuyucularım için yazıyorum, dünyanın en büyük Sephora mağazası olduğunu söylemek istiyorum, uğramak istersiniz diye küçük bir not. 

Arc de Triomphe
Arc de Triomphe | Fotoğraf: Lonelyplanet.com

Arc de Triomphe, 12 ayrı caddenin birleştiği noktada bulunuyor. Çok büyük bir kavşak ortasında olduğu için alt geçitler ile yapının yanına ulaşabiliyorsunuz. Günü Arc de Triomphe de batırdıktan sonra bir sonraki gün için dinlenme vakti başlıyor…

Yeni bir Paris sabahına mutlu başlamak isterseniz size önerim: Fransız kahvaltısı! Bizim gibi kahvaltı kültürü çok geniş bir toplum için bu porsiyonlar az gelebilir ancak bana gayet yeterli gelmişti. Kahvaltı için Cafe de Flore’yi tercih edebilirsiniz. Hem yerlilerin de hala gidip kahvaltı ettiği, kruvasan yediği ve zaman geçirdiği bir kafe hem de Paris’in ikonik kafelerinden biri. Kahveleri ve kruvasanları da denemenize değecek türden lezzetli…

Cafe De Flore
Cafe De Flore | Fotoğraf: Instagram / @lecafedeflore

Paris’e gitmişken kesinlikle görülmesi gereken diğer bir yer ise; Notre Dame Katedrali. 15 Nisan 2019 tarihinde çıkan yangın sebebiyle büyük hasar görmüş bu yapı, şuanda içeriye misafir kabul edemiyor. Zaten sadece dışarıdan gördüğünüzde bile yangından epey bir etkilendiğini görebiliyorsunuz. Kolonlara ve heykellere tahta yapılar ile destek sağlanmaya çalışılmış ve içeride hala restorasyon devam ediyor. 

Notre Dame
Notre Dame | Fotoğraf: Unsplash / Marcel Strauss

Son olarak Paris denince akla ilk gelen, ancak benim liste sonunda tuttuğum yapı: Eiffel Tower! Yazımın başında da bahsettiğim gibi grev sebebiyle şehir için metro hatlarını rahatlıkla kullanamadım. Bu sebeple Uber kullanmak durumunda kaldım. Uber, Eiffel’e doğru yaklaştığında bu devasa yapıyı sokak aralarından görmek beni çok etkiledi. Bu duyguyu en son Roma‘da Colosseum’u gördüğümde yaşamıştım. Eğer bu yapı ile fotoğraf çekilmek isterseniz,  Trocadéro Bahçeleri size en iyi açıyı verecektir. 

Bir gün herkesin yolunun Paris’e düşmesini diliyor ve “Paris is always a good idea” diyerek yazımı sonlandırıyorum…

Kapak fotoğrafı: Unsplash / Léonard Cotte

İlginizi çekebilir: Gizem Kızılelma’dan Paris’te Ne Yenir