Bu sonuçların niçin pek çok kişiyi dehşete düşürdüğünü; bu sonuçların  niçin ciddi bir rahatsızlık yarattığını anlıyorum. Bir ülkede yetişkinlerin %85’inin sinemaya gitmediğini, neredeyse %70’inin hiç kitap okumadığını kabul etmek zor. Örneğin AB ortalamasına baktığımızda (16 yaş üzeri için) herhangi bir kültürel aktiviteye katılma oranının yaklaşık olarak %42, sinemaya gitme oranının ise %45 olduğunu görüyoruz. Hatta sinemaya gitme oranı Danimarka için %65’in, bir kültürel aktiviteyi/mekanı ziyaret oranı da İsveç için %67’in üzerine çıkıyor.

Fotoğraf: Linkedin

29 Haziran – 7 Temmuz arasında Viyana’daydım. Bu seyahatimin bir bölümü Kurban Bayramı’na denk geldiğinden etrafta sürekli Türkiye’den bayram tatili için şehre gelen turistleri gördüm. Bir süredir pek çok kişinin sosyal medya hesaplarından paylaştığı ve TUİK’in yayınladığı ‘2022 Yaşam Kalitesi Modülü’ istatistiklerini içeren ‘Bu Barbie sinemaya gitmiyor’ mesajını gördüğümde Viyana’da karşılaştığım Türkler aklıma geldi. Euro’nun bu kadar yüksek olduğu ve ciddi bir ekonomik krizin ortasında yer alan ülkeden bunca insanın, muadili diğer şehirlere, örneğin Paris ve Londra, göre daha ucuz olmasına rağmen Viyana’da ne işi var diye düşünmüştüm. Öyle ya herkes döviz kurunun yüksekliğinden dolayı yurtdışına çıkamamaktan şikayet ediyordu. Sonra elbette krizin herkese aynı oranda etki etmediği gerçeğini düşündüm. Herkes kendi gerçekliğine göre yaşıyordu krizi ve elbette 85 milyonluk bir ülkede birkaç bin kişi tatilde yurtdışına çıkabilecek bir gelir düzeyine ve finansal rahatlığa sahipti; tıpkı yüksek fiyatlarına rağmen birkaç bin kişi konser salonlarını ve sinemaları doldurduğu gibi.

Bir konu/bir olgu ile ilgili genel durumu ortaya koyan bir istatistik yayınlandığında birçokları çıkar, o bilgilerin yanlışlığını çevresindeki veya karşılaştığı istisnaları örnek göstererek kanıtlamak ister. Benzer bir eğilimi Türkiye’nin mevcut duruma ait olumsuz bir istatistiğin yayınlanması veya bir gelişmenin ortaya çıkması sonrasında gerçek tarihsel bilgiye dayanmadan onu geçmiş ile kıyaslayıp ‘ah o eski günler’ nostaljisi içinde girildiğinde de görmek mümkün. Nitekim bu son ‘Bu Barbie sinemaya gitmiyor’ paylaşımlarında da benzer bir yaklaşımı görüyoruz.

Fotoğraf: unsplash.com/@kristsll

Konuya ilgili tartışmaya girmeden önce söz konusu çalışmanın sonuçların hızlıca bir hatırlayalım. TUIK  2022 Yaşam Kalitesi Modülü’ne göre Türkiye’de yaşayan 15 yaş üzerindeki kişilerin

  • %85’ü sinemaya gitmemiş
  • %93,7’si canlı bir gösteriye katılmamış
  • %69’u hiç kitap okumamış

Bu sonuçların niçin pek çok kişiyi dehşete düşürdüğünü; bu sonuçların  niçin ciddi bir rahatsızlık yarattığını anlıyorum. Bir ülkede yetişkinlerin %85’inin sinemaya gitmediğini, neredeyse %70’inin hiç kitap okumadığını kabul etmek zor. Örneğin AB ortalamasına baktığımızda (16 yaş üzeri için) herhangi bir kültürel aktiviteye katılma oranının yaklaşık olarak %42, sinemaya gitme oranının ise %45 olduğunu görüyoruz. Hatta sinemaya gitme oranı Danimarka için %65’in, bir kültürel aktiviteyi/mekanı ziyaret oranı da İsveç için %67’in üzerine çıkıyor.

Bu mevcut durum.. Bir de yakın tarihe bakalım…. 1990’dan itibaren bakıldığında Türkiye’de en yüksek sinema seyircisi sayısına 2017 yılında ulaşılmış: 68,5 milyon. 2017’den itibaren ise düzenli bir düşüş söz konusu. 2020-2022 arasında Pandemi etkisi elbette dikkate alınmalı ama 2020 öncesinde başlayan bir düşüşten bahsediyoruz, başka bir deyişle ekonomik krizin etkilerinin henüz çok hissedilmediği bir dönem. Daha da geriye gidelim; Türk Ekonomisi’nin çok hızlı büyüdüğü ve genel olarak krizin ardından (2001 Krizi) yükselişte olduğu 2000-2010 arasında bir bakalım. Faruk Şüyün, 2010 yılında Fida Film Yönetim Kurulu Başkanı Murat Akdilek ile Türkiye’de Sinema Sektörü’nün 2000 yılından itibaren 10 yıllık gelişimine yönelik bir görüşme gerçekleştirmiş. Akdilek, 20 yıllık bir sürece bakıldığında seyirci sayısının zigzaglı bir gelişim izlediğini ifade ediyor o röportajda. Düşüşlerin en yoğun olduğu yılların 1995 ve 2002 yıllarında, yani krizlerin ardından gerçekleştiğini ifade ediyor. Sonrasında da hiçbir zaman dramatik bir artış olmadığını, artışın zamana yayılan bir şekilde azar azar gerçekleştiğini belirtiyor. Ayrıca o sene gösterime giren yapımların da seyirci sayısında etkili olduğunu; büyük yapımların veya yerli filmlerin sayısının çok olduğu yıllarda seyirci sayısında artış olduğunu da ekliyor.

Akdilek’in verdiği ilginç bir bilgi de açılan sinema salonu sayısı ile seyirci sayısı  arasındaki orana dair. Bu konuya ilişkin olarak Akdilek şöyle diyor: “Seyirci sayısında 2009’a kadar yüzde 32’lik bir artış söz konusu. Sinema ve salonda ise bu rakam, yüzde 70’e ulaşıyor.” Akdilek’in verdiği bu rakam seyirci sayısının açılan salon ile doğru orantılı olarak artmadığını ortaya koyuyor. Dolayısıyla da son yıllarda kapanan sinema salonlarının ve azalan koltuk sayısının nedeni sadece Pandemi değil aynı zamanda doğru oranda artmayan talep.

Nüfus ile satılan bilet sayısının nüfusa oranı söz konusu olduğunda da Akdilek şu bilgiyi veriyor: “Bizde nüfusun yarısı kadar sinemaya gidiliyor. Yurtdışında, Amerika’da nüfusun 6,5 katı bu oran. İngiltere ve Fransa’da yaklaşık 2 katı. Biz, Avrupa bölgesine bakıldığında nüfustan daha az bilet satan 8 ülkeden biriyiz. Burada nüfusa en yaklaşık bilet satabilecek ülkeler Rusya ve Polonya. Onlar, birebir nüfuslarına yaklaştılar. Romanya ve Bulgaristan’ın ilerisindeyiz, ama Hırvatistan, Slovenya, Rusya, Polonya ve Litvanya’nın trend olarak da gerisinde duruyoruz.”

Akdilek o görüşmede sektörün hedefinin 72 milyon seyirci olduğunu ifade ediyor. Rakamlara göre sektör bu hedefine 2017’de yaklaşmış ama ondan sonraki düşüş dramatik bir hale geliyor. 2021’de Pandeminin de etkisiyle 12,5 Milyon’a düşüyor. 2022’de ise bir önceki döneme göre %187 artarak 36 milyon’a yaklaşıyor. Bu artışın temel nedeni elbette Pandemi’nin etkisinin tamamen ortadan kalması. Öte yandan bu rakam 2008 yılının (38,2 milyon) bile altında ki o sene ülke nüfusunun 71 milyon olduğu düşünülürse satılan bilet oranı nüfusun yarısının altında kalıyor.

Fotoğraf: unsplash.com/@siora18

Okuma oranlarına geldiğimizde ise 2016 yılında Güngör Uras’ın konu ile ilgili Milliyet Gazetesi’nde yazdığı makale konuya ilişkin bazı temel bilgileri içeriyor:

  • Türk çocukları kitap okumada Afrika ülkelerinin gerisinde kalmış durumda.
  • Dünyada kişi başına kitap harcaması 1.3 dolar. Türkiye’de ise çeyrek dolar.
  • Kişi başına kitap sayısı 60 yılda artmamış; bilakis  önemli ölçüde gerilemiş durumda. 1945-1950’lerle kıyaslanamaz ölçüde geniş tanıtım ve iletişim olanaklarına, daha yüksek okullaşma oranına, on katı artmış bir eğitimli nüfusa, dış dünyayla gittikçe artan etkileşime, sayısı artan üniversitelere karşın, okurluk düzeyi yarı yarıya gerilemiş.

Tüm bu rakamlar bize ne gösteriyor? Elbette son yıllardaki ekonomik krizin ve yüksek döviz kurunun etkisiyle göreceli olarak kültür-sanat faaliyetlerine katılımda gözle görülür bir düşüş söz konusu. Yükselen enflasyon ve onunla doğru orantılı olarak artmayan gelirler yüzünden toplumda göreli yoksulluğun artması, geçmişe göre bütçesinden bu faaliyetlere belirli bir miktar ayırabilen orta sınıfa mensup bireylerin de bu faaliyetlerden mahrum kalmasına yol açıyor. Öte yandan toplumun geneline baktığımızda geçmiş yıllara ait rakamlar gösteriyor ki aslında Türk Halkı’nın sinemayla kitapla ilişkisi öyle sanıldığı kadar kuvvetli olmamış. Başka bir deyişle ekonomik durumdan bağımsız olarak Barbie hiç bir zaman öyle bol bol sinemaya gitmemiş, kitap okumamış. TUIK 2022 Yaşam Kalitesi Modülü biraz detaylı incelendiğinde bu durum daha bir belirgin hale geliyor. Keza, kültürel etkinliklere katılmamanın ilk nedeni hem yoksulluk veya sosyal dışlanma riski altında olanlarda hem de olmayanlarda ortak olarak ‘ilgisinin olmaması’ görülüyor. Yoksulluk riski altında olmayanlarda ikinci sırayı ‘zamansızlık’ alırken, risk grubunda fiyat artışlarına bağlı olarak ‘maddi yetersizlik’ bulunuyor. Başka bir deyişle maddi gücü olsun olmasın toplum genel olarak kültür-sanata ilgi duymuyor. Bu tarihsel, kültürel ve sosyolojik olgu topluma hakim ‘Türkiye’de kültürlülerin parasız paralıların kültürsüz olduğu’ inanışını haklı çıkarıyor mu? Başka bir araştırmanın ve yazının konusu.

Kapak Fotoğrafı: Pinterest

İlginizi çekebilir: Bülent Tunga Yılmaz’dan Dünyanın En Yaşanılmaz Şehirleri