Barcelona denince hepimizin aklına ilk gelen sanırım, deli dolu festivalleri, her mevsim sıcacık havası, sokaklarda çalan müzikleri ve buna eşlik eden neşeli insanları, lezzetli yemek ve içecekleri. Peki hepsi bu mu? Bana katılır mısınız bilmem, Barcelona’ya haksızlık da etmek istemem ama, Barcelona’yı Barcelona yapan en önemli değeri Gaudi ve yine Dünyaca ünlü sanatçı Picasso ve bu sanatçıların şehre kazandırdığı değerler ve tabii ki, Gaudi evlerinden biri olan Casa Batllo’yu NFT formuna çevirerek ölümsüzleştiren ve yine bu mucizevi evin içerisinde yaşayan bir sergi hazırlayan Refik Anadol olmasa, sanki sıradan bir Akdeniz şehrinden pek de farklı olmazdı… Bugün bu yazımda, Gaudi eserlerinden ve Refik Anadol’un Casa Batllo’da yarattığı şahaneliklerden ve Picasso Müzesi’nden bahsedeceğim. Bu sanatçıların eserlerine katiyen doyum olmaz, gidip görecekler için veya kısa dönemde gitme durumu olmayanlar için ilham olması dileğiyle, buyurun.

youtube play youtube play

Akdeniz’in Batı Yakasında Sanat Durakları

Sagrada Familia

Fotoğraf Altyazısı | Toa Heftiba (unsplash.com)
Sagrada Familia | Fotoğraf: Toa Heftiba (unsplash.com)

Öncelikle Gaudi’den bahsetmem gerekirse,1852 yılında İspanya’da Dünya’ya gelen Gaudi, Barcelona’da mimarlık eğitimi almış ve kendisi Art Nouveou akımının İspanyol öncüsü olarak biliniyor. Park Güell, Sagrada Familia, Casa Batllo, Casa Milla ve daha bir çok Gaudi evleri ile Barcelona’nın en önemli mimari eserlerinin yaratıcısı.

Barcelona’nın en önemli simgelerinden biri olan bu Bazilika, 140 yıldan daha uzun bir süredir yapımı devam etmekte olan ve 5 kuşağın bu yapım çalışmalarına şahit olduğu bir yapı. 1882 yılında Francisco de Paula del Villar tarafından Neo-Gothic elementler ile; Ogival pencereler, sivri bir çan kulesi, uçan payandalar, tasarlanmış olan Kathedral, 1883 yılında eserin mimarının o günlerde öne çıkmaya başlayan Gaudi olarak yer değiştirilmesi ile proje çok farklı bir biçimde iddialı bir yöne doğru taşınmış. Projeyi ilk devraldığında başka projeler ile aynı anda meşgul olan Gaudi, 1914 yılından 1926’ya yani ölene kadar yalnızca Kathedral üzerine çalışmaya başlamış ve adeta ömrünü adamış denilebilir. Fakat yine de ömrü kathedralin tamamlanmış halini görmeye yetmemiştir. O günden bugüne çalışmaları hala devam eden ve pandemi zamanı çalışmalarına ara verilen kathedralin yapımının Gaudi’nin ölümünün 100. yılında yani 2026 yılında tamamlanması bekleniyor. 

Casa Batllo

Fotoğraf Altyazısı | Duncan Kidd (unsplash.com)
Casa Batllo | Fotoğraf: Duncan Kidd (unsplash.com)

Unesco Dünya miras listesinde bulunan Casa Batllo, Gaudi’nin en güzel eserlerinden biri olarak görülüyor ve müzenin internet sitesinde burayı yılda bir milyon kişinin ziyaret ettiğinden bahsediliyor. Önemli turistik lokasyonlardan biri olan bu Gaudi evinin tarihine bakacak olursak, bu ev 1877 yılında Gaudi’nin Profesör hocalarından bir tanesi olan mimar Emilio Sala Cortés tarafından inşaa edilmiş. 1903 yılında o günün İspanya’sında önemli bir aile olan Batllo ailesi tarafından satın alınan bu ev, 1904-1906 yılları arasında Gaudi tarafından tamamen yenilenmiş. Gaudi mimarisinin karakteristik özelliği sebebiyle bina sanatsal olmasının yanı sıra oldukça fonksiyonel.  Aramızda ziyaret etme şansı bulmuş olanlar ne demek istediğimi daha net anlayabileceklerdir, evin ışık ile ilişkisi, ergonomik tasarımı, dizaynı, renkleri, terası ve manzarası ile yapıldığı döneme kıyasla ‘gelecekten izler’ taşıdığını söylemek abartı olmaz. Evi gezerken her kat, her oda insana ayrı ayrı zevk vermeye devam ediyor ve evin içinde yaşanılan o dönemi hayal etmekten kendinizi alamıyorsunuz.

Refik Anadol ve Casa Batllo arasındaki ilişkiye değinecek olursak, Hepimizin bugünlerde artık yakından tanıdığı sanatçımız Refik Anadol, Casa Batllo’nun dış yüzünü NFT eseri için temel alarak bir çalışma yapıyor ve bu eseri yaklaşık 1.3 euro’ya alıcı buluyor. Unesco Dünya miras listesinde bulunan ve NFT versiyonu bulunan Dünyadaki ilk eser olma özelliğine sahip bir yapı. Ayrıca Casa Batllo’ya giren tüm ziyaretçiler Yine Refik Anadol tarafından Gaudi’den ilham alınarak tasarlanmış bir yaşayan sergiye girme şansı elde ediyor ve bir müze ziyareti ne kadar güzel sonlanabilirse bu yaşayan sergi sayesinde o kadar güzel sonlanıyor. 

Casa Milla 

Fotoğraf Altyazısı | Raimond Klavins (unsplash.com)
Casa Milla / La Pedrera | Raimond Klavins (unsplash.com)

Gaudi’nin yine Unesco Dünya miras listesinde bulunan bu eseri Casa Milla, nam-ı diğer La Pedrera, Gaudi tarafından modern mimari tarzda dizayn edilmiş ve inşa edilmiş. Casa Milla’nın inşası 1906 ve 1912 yılları arasında tam 6 yıl sürmüş. Daire ve ofislerden oluşan bir çeşit rezidans olarak tasarlanan La pedrera, modernist mimari ile inşa edilen yapılar içerisinde daire daire satılmak üzere projelendirilmiş Barcelona’daki ilk yapı. Binada bulunan tüm cam ve balkon demir ızgaralarına kadar her şey Gaudi tarafından tasarlanmış ve yapım aşamasında yine kendisi tarafından kontrol edilerek özenle hazırlanmış bir yapı. La Pedrera’nın benim anlatamayacağım kadar uzun ve detaylı mimarisi hakkında daha detaylı inceleme yapmanız için buraya internet sayfasının linkini bırakıyorum. Gerçekten incelemeye, vakit ayırmaya değer bir mimari yapı. 

Park Güell  

Fotoğraf Altyazısı | Raimond Klavins (unsplash.com)
Park Güell | Fotoğraf: Raimond Klavins (unsplash.com)

Bir çeşit dönemin aristokları için ‘konut projesi’ şeklinde başlayan fakat hedeflenen konutlardan yalnızca iki tanesinin tamamlanmış olduğu ve günümüzde bir açık hava müzesi şeklinde biletle girilen Park Güel’in tasarımcısı ve mimarı tahmin ettiğiniz gibi Antoni Gaudi’dir. Bu park 1900-1914 yılları arasında inşa edilmiştir ve 1984 yılından beri Unesco Dünya miras listesinde yer alıyor. Şehrin en önemli simgelerinden biri diyebileceğimiz Park Güell, çok güzel bir manzaraya sahip. Görmeyi isteyenler için ufak bir tavsiye vermem gerekirse, biletleri online olarak birkaç gün öncesinde almanız. Aynı gün içinde bilet bulmanız neredeyse imkânsız, çünkü anladığım kadarıyla Sagrada familia’dan ayrılan turistler ilk olarak buraya geliyor ve şehirde en çok rağbet gören 2. Lokasyon durumunda denilebilir. Gaudi evlerine burada bir son verip Picasso’ya geçmek istiyorum. Elbette tüm Gaudi evleri görülmeye değerdir, buna şüphe yok, fakat bu yazımda Gaudi eserlerine buraya kadar yer verebiliyorum. Şimdi sıra Picasso’da, buyurun. 

Picasso Müzesi 

img_2977-2
Picasso Müzesi- Barcelona | Fotoğraf: Esma Esra Hamurcu

Öncelikle Picasso’dan bahsetmem gerekirse, tam adı çok uzun yaklaşık 2 satır kadar sürüyor fakat bilinen adıyla Pablo Picasso 1881 ile 1973 yılları arasında yaşamış, 20. Yüzyılın en başarılı ve kendine özgü sanatçılarından biri olan, Kübizm tarzını benimsemiş değerli bir İspanyol sanatçı. Kendisi İspanyol olduğu için Barcelona denilince adına bir müze olmaması kabul edilemezdi tabii. Picasso eserlerine ait Dünya çapında Rusya, Saint Petersburg’dan  Almanya’da Münster’ya, Birleşik Devletler’de New York’a kadar bir çok şehirde müze bulunmakta, ki toplamda Picasso’nun heykel, resim ve çizimleri dahil 50.000 civarında ‘bilinen’ sanat eseri olduğunu biliyoruz. Fakat doğduğu topraklarda bir müze olması orayı bana kalırsa daha özel kılıyor.

Picasso müzesine baktığımızda, bu müze, bana sorarsanız Gaudi’den sonra en önemli görülmesi gereken yerler arasında sayılmalı. Çünkü, Picasso demek sanat demek ve bir şehri görülmeye değer kılan başlıca unsur her zaman sanat. Pablo’nun, Picasso olmadan önceki eserleri, Picasso olma yolundaki yolculuğuna ait eserleri, ‘blue period’ denilen o hüzünlü döneme ait ve Picasso olduktan sonra ki yükseliş dönemi dahil olmak üzere yaklaşık 4.000 civarında eserinin bulunduğu ve hayatının tüm dönemlerinde kendini nasıl yansıttığına dair tüm aktarımlarını net bir şekilde görebileceğimiz bu müze şehrin merkezine 10 dakika yürüme mesafesinde ve ulaşımı oldukça kolay, ziyaret etmeye değer diye düşünüyorum. Elbette en gözde eseri olan ‘Les Demoiselles d’Avignon‘un,  Vincent Van Gogh’un Starry Night’ı gibi MoMA(Museum of Modern Art in New York City)’da olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Avrupa’da elimizde olan eserler de gayet güzel fakat en güzel orjinal eserleri görmenin bu kadar zor ve uzak olması da insanın canını sıkmıyor değil… Oralara yolu düşen, eserleri görme şansı bulan arkadaşlar canlı video çekip bize de gönderirse neden hayır diyelim 🙂 

img_3035-2
Pablo Picasso- Las Meninas | Fotoğraf: Esma Esra Hamurcu

Pablo Picasso’nun Picasso olduktan sonraki dönemlerinde yaptığı eserleri ben nedense daha çok seviyorum. Ben genelde de soyut eserlere her zaman daha çok ilgi duymuşumdur. Bir sanat eserine her baktığımda farklı bir anlam çıkarmayı seviyorum ve eserde ne anlatıldığının beni düşündürmesi, kafama takılması, beni meşgul etmesi hoşuma gidiyor. Kübizm tarzı da zaten esasında budur; Sanat eserinin anlamını yalnızca dışında, görünüşünde değil, içinde aramayı da amaçlar. Adeta eserde çizdiği maddenin iç dünyasını da tasvir ederek o eseri yaratır. Bu akımın kurucusu ve en önemli temsilcisi de Picasso olunca en çarpıcı eserlerin de onun fırçasından çıktığını söylemek çok da subjektif sayılmaz. Aşağıya bu müzede en beğendiğim, beni en çok etkileyen eserini ekliyorum. her baktığımda bende farklı duygular uyandıran bu eser bakalım size neler hissettirecek. Lütfen benimle de paylaşmayı unutmayın.

Picasso sayfasını da burada kapatırken sizlere Katalan Ulusal Sanat Müzesine yolunuzu düşürmenizi tavsiye ederim. Yine Picasso’nun, Joan Miro’nun ve ‘unutmadan’ Salvador Dali’nin,  bakmaya doyamayacağınız ve düşündürücü eserlerine rastlayacağınız güzel bir tarihi müze. Ve aynı şekilde, 13. Yüzyıldan günümüze kadar kalabilmiş Romanesk, Gothik, Rönesans ve Barok mimarisine ait orjinal eserleri de burada görebilirsiniz. 

Bu yazımı, başladığı her işte en iyisini değil de ‘kendisini’ arayan herkes için, Picasso’nun bir cümlesi ile bitirmek istiyorum. “My mother said to me, ‘If you are a soldier, you will become a general. If you are a monk, you will become the Pope.’ Instead, I was a painter, and became Picasso.”

Kapak Fotoğrafı: Unsplash.com/fr/@raimondklavins

İlginizi çekebilir: Ahmet Rüstem Ekici’den Paris’ten Sanat Notları