Beni yakinen tanıyanlar, ortalıkta “Çok Satanlar okumuyorum, kendime sözüm var” diye gezindiğimi; ama her seferinde de konuşulanlara kanıp bir Çok Satanlar kitabına şans verdiğimi bilirler. Gelin görün ki, sonuç hiçbir zaman değişmez, her seferinde herkesin öve öve bitiremediği o kitap benim için bir hayal kırıklığı olur ve hikayemiz benim kendime bir kez daha söz vermemle sonlanır. Az sonra okuyacağınız yazıda da işte bu kitaplardan bir seçki yer alıyor. Yazıya geçmeden önce, tehlikeli miktarda spoiler’a maruz kalacağınızı belirtmeliyim, zira bu kitaplar hakkındaki hislerimi bazı detaylara girmeden anlatmak zor olacak.

Çok Satan Kitaplar | Fotoğraf: The Honeycombers

Çok Satan Kitaplar Üzerine Bir İnceleme

Gece Yarısı Kütüphanesi, Matt Haig

Toplum olarak Kişisel Gelişim kitaplarına duyduğumuz açlık her geçen gün daha da artıyor. Neredeyse her ay bir “yazar” bu açlığı doyuracak kitap yayınlayınca da ipin ucunu tutmak doğal olarak imkansız hale geliyor. Mevzubahis kitabımız ise arka kapağından kişisel gelişim kitabı olduğunu asla çaktırmıyor ve aslına bakarsanız gayet de başarılı bir kurgu vaat ediyor. Hayatına son veren ana karakterimiz Nora, kendini bir gece yarısı kütüphanesi olarak betimlenen bir arafta buluyor. Bu kütüphanede, farklı seçimler yaptığı takdirde yaşayacağı farklı hayatların kitapları yer alıyor ve Nora bu hayatlardan istediklerini deneyimleyebiliyor. İşte fazlasıyla alışılmadık duyulan kurgumuz ne yazık ki burada son buluyor.

Kitapta o kadar fazla boşluk var ki, hangisinden bahsetmem gerektiğine karar veremiyorum… Deneyimlediği hayatlardaki benliğine bürünen Nora’nın o hayatlara dair en ufak bir fikri olmaması mesela. Bazen birkaç gün, bazen birkaç saat geçirdiği bu hayatlardaki ailesine, arkadaşlarına ve hatta kendi karakterine dair en ufak bir fikri olmadan nasıl seçim yapabileceği tam bir muamma. Bir süre sonra Nora’nın her deneyimden yaptığı çıkarımlar da birbirini tekrar etmeye başlıyor ve yazarımız, bizim mesajları anlamayacağımızdan korkmuş olacak, çıkarım bile yapmamıza izin vermeden mesajları adeta listelemeye başlıyor. Biz listeyi takip ederken, kurgu masadan ayrılıyor ve bizi klişenin de klişesi bir kişisel gelişim kitabıyla yalnız bırakıyor. Kitabı okumayıp yazıyı bu cümleye kadar okuduysanız, kitabı okuyup okumama kararını vermeniz için ben de sizi yalnız bırakıyor ve bir sonraki kurbanıma geçiyorum.

Vejetaryen, Han Kang

Sıradaki kitabımız, bırakın arka kapağı, adıyla bile alakası olmayan bir yerden giriyor konuya. Evet, vejetaryen olmuş bir ana karakterimiz var doğru. Bir gece gördüğü kanlı ve vahşi rüyadan sonra bir daha asla hayvansal gıda tüketmeyeceğine karar veriyor ve hayatı bir anda değişiyor. Buraya kadar her şey kitabın adını destekler gözüküyor. Maalesef ki bu anlattıklarıma kitabın ilk 20-25 sayfasında şöyle bir değiniliyor ve ardından neye yoracağınızı bilemediğiniz bir olaylar silsilesi başlıyor. Karısı vejetaryen oldu diye damatlarına karşı kendini mahcup hisseden kayınvalide ve kayınpeder mi istersiniz, karısının bu değişimini ve ruhsal çöküşünü kabullenemeyip onu boşayan bir koca mı? Ya da baldızının bir doğum lekesi olduğunu öğrenince ona ilgi duymaya başlayan ve ikisinin de vücutlarına çizilmiş çiçekler ile cinsel ilişkiye girdikleri bir video iş üreten bir enişte de olabilir. Tabii bir de ertesi gün kocasıyla kardeşini aynı yatakta bulan bir ablamız var. 

Bütün bunlar olurken vejetaryen karakterimiz ise kendini bir ağaç sandığı için fotosentez yapmak amacıyla kendini çırılçıplak güneşin karşısına atıyor ya da amuda kalkıp kollarından toprağa kök salmaya çalışıyor… Bilmiyorum arkadaşlar, gerçekten bilmiyorum. Bir yandan yazarın eleştirmeye çalıştıklarını anlıyorum: ataerkil toplum düzeni, yeme bozuklukları, psikolojik rahatsızlıklar, istismar… Sadece bütün bunları tek bir kazanda kaynatmaya gerek var mıydı, düşünmeden edemiyorum.

Saç Örgüsü, Laetitia Colombani

Yine herkesin bayılarak okuduğu sıradaki kitabımız 3 farklı coğrafyadan, 3 farklı kadının hikayesini konu alıyor: Hindistan’dan Smita, İtalya’dan Guila ve Kanada’dan Sarah. Yazar, teoride bu kadınların yaşam mücadelesini ve özgürlüğe olan inançlarını üçünün hikayesini de ortak bir paydada birleştirerek anlatmayı amaçlamış. Başarmış başarmasına ama bana sorarsanız hikayeler yer yer klişe kalmış. Kanadalı tanınmış bir avukat olan Sarah’nın hikayesi neredeyse A’dan Z’ye Suits dizisindeki Jessica Pearson’ı anımsatıyordu mesela. Bu durum yazarın aslen bir senarist olmasını öğrenmemle açıklığa kavuştu 🙂 Kurgu ise karakterlerin tanıtıldığı saniyede anlaşılıyor ve kitabın sonunu anında tahmin ediyorsunuz. Nasıl mı? Hemen anlatayım: Kızını Hindistan’da yaşadığı düzenden kurtarmak isteyen sırma saçlı Smita, babasının ölümünün ardından aile işleri olan peruk fabrikasının başına geçen Guila ve kısa süre önce kanser olduğunu öğrenen Sarah. Boşlukları doldurmanız için bir mola veriyorum…

Kısacası, karakterlerin alışılmış sterotiplerden öteye gidemediği, kurgununsa bir sayfa önceden bile tahmin edilebildiği bir okuma deneyimi yaşatıyor bu kitap bize. Ben de kara kara niye yine Çok Satanlar’dan bir kitap aldığımı sorgularken buluyorum kendimi.

İmkansızın Şarkısı, Haruki Murakami

Sıradaki kitabımız, kitap kulübümüzle Mayıs ayı için seçtiğimiz Haruki Murakami’nin İmkansızın Şarkısı adlı eseri. Yazarın ilk kitabı olan ve dünya çapında ünlenmesini sağlayan İmkansızın Şarkısı kendisi hakkında söylenenlerin aksine, bu sene en zor okuduğum kitaptı. Ana karaktere ve gençlik bunalımlarına ne yazık ki bir saniye bile hak veremedim, hatta kendisini fazlasıyla itici bulduğumu söyleyebilirim. Beyimiz, lisedeki en yakın arkadaşının intiharının ardından onun kız arkadaşıyla yakınlaşıp kıza aşık oluyor. Genç kızımız ise hem ablasının hem sevgilisinin intiharına tanık olduğu için fazlasıyla “sorunlu” bir tip. “Oğlum ben seni üzerim” ile “sorunlarını benimle de paylaş, ben senin her zaman yanındayım”ın aşk hikayesi diyebiliriz. Gelin görün ki, karakterlerimiz bunlarla da kalmıyor, beyimizin hoşlandığı ve hayatında bir başkası olan ikinci bir kızımız daha var. Diğer karakterlere görece daha ilginç olan bu karakterimiz de tabii ki bolca aile travmasıyla boğuşuyor.

Asıl kızımızın kaldığı rehabilitasyon merkezindeki oda arkadaşı da fazlasıyla nevi şahsına münhasır bir karakter. Onun hikayesi biraz homoseksüellik, biraz pedofili ve bolca ruhsal rahatsızlık içerdiği için detaylarının keşfini size bırakmak istiyorum. Son olarak da çok eşliliğe inanan ve bu inancını her fırsatta deneyimlemeye çalışan bir zengin aile çocuğu karakter listemizin tuzu biberi oluyor diyebiliriz. Sözüm ona 1969-1970 yıllarındaki öğrenci direnişlerine ve Tokyo’nun o yıllardaki toplumsal gerçekliklerine ışık tutan kitabımız, bana sorarsanız cinsiyetçi ve bencil karakterleriyle çarpık cinsel birlikteliklerin ve anlamsız gençlik buhranlarının ötesinde bir atmosfer yaratmaktan öteye gidemiyor.

Bir Son Duygusu, Julian Barnes

İçimden bir ses, en çok tepkiyi bu kitap için alacağımı söylüyor. Kitap kulübümüzle Nisan ayında da yanlış bir seçim yaparak Bir Son Duygusu’nu seçtik… Yukarıdaki kitaplar kadar sert yorumlarım olmasa da, Bir Son Duygusu da hakkındaki yaygarayı anlayamadığım bir kitap oldu açıkçası.  Alt alta yazınca fark ediyorum, bu kitabımızda da İmkansızın Şarkısı’nda olduğu gibi 2 erkek 1 kızdan oluşan bir aşk üçgeni var. Yine yeni yeniden liseli bir arkadaş grubu ve yine gruptan birinin intiharı. Fakat bu kitapta, İmkansızın Şarkısı’ndan farklı olarak, yakınlaşma intihardan önce gerçekleşiyor. Ana karakterimiz Tony bir senedir beraber olduğu ve bahsi geçen lise grubuyla tanıştırdığı sevgilisi Veronica’dan ayrıldıktan sonra Veronica bu arkadaş grubundan Adrian ile beraber oluyor. Tahmin edeceğiniz üzere Adrian arkadaş grubunun intihar eden üyesi.

Asıl hikayemiz, Adrian’ın vefatından 40 yıl sonra Tony’e Adrian’ın günlüğünün miras bırakılmasıyla başlıyor. İşin garibi ise Tony’e bu günlüğü bırakanın Veronica’nın annesi olması. Bu gariplikler ışığında geçmişinde bir yolculuğa çıkan Tony anılarının gerçekten kendisinin hatırladığı gibi olup olmadığını sorgulamaya başlıyor. Kısaca anlatmak gerekirse sorgu, benim asla anlamlandıramadığım bir şekilde, Tony’nin Veronica’nın başına gelenlerden ve hatta Adrian’ın intiharından kendini sorumlu tutmasıyla sonuçlanıyor. Sonunda öğrendiğimiz gerçek ise “plot twist” yaratmak için son dakikada serpiştirilmiş hissi vermekten öteye geçemiyor. Gece Yarısı Kütüphanesi’nin aksine, bu kitapta kurgunun aradan çekilmesini ve yazarın geçmiş, anılar ve tarih ile ilgili sorgulamalarıyla baş başa kalmayı kesinlikle tercih ederdim…

Kitap okumak ve seçmek tamamen kişisel bir deneyim olması gerekirken hepimiz durmadan birbirimize kitaplar öneriyoruz. Yukarıdaki gibi kitaplar aşırı konuşulmuş ve Çok Satanlara girerek “tescillenmiş” olduğu için haliyle biz de büyük bir beklenti haline giriyoruz. Naçizane amacım, bolca spoiler vererek :), bu gibi kitaplar hakkındaki düşüncelere biraz olsun çeşitlilik katmak. Çünkü bir kitabı beğenmek ne kadar doğalsa, beğenmemenin ya da yarıda bırakmanın da o kadar doğal bir durum olduğunu unutmamak gerekiyor.

Beğendiğiniz, hatta ve hatta öve öve bitiremediğiniz kitaplara sert yorumlar yaptıysam özür diliyorum, fakat takdir edersiniz ki ben bu yazıdan sonra yine kendime Çok Satanlar almama sözü veriyorum. Ama korkmayın, bu sözü daha önce o kadar çok bozdum ki bu seriyi devam ettirecek kocaman bir liste var elimde 🙂 Bir sonraki yüzleşmemize kadar kendinize iyi bakın!

Kapak Fotoğrafı: Unsplash @jessicaruscellooqsctabgksy

İlginizi çekebilir: Şura Nur Savranoğlu’dan Gece Yarısı Kütüphanesi