Farklı sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel kökenlerden gelenlerin aşkı ve evliliği Türk Sineması’nın ana ve en popüler temalarından biridir; hatta ’Zengin kız-fakir oğlan’ başlığıyla dramdan, romantik komediye kendine özgü bir melez tür bile oluşmuştur. Dizi çok tanıdık olan ve hala dizilerde sık sık uygulanan bu formülü günümüz Türkiyesi’nin en temel politik ve toplumsal sorunlarından birine uyguluyor. Açıkcası çoğu zaman bu farklılıklar tam tabiriyle ‘kör gözüm parmağına’ bir şekilde gösteriliyor ve bazı anlarda fazlasıyla sırıtıyor.

Kızılcık Şerbeti | Fotoğraf: Kızılcık Şerbeti

Yakın zamanda yurt dışında yaşayan ve haftalık bir gazetede televizyon ve diziler üzerine yazılar yazan bir arkadaşımla konuşurken laf arasında bana ‘Kızılcık Şerbeti’nden bahsetti. İlk anda hatırlayamadım ama sonra kafama dank etti: Hemen seçimler öncesinde kadına şiddet bahanesiyle yasaklanmaya kalkan ve RTÜK ile kanalının başının belaya girmesine neden olan diziydi sözünü ettiği. Diziyi seçim öncesi gündemi takip ettiğim bazı politika yorumculardan hasbelkader duymuştum ama açıkçası Türkiye’de akla hayale gelmeyecek nelere takıldığını bildiğinden, hele de seçim öncesi yapay hassasiyetin tavan yapması beni şaşırtmadığından konu ve dizi çok da ilgimi çekmemişti.

Arkadaşımla konuşmamızdan sonra başka bir şey ararken tesadüfen dizi ile karşılaştım. Sanırım bir şekilde şeytan dürttü ve “neymiş bu meşhur Kızılcık Şerbeti bir bakayım” dedim. Bakış o bakış oldu ve diziyi bir şekilde, özetlerle, dikkat çekici bölümleri ve sahneleriyle son bölümüne kadar tamamladım. Kızılcık Şerbeti benim başından sonuna bir şekilde de olsa tamamladığım ilk ve muhtemelen uzun zaman için de son Türk dizisi oldu.

Fotoğraf: Kızılcık Şerbeti

Diziye geçmeden önce Türk dizi sektörü; daha doğrusu sektörün başarısına yönelik doğrudan bazı gözlemlerimi aktarmak istiyorum. Yaşadığım yerde uydudan erişebildiğim kanallarda gördüğüm üzere Ortadoğu ülkelerine yönelik yayın yapan kanalların bazıları neredeyse Türk Dizi kanalı gibi. Her akşam 2-3 Türk dizisi birden gösteriyorlar. Aynı durum Balkan Ülkeleri ve Doğu Avrupa Ülkeleri’ndeki kanallar için de geçerli. Burada yaşayan Pakistanlılar için tüm hayat Ertuğrul Gazi ve Osman Gazi’den ibaret neredeyse. Dubai’de tanışıp da bana o dizilerden bahsetmeyen Pakistanlı görmedim. Bir Pakistanlı bana Türkiye’de tüm kızların çok güzel erkeklerin de çok mu yakışıklı olduğunu sordu. Başka bir Pakistanlı da “siz Türkler yeni bir Ertuğrul çıkarıp Müslümanları kurtarabilir misiniz “ dedi. Kontrol ettiğim son rakamlara göre 2023 yılında sektör yaklaşık 1 milyar dolarlık bir ihracat geliri bekliyor ve bu haliyle dünyanın en önemli dizi üreticilerinden biri konumuna erişiyor.

Kızılcık Şerbeti de ilk bakışta Türk Dizi Sektörü’nün genel eğilimlerini yansıtıyor; diğer dizilerinin yolundan gidiyor. Evler leb-i derya boğaz manzaralı; hepsi dekorasyon dergilerinden fırlamış gibi. Lüks arabalar,  güzel ve şık insanlar, her daim, günlük bir kahvaltı veya akşam yemeğinde bile evde davet veriyormuşçasına kurulan şık ve mükellef sofralar… Başka bir deyişle dizi neyi anlattığının ötesinde onu nasıl anlattığını, daha doğrusu nasıl paketlediğini de önemsiyor. Lafı eğip bükmeye gerek yok: Türk dizi sektörü vasatı hedefliyor. Bu yüzden de dizi insanlara yaşamak isteyecekleri bir hayali satıyor. Senaryo da karikatür düzeyinde karakterler (Gelin Nihal, Kıvılcım’ın eski kocası Kayhan; Nursema’nın zorla evlendirildiği evde mütedeyyin dışarıda çapkın İbrahim, zengin avcısı seksi vamp kadın kontenjanını dolduran Aylin), diziyi uzatmak için bir sürü gereksiz detaylar, abartılı tesadüfler, durmadan oluşan yan dramlar, anlamsız entrikalar, platonik aşklar geçidine dönüşüyor ve 45-50 dk içinde çok rahat anlatılabilecek bir hikaye her bir bölümde yaklaşık 230-40 dakikaya uzuyor.

Fotoğraf: Kızılcık Şerbeti

Peki tüm bu sıradanlıklar içinde bu diziyi diğerlerinden farklı kılan ve seyre, en azından takibe değer hale getiren nedir? Dizinin özünü birbirine tamamen zıt, siyaset sosyolojisi literatürüne referansla toplumsal kutuplaşmanın iki ayrı ucunu temsil eden iki ailenin anlaşılmaz bir şekilde nasıl ve nerede tanıştıkları ve bir ilişkiye başladıkları belli olmayan çocuklarının kızın hamile kalmasının ardından  evlenmesini; sonrasında da hem çift hem de çiftin aileleri arasındaki kültürel ve politik farkların yarattığı gerilimler/çatışmalar oluşturuyor. Yine siyaset sosyolojisine dönersek, dizinin ana ekseninde kimi zaman az kimi zaman da orta düzeyde bir kültür savaşını seyrediyoruz.

Farklı sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel kökenlerden gelenlerin aşkı ve evliliği Türk Sineması’nın ana ve en popüler temalarından biridir; hatta ’Zengin kız-fakir oğlan’ başlığıyla dramdan, romantik komediye kendine özgü bir melez tür bile oluşmuştur. Dizi çok tanıdık olan ve hala dizilerde sık sık uygulanan bu formülü günümüz Türkiyesi’nin en temel politik ve toplumsal sorunlarından birine uyguluyor. Açıkcası çoğu zaman bu farklılıklar tam tabiriyle ‘kör gözüm parmağına’ bir şekilde gösteriliyor ve bazı anlarda fazlasıyla sırıtıyor.

Fotoğraf: Kızılcık Şerbeti

Dizinin modern/çağdaş tarafını temsil eden kızımızın annesi Kıvılcım Hanım ve ailesi neredeyse bu topraklarda hiç yaşamamış gibiler. Kültürel olarak bile en inanmamışının dahi bildiği, dinsel olmanın ötesinde artık kültürel olmuş bazı durumlardan, adetlerden bihaber; adeta Türkiye’de yaşamaya yeni başlamış bir yabancı gibi keşfediyorlar bazı toplumsal ve kültürel gerçekleri. Gerçi bu gözler solcu bir gazetede ‘bu yıl da Hac kurban bayramına denk geldi’ haberini gördükten sonra pek şeye şaşırmıyor ama İslam’daki domuz hassasiyetini yeni duymuş gibi yapmak; imam nikahı kıymak, adak adamak, aile içinde bir olay üzerine dua düzenlemek gibi ortalama Türk ailelerine sıklıkla görülen durumları ilk defa görmüş duymuş gibi yapmak ilk dikkatimi çekenler oldu.

Türkiye ortalamasının üzerinde muhafazalar/mütedeyyin olan Ünal ailesi ve özellikle de ailesinin reisi Abdullah Ünal’ın evlenmeden hamile kalan bir kızı gelin olarak kabul etmesi zaten başlı başına ayrı bir tartışma konusu. Dizi bunu çok detaya girmeden bir şekilde açıklamaya çalışıyor ve beni değil ama genel izleyiciyi ikna ediyor/etmiş gibi davranıp yola devam ediyor. Aynı durum, yani o ailenin oğlunun kızlarıyla evlenmesini kabul etmesinin inandırıcılık sorunu laiklik fetişisti, ultra-feminist, CeHaPe teyzesi okul müdürü Kıvılcım Hanım ve ailesi için de geçerli bir şekilde. Dizi burada da eski Yeşilçam filmlerinden miras bir  formüle yaslanıyor: Aşk her şeyi  halleder/affeder… Nitekim kısa sürede evlilik süreci ilerlemeye başladığında da farklılıklar tek tek gün yüzüne çıkıyor. Diziyi de bence takip edilebilir yapan ve ortalama bir Türk dizisinin üzerinde ilgi çekici yapan da işte bu farklılıklar ve onların nasıl çözüldüğü veya çözülemediği. Açık söylemek gerekirse de dizi burada yine genel izleyiciyi hedefleyip sorunların çözümlerini çok yüzeysel bir şekilde geçiştiriyor. Örneğin çocuk odalarının duvar kaplamasındaki domuz çizimlerinin yarattığı kriz sonrasında Abdullah Bey’in gelini Doğa’ya İslam’da ve Kur’an’da domuzun yeri başlıklı dersi bunun tipik bir örneği.

Fotoğraf: Kızılcık Şerbeti

Dizinin senaryosunda aksayan bir diğer husus da sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel kökeni, dindarlık seviyesi ne olursa olsun genel olarak Türk toplumuna ait bazı norm ve davranışların sanki sadece mütedeyyin kesime özgüymüş gibi davranması. El öpmek, hele de aile büyüklerinin bu topluma ait en temel saygı göstergelerinden biridir. Kendimi bildim bileli aile büyüklerinin (başta dede-büyükbaba-babaanne ve anneanne ile büyük halalar olmak üzere) ve aile kadar yakın büyük aile dostlarının elini öperim. Yaşım görece ilerledikçe de bayramlarda, biraz da hoşluk olsun diye çocuklara harçlık verme bahanesi için el öptürürüm. El öpmenin (Hristiyan geleneğinde rahiplerin ve büyük patriaklarların – özellikle de mafya ailelerinin liderlerinin eli öpülür) bu kadar abartılmasının çok anlamlı olduğunu düşünmüyorum ama Kıvılcım karakterinin el öpme takıntısı birkaç kez dizide vurgulanıyor.

Keza, Türk erkeğinin kıskançlığının toplumsal, kültürel ve sosyo-ekonomik statülerden bağımsız başlı başına psiko-sosyal ve Freudyen bir olgu. Fatih’in Doğa’yı kıskanması ve aralarında erkeklerin de olduğu bir grup ile ders çalışmasına tepki göstermesinin ailesi ile değil Türkiye’deki erkek kimliği ve erkeklik/erkek olma hali ile ilişkisi var.

Kültürel farklılıklara saygı konusunda ise Abdullah Ünal ve ailenin modern yüzü amca Ömer Ünal dışında neredeyse herkes sınıfta kalıyor. Açıkçası senaryonun Abdullah Ünal karakterine ciddi biçimde iltimas geçtiğini düşünüyorum. Yer yer canım annemi hatırlasa da (genelde yazılarımı okumaz allahtan :)) Kıvılcım Hanım açık ara itici bir karakter ve şahsen Abdullah Ünal’ı veya anneanne Sönmez Arslan’ı onunla kıyaslandığında daha yakın buluyorum. Burada diziyi seyredecek olan ve kendini kültürel açıdan Ünal ailesine yakın hissedecek kitleyi de küstürmemek adına mı böyle bir yol seçildi sorusu da akla gelmiyor değil.

Fotoğraf: Kızılcık Şerbeti

Tüm bu eleştirilere rağmen dizini kendi içinde hiç mi erdemi yok? Elbette var… Öncelikle yine bir nebze kör gözüm parmağına olsa ve kimi zaman adeta bir kamu spotuna dönüşse bile kadına şiddet konusunda getirdiği, özellikle de Türkiye’deki mevcut politik, toplumsal ve kültürel şartlar göz önüne alındığında, hele ana akım bir kanalda ve prime-time kuşakta gösterildiği gerçeğiyle de beraber, cesur yorumu ve aldığı insiyatifin başarılı olduğunun altını çizmemiz gerekiyor. Şiddet üzerinden ortaya koyduğu cinsiyet eşitliği vurgusu da ortalama seyircinin bilinçlendirmesine yönelik doğru bir hareket. Michael Ryan Politik Kamera (Çağdaş Hollywood Sineması’da Politika ve İdeoloji) başlıklı anıtsal çalışmasında çok önemli, yenilikçi, hatta devrimci konuların topluma anlatılmasında popüler filmlerin ve tür sinemasının kullanılmasının önemini vurgular. Madem popüler kültür ideolojinin/hemegonik söylemin oluşmasında çok başat bir rol oynuyor, o halde o söyleme sızmak ve etki etmek, mesajın doğrudan iletilmesini sağlamak için onun araçlarını kullanmak akıllı bir stratejisi haline gelebilir. Nitekim dizi o hegemonik söylemi sarsmayı başarmış ki dizi üzerinden kanal hakkında “kadına karşı şiddet ve kadınlara baskıyı teşvik etmeye yönelik yayınlara ilişkin’ bir inceleme başlatılmış. İnceleme sonunda da dizi 5 hafta durdurulmuş ve kanala da para cezası verilmiş. “Her musibette bir hayır vardır” durumu bu sansür olayında da hasıl olmuş; tüm bu tartışmalar ve ceza sıradan bir televizyon olayı olarak kalma olasılığı yüksek diziyi  bir ülke gündemine taşımış ve benim gibi Türk dizileri ile alakası olmayanların bile seyretmesine yol açmıştır.

Son olarak dizideki oyunculuklara da kısa değinmek isterim. Başrol oyuncuları Evrim Alasya ve Barış Kılıç arasındaki uyum elbette bir Ediz Hun-Hülya Koçyiğit veya Türkan Şoray-Kadir İnanır düzeyine çıkamıyor. Öte yandan ortalamanın üstünde bir ekran uyumu sağladıklarını ve yaşadıkları ilişkinin/romantizmin de bu bağlamda belirli bir gerçeklik taşıdığını söyleyebiliriz. Pembe Ünal rolüne getirdiği gerçekçilik ile Sibel Taşçıoğlu’nun da oyunculuğunun hakkını vermeliyiz. Alev rolünde Müjde Uzman, Nursema rolünde Ceren Yalazoğlu ve Mustafa rolünde de Emrah Altıntoprak rollerinin hakkını veriyorlar. Dizinin asıl yıldızı, son dönemin Türk sinemasının, televizyonunun ve tiyatrosunun en önemli oyuncularından Settar Tanrıöğen’e ayrı bir parantez açmak gerekir. Vavien, Çoğunlık ve Gölgeler-Suretler filmlerinin ödüllü oyuncusu Abdullah Ünal’da o kadar iyi ki diziyi alıp götürüyor. Onun oyunculuğu olmasa bence gerçekçilikten uzak; biraz daha sert bir yorumla yapay olarak bile tanımlanabilecek olan Abdullah Ünal karakteri havada kalabilir; dizinin zaten aksayan gerçekçilik (gerçek bir olaydan esinlenilmiş notuna rağmen) ve inandırıcılık boyutunu daha da riske sokabilirdi.

Kapak Fotoğrafı: Kızılcık Şerbeti

İlginizi çekebilir: Eralp Alper’den Kızılcık Şerbeti