Bir yanda “Olduğun yerde kal, değişikliğe ne gerek var? Bak ailen, dostların, geçmişin” burada diyen o ses, bir yanda farklı bir ülkede yeni bir hayat kurmak isteyen, içinizdeki o kıpır kıpır heyecan. theMagger’ın sevilen röportaj dizisi “Yurt Dışında Yaşamak” bu arada kalmışlığı cesareti ve kararlılığıyla bir sonuca ulaştırmış olanların hikayelerini anlatıyor. Taşınma süreçlerinden kültür şoku yaşadıkları anılara, lokal mekan önerilerinden dil öğrenme yollarına tüm merak ettiklerinizi onlara sorduk. Bu haftaki konumuz Lüksemburg’da Yaşamak, konuğumuz ise Fevzi Torcu.

Konum

Lüksemburg’da Yaşamak

Lüksemburg'da Yaşamak: Fevzi Torcu ile Dopdolu Bir Sohbet
Lüksemburg’da Yaşamak: Fevzi Torcu ile Dopdolu Bir Sohbet

Sevgili Fevzi, öncelikle seni daha yakından tanıyabilir miyiz? Nasıl karar verdin Lüksemburg’a taşınmaya, nasıl ilerledi süreç?

Selamlar herkese! Ben Fevzi Torcu. 2012 ODTÜ Ekonomi mezunuyum. Üniversiteden mezun olduktan hemen sonra Türkiye’nin en büyük televizyon/beyaz eşya üreticilerinden birinde Yurtdışı Satış Sorumlusu olarak çalışmaya başladım. Hem teknolojiye ezelden beri çok ilgili olduğumdan, hem de gezmeyi sevdiğimden bu iş benim için biçilmiş kaftandı. 5 yıl kadar orada çalıştıktan sonra, bir iş bağlantımın farklı bir projesinin macerasına kapılarak kendimi Ürdün’ün başkenti Amman’da buldum. Amman’da bir yılımı doldurmak, Arapça’yı yeni sökmek üzereyken ise dünyanın en büyük e-ticaret şirketlerinden birinin Türkiye projesiyle alakalı şu anki işim çıktı ortaya. Hayallerimde her zaman bir dönem Avrupa’da çalışmak varken tabi ki bu kadar büyük bir şirketin Avrupa merkezinde çalışma şansı muhteşem bir fırsat oldu. Tabi ki Lüksemburg pek bilinen bir ülke değil, konuyu ilk aileme açtığımda Lüksemburg’un bir ülke olduğundan haberdar pek insan yoktu 🙂 Fakat daha sonra araştırdıkça, hayat kalitesi, günlük yaşam standartları, doğası ve tabi ki en büyük tutkularımdan biri olan seyahat için müthiş merkezi konumuyla, çok zor bir karar süreci olmadı aslında benim için. Daha sonrası ise benim için müthiş bir şanstı. Biliyorsunuz malum, Türk çalışanlar için Avrupa’da ne yazık ki çalışma izni gibi bir sıkıntı var. Tam çalışma iznine başvurma hazırlığı yaparken, eşimin ikinci pasaportu olan Bulgar pasaportu sayesinde çalışma iznine ihtiyacım olmadığını öğrendim. Tabi ondan sonrası hızlı gelişti, soğuk bir Kasım gününde kendimizi Lüksemburg’un adeta Gaziantep Havaalanı’ndan küçük Findel Havaalanı’nda bulduk!

Lüksemburg'da Yaşamak: Fevzi Torcu ile Dopdolu Bir Sohbet
Lüksemburg’da Yaşamak: Fevzi Torcu ile Dopdolu Bir Sohbet

O karar verme sürecine geri dönsen, yine Lüksemburg’u seçer miydin, memnun musun Lüksemburg’da yaşamaktan? Neler yapıyorsun orada?

Şüphesiz yine seçerdim. Ne kadar çok küçük bir ülke olsa da, yaşam kalitesi anlamında çıtayı çok yukarıya çekiyor şehrin koşulları. Sorunsuz akan bir toplu taşıma ağı, tamamen yaya odaklı bir trafik düzeni, insan odaklı ülke yönetim anlayışı bu kararı yine olsa yine alırdım dememdeki etkenlerden bazıları. Oldukça yoğun çalışmama rağmen, ayda maksimum bir hafta sonunu Lüksemburg’da geçiriyoruz eşimle beraber. Gerek Lüksemburg’dan gerek yakın Belçika havaalanlarından dünyanın neredeyse her yerine uçma imkanı var. Ayrıca arabamızla da yakın Almanya, Fransa ve Belçika şehirlerini keşfetmekten vazgeçemiyoruz. Seyahat etmediğimiz hafta sonlarında da Lüksemburg’un müthiş doğasından faydalanıp, birbirinden şahane trekking rotalarında yolumuzu kaybediyoruz. Kaynağından su da bulduğumuz oldu, ellerimizle böğürtlen topladığımız da.

İlk zamanlar biraz zor oluyor diyorlar. Taşındığın ilk zamanları anlatabilir misin? Yepyeni bir yere taşınmak, yeni insanlar tanımak çok hızlı olmuyordur… Nasıl bir adaptasyon süreci geçirdin, en çok zorlandığın konular neler oldu? Dile alışma sürecinden de bahsedebilir misin, neler yaptın bunun için?

Hem ben hem eşim hayatımızın bir kısmını yurtdışında geçirdiğimiz için, aslında o çok konuşulan sıla hasretini pek çekmedik. Ama ikimiz de İzmirli olduğumuz için biraz güneş hasreti çektik. Gerek doğasından gerek konumundan kaynaklı Lüksemburg ciddi anlamda yağmurlu bir ülke. Biz de tam Kasım ortasında geldiğimiz için bu kadar aralıksız yağan yağmura ve güneş görmemeye alışmak en zorlandığımız konuydu zannedersem. Adaptasyon konusunda tabi ki eşimin de benimle beraber olması büyük şanstı. Zorluklar yanınızda dayanacak biri oluyorsa, daha kolay aşılır oluyor. Hava dışında zorlandığımız konulardan biri aslında Pazar günleri her yerin kapalı olması oldu. Ne kadar restoranların bazıları açık olsa da, tüm süpermarketler Pazar günleri kapalı. Türkiye’de pazar günlerini, pazara gidip mutfak alışverişini yaparak geçirmeye alışmış insanlar olarak, alışveriş günümüzü hafta içi akşam ya da Cumartesi gününe kaydırmak biraz zorladı diyebilirim.

Dil konusunda Lüksemburg bizim için müthiş bir şanstı zira Lüksemburg’un başkenti olan Luksemburg City’de yaşayanların %70’i zaten yabancı, o sebepten ana dillerden birisi de İngilizce. Devlet işlerimizi bile İngilizce halledebiliyoruz. Onun dışında tabi ki yer yer otobüslerde olsun, yerel esnafla iletişimde olsun Fransızca gerekiyor. Bunun için de şehrin şahane bir sistemi var. Lüksemburg’a geldikten sonra bir sene içerisinde herhangi bir Fransızca veya Lüksemburgça kursuna 10 euro karşılığında gidebileceğiniz bir entegrasyon programı mevcut. Herhangi bir yabancı şehre geldiğinde Entegrasyon Merkezi’ne gidip, program kaydı olup, istediği Fransızca kursuna yazılabiliyor. Kurs dışında ise özellikle Fransız etkisinin yoğun hissedildiği fırınlarda bol bol pratik yaptık tabi ki 🙂

Biliyoruz bu soru klasiklerden ama en fazla merak edilenlerden de biri aynı zamanda; Yaşam koşulları nasıl, pahalı mı? İstanbul ile arasında ciddi farklar var mı?

Yaşam koşulları nasıl bir yaşamdan hoşlandığınıza bağlı. Dışarıda geçirilen bir hayattan hoşlanıyor, sürekli dışarıda yeme-içme tercihiniz oluyorsa, Lüksemburg Avrupa’da pahalılık anlamında İskandinav ülkeleriyle yarışır. Bunu net bir şekilde söyleyebilirim. Lakin süpermarketten alışverişimi yaparım, evde yemek yaparım, arkadaşlarımla evde toplanır sosyalleşirim diyorsanız, oldukça makul bir yer. 3 euroya Türkiye’de belki 40-50 TL’ye marketten alamayacağınız kalitede şarap alabilir, 17 euroya 70’lik Tekirdağ Rakı alıp, keyfinize bakabilirsiniz! Özellikle café-bar anlamında İstanbul’dan çok geride olsa da bu kadar küçük bir şehirde 4 tane Michelin yıldızlı restoran olduğunu da belirtmekte fayda var. Belki 5 sene önce Türkiye biraz daha ucuzdu normal alışveriş anlamında ama ne yazık ki %15-20’lerdeki enflasyon sebebiyle Lüksemburg dahi günlük hayat pahalılığı anlamında İstanbul’dan ucuz neredeyse.

Yurt dışında yaşamanın, başka bir kültür deneyimlemenin birey olarak avantajları ve dezavantajları neler sence? Türkler olarak oldukça farklı bir kültüre sahibiz. Lüksemburglular nasıl insanlar, örneğin arkadaşlık ilişkileri nasıl?

İşin açığı ben yurtdışında yaşamanın, başka bir kültür deneyimlemenin herhangi bir dezavantajı olduğunu düşünmüyorum. Bilakis insanın dünyaya bakışını, vizyonunu, geleceğe yönelik planlarını şekillendirmede inanılmaz faydalı bir tecrübe olarak görüyorum. Bunu sadece Avrupa’daki tecrübeme dayanarak değil, Ürdün’deki Ortadoğu tecrübesini de dahil ederek söyleyebiliyorum. Türkiye’den yaşam standardı olarak oldukça geride olan Ürdün’de dahi kendime kattıklarım gerçekten parayla satın alınamayacak değerler. Tabi ki insanlarla sıcak ilişki, samimiyet seven biz Türkler’in Türkiye’de alıştığı gibi değil Batı Avrupa’da arkadaşlık ilişkileri. Fakat o insanların belki biraz daha duygularından ziyade mantıklarıyla plan yapıp, ona göre hareket etmelerinden kaynaklı.

Lüksemburg’da kültür şoku yaşadığın anlar oldu mu; çok ilginç, komik veya etkileyici bir anın varsa bizimle paylaşabilir misin?

Lüksemburg’da kültür şoku yaşadığım birkaç anım oldu elbette. Örneğin burada iş sebebiyle tanıştığım ve daha sonra arkadaş olduğum bir Hollandalı’ya arkadaşlarıyla ne sıklıkla görüştüğünü sormuştum ilk geldiğimde. Bana en yakın arkadaşıyla ikisi de şehirde olmalarına rağmen 25 gün sonraya sözleştiklerini söylemişti. Tabi ki benim yüzümdeki şoku gören arkadaşım kahkahayı patlattı. Malum bizim için arkadaş, hele en yakın arkadaş candan ötedir, randevulaşılmaz pek zira aramadan buluşursun 🙂 Bu noktada örneğin Türkiye’deki arkadaşlık ilişkilerini aramıyor değilim tabi.

Lüksemburg’da ne yenir, ne içilir diye sorsak; yemek kültürü hakkında neler söyleyebilirsin? Bize yeme-içme alanında birkaç lokal öneride bulunabilir misin, nerelere mutlaka gitmeliyiz?

Lüksemburg aslında demografik olarak küçük bir Birleşmiş Milletler diyebilirim. Lokal bir yeme içme kültürü olmamasına rağmen dünyanın pek bölgesinden çok iyi yerler mevcut.

Kahvaltı için Belçika menşeli Chocolate House müthiş çikolata sosu ve taze meyvelerin eşliğindeki pancake’leriyle kahvaltı anlamında buranın bir numarası diyebilirim. Yok ben pancake sevmiyorum, lokal unlu mamüllerden tatmak istiyorum derseniz, herhangi bir Fischer fırınına uğrayıp fırından yeni çıkmış croissant ya da pain au chocolat eşliğinde sıcacık kahvenizi yudumlayabilirsiniz.

Büyük ihtimalle geç bir kahvaltı ettiniz ve kahvaltıdan sonra güzel kahve içebileceğiniz bir yer arıyorsunuz Lüksemburg’da. Bu noktada iki önerim olacak. Eğer Türkiye’de alışık olduğumuz kafe ortamına yakın bir yer görmek istiyorsanız, şehrin en popular expat noktalarından olan Konrad’ı kesinlikle tavsiye edebilirim. Yok eğer ben şehrin en güzel kahvesini içmek istiyorum diyorsanız Tiyatro’nun avlusunda yer alan Cereal Lovers direk rotanız olmalı. Küçük bir müsli dükkanı olmasına rağmen, İtalyan barista kahve konusunda harikalar yaratıyor.

Akşam yemeği için ise ziyarete gelen her misafirimizi ilk götürdüğümüz yer olan müthiş bir Brezilya restoranı Batucada’yı kesinlikle tavsiye ederim. Muhteşem bir et restoranı olmasının yanında, Brezilya’nın lokal yemeklerini de sunuyor restoran. Zamanında Türkiye’nin Almanya ile yaptığına benzer bir işçi anlaşmasını Portekiz’le yapan Lüksemburg’da Portekiz-Brezilya esintisi çok yoğun hissediliyor. Ha ben ağır yemek istemiyorum, sadece yörenin şahane şaraplarına peynirin eşlik edeceği bir alternatif düşünüyorum derseniz de eski bir şarap mahzenine yapılmış Dipso’yu da kesinlikle tavsiye ederim.

Bu kadar farklı ulusların yemeklerinden bahsetmişken tabi ki lokal yemekler sunan bir mekan önermemek olmaz. Şehrin en tarihi yeri olan Grund’da yer alan Bosso Restaurant hem Alman hem Fransız mutfağından lokal lezzetleri en doğal haliyle sunabiliyor. Almanya ve Fransa’nın arasında kalması sebebiyle iki ülkenin mutfağını da layıkıyla sunan bir restoran, Lüksemburg’u iyi yansıtıyor diyebiliriz.

Eveet, yemeğimizi yedikten sonra eve eğlenmeden dönmüyoruz. Bu anlamda şehirde ne yazık ki çok alternatif yok. Benim önerim şehrin yerleşim bölgelerinden Limpertsberg’de yer alan Hitch olacak. Gece saat 11’e kadar restoran konsepti olan mekan, gece saat 11’de masalar kenara çekilince dev bir dans pistine dönüşüyor!

Vianden Kalesi
Vianden Kalesi

Lüksemburg’a gittiğimizde mutlaka ziyaret etmemiz gerektiğini düşündüğün 5 yer neresi diye sorsak? 

Lüksemburg, büyük bir kısmı UNESCO Dünya Mirası listesine alınmış alabildiğine tarihi bir şehir. Öncelikle gününüzün bir kısmını muhakkak ki şehrin eski surları içerisinde kalan Grund ve Clausen bölgesinde harcamalısınız. 1800’leri bugünde yaşamak için sokakların kokusunu muhakkak almalı, bu bölgeden geçen Moselle Nehri’nin kenarındaki yemyeşil yürüyüş parkurunda adeta ciğerlerinizi açmalısınız. Onun dışında şehrin simgelerinden biri olan “Cathedral of our Lady”yi muhakkak ziyaret edip hem şahane vitraylarla hem de müthiş sanat eserleriyle dolu kilisenin havasını almanızı tavsiye edebilirim. Surlarla çevrili olmasına rağmen çok fazla kale olmasa da şehir merkezinden yarım saat uzaklıktaki Vianden Kalesi bu topraklarda yaşananların güzel bir özetini sunmakla beraber, Lüksemburg tarihi konusunda da pek çok faydalı bilgi veriyor. Hep tarih olmaz tabi ki, biraz da modern dünyanın Lüksemburg’a yansımalarını görmekte fayda var bence. Lüksemburg’un modern sanatlar müzesi “MUDAM”ı da ziyaret etmenizi mutlaka öneririm. Pek çok modern sanat eserini barındırmakla beraber, cam tavanlı şahane bir kafeye de sahip kendisi.

İstanbul’un kendine özgü özellikleri vardır ya hani, rakı-meze veya Boğaz manzarası gibi… Özlüyor musun İstanbul’un bazı yönlerini? Mesela arada sırada İstanbul’a geldiğinde ilk yaptığın şey ne oluyor veya mutlaka yemeliyim dediğin yemekler, gitmeliyim dediğin yerler var mı?

Ben aslında İzmirli’yim ama iş sebebiyle sık sık İstanbul’a seyahat ettiğim için o eksende cevap verebilirim bu soruya. İstanbul’da havaalanından merkeze geldikten sonra ilk yaptığım iş açıkçası bir ocakbaşı bulmak oluyor 🙂 Ocakbaşında ustanın muhabbetinden sıralı et muhabbetine kadar çok özlüyorum işin açığı. Bir de en çok ne biliyor musunuz, o sofraların sohbeti özleniyor yurtdışında. Onun dışında her Türkiye ziyaretimde atlamadığım yemekler kokoreç, midye dolma ve söğüş muhtemelen. Ha bir de şunu yapmadan Lüksemburg’a geri dönmemeliyim dediğim şey illa ki vapur sefasıdır. Beşiktaş İskele yakınlarından gevrek alıp, vapurun balkonunda çay eşliğinde gevrek yemeden geçirdiğim bir seyahat hatırlamıyorum açıkçası.

Peki Türkiye dışında yaşamak sana neler öğretti? Nasıl değiştirdi seni, neler kattı şimdiki yaşamına? Yurt dışında yaşamak isteyen ama buna cesaret edemeyen kişilere birkaç tavsiyede bulunabilir misin?

Türkiye dışında yaşamak aslında insanı büyütüyor sorgusuz sualsiz. Bunu öğrenciyken 6 ay Almanya’da kaldığımda da hissetmiştim ama tabi daha uzun süreli yaşamak farklı bir his. Daha da olgunlaştırıyor insanı. Daha önceki sorularda da söylediğim gibi inanılmaz bir vizyon genişliği katıyor insana. Ha bir de aslında yaşam kalitesi dediğimiz şeyin elementleri hakkında da gerçekçi bir fikir veriyor. Yaşam kalitesinin gittiğin mekan değil aldığın nefes olduğunu, ya da taşıdığın telefon değil de yediğin organik yumurta olduğunu kafana adeta balyozla vuruyor. Hayatta en büyük felsefesi “pişman olacaksan bir şeyi yaptığına pişman ol, yapmadığına değil” olan bir insan olarak benim en büyük pişmanlığım yurtdışında yaşamayı üniversiteden mezun olur olmaz zorlamamam diyebilirim. Bu yüzden herkese tavsiyem, muhakkak ki yurtdışında bir süre de olsa yaşamaları, bunun için olan tüm koşulları zorlamaları. Kesinlikle vazgeçmeyin ve istediğinizi elde edene kadar zorlayın. Hayat sizin hayatınız ve siz zorlamazsanız, kimse sizin hayatınız için zorlamayacak.

Daha fazla bilgi almak isterseniz bu mail adresine sorularınızı gönderebilirsiniz: [email protected]

İlginizi çekebilir: Münih’te Yaşamak