Her mevsimin tadı bir başka değil mi sizce de? Ben seçim yapamıyorum. Her yaz, sıcak havalarla gelen coşkuya ve spontaneliğe kapılmayı çok seviyorum; takvimler Ağustos sonu, Eylül başını göstermeye başladığındaysa sonbaharın biraz hüzünlü, çokça nostaljik havasını arıyor gözlerim. Bu yıl yeni mevsimi Urla ve Seferihisar yollarına düşerek karşılamaya karar verdim, taktım hayal arkadaşımı koluma, atıldık maceraya.

Mona Glamping
Mona Glamping | Fotoğraf: İrem Bali

Mona Glamping’de Sonbahar Çok Başka!

Size Mona Glamping’den daha önce bahsetmiştim. Şanslıyım ki, yazın ‘belltent tipi’ lüks glamping çadırlarında konaklama fırsatı bulduğum Mona’da bu kez, karavan deneyimi yaşadım – hem de Eylül’de! “Aynı mekanda ne kadar farklı bir deneyim yaşamış olabilirsin ki?” diyebilirsiniz, size verebileceğim tek cevap ancak yaşayıp görebilirsiniz olabilir. Nasıl desem, sonbaharda Mona’da olmak, hayata ara vermek gibiydi. Karavanla dünyayı gezme hayalime bir adım daha yaklaştım, özgürlüğü doyasıya hissettim. Doğanın içinde, istediğim minik ve tatlı yaşam düzenini kurup her biri minnet dolu nefesler alarak geçirdiğim günlerde, yıldızlar bile daha parlaktı sanki. Ilık deniz, serin akşamlar ve ben karavanımın önündeki salıncakta sadece durmayı pratik ederken uzaktan bana göz kırpan kamp ateşi… Rüyada gibiydim, hala etkisindeyim!

Daha önce bahsettiğim gibi, Mona’da her biri birbirinden farklı tarzlarda ve kendi konseptlerine uygun tasarımlara sahip karavanlar bulunuyor: Classy, Country, Retro,  Rustic ve bu ailenin arasına iki yıl önce katılan Hygge. Biz Alp’le Classy’de konakladık. Karavanın içiyle ilgili biraz bilgi vermem gerekirse, biz mini buzdolabından su ısıtıcısına, kupalardan çay ve kahveye ihtiyacımız olan her şeyi rahatça bulabildik. Karavana girince beni karşılayan en güzel sürprizse, üst üste dizilmiş çeşit çeşit kitaplar oldu. Rastgele karşıma çıkan kitapları çok seviyorum, bana söylemek istedikleri şeylere kulak vermeyi hiç ihmal etmiyorum. Bu yüzden hemen kaptım içlerinden birini, tek gecede bitirip cebime harika düşünceler koydum. Devam edelim… Buraya dışarıdan istediğiniz yiyecek ve içeceği getirebiliyorsunuz. Özellikle akşamları mangalınızı yapıp kamp ateşinizin önünde yıldızları izlemek gibisi yok.

Mona’da herkesin birbirine yakın mesafede konaklamasına rağmen bu kadar huzurlu ve mutlu olmasında, ziyaretçilerini bir parçası olmaya davet ettikleri kamp kültürünün payı büyük. Bunu Mona’ya daha ilk geldiğiniz anda karşınıza çıkan ‘Kamp Kültürü ve Kuralları’ listesinden de anlıyorsunuz. Bu listeden benim ruhuma en çok dokunan maddeleri sizlerle de paylaşmak istiyorum:

_ Doğaya ve diğer canlılara sahip çıkın, hayvanları koruyun, kötü davrananları uyarın. Burası onların yaşam alanı.

_ Kamp alanları başka insanlarla paylaşılan ortak alanlardır. Gürültü yaparak, yüksek sesli müzik dinleyerek diğer kampçıları rahatsız etmeyin.

Onlara da söyledim, Mona bana yavaş yavaş ev hissi vermeye başlıyor. Orada olmayı yeniden iple çekiyorum. Böyle duyarlı, böyle içten olduğun için teşekkürler Mona! Şimdi sıra geldi, sizlerle paylaşmak istediğim mekan keşiflerime…

Bitkisel Mutfak: Veganların Urla’daki Cenneti

Bitkisel Mutfak
Bitkisel Mutfak | Fotoğraf: İrem Bali

Ebru Hanım’la tanışın: Kendisi 50 senedir baharatçılıkla uğraşan bir ailenin kızı. İzmir’i çok sevince İstanbul’dan buraya gelmeye karar veriyor ve 2019’da Urla’nın ilk ve tek vegan cafesi olan Bitkisel Mutfak’ı, Urla Sanat Sokağı’nın bir sokak altında açıyor. İyi ki de açmış diyorum çünkü burada her şey çok lezzetli ve çok sağlıklı. Üstelik Bitkisel Mutfak, ‘vegan’ deyince yiyecek seçeneklerinin sınırlandığına yönelik genel algıyı çürütecek genişlikte bir menüye sahip: Guacamole nacho chips, içli köfte, vegburger, vegan iskender, cevizli mantı, taco’lar, fajita, vegan sushi’ler – daha neler neler! Böyle bir çeşitliliğe sahip menülerine her hafta sonu yeni lezzetler ekliyorlar, kendilerini durmaksızın geliştiriyorlar, zeytinyağlıları her gün taze taze hazırlamaları da cabası.

 Bitkisel Mutfak
Bitkisel Mutfak | Fotoğraf: İrem Bali

Biz Bitkisel Mutfak’ta o hafta sonuna özel hazırlanan vegan çöp şişi, pancarlı humus ve körili patates salatası sosları eşliğinde tattık. Pirinç yoğurduyla birlikte servis ettikleri ıspanaklı mantıyı, Veggie Roll’u, tatlı olarak da şekersiz, unsuz ve glutensiz limonlu raw cheesecake ile vegan Magnum’u denedik. Hepsinin lezzetine ek olarak, kendine has oluşlarından, özgünlüklerinden çok etkilendim. Mesela Ebru Hanım, karadutlu vegan Magnum’u hazırlamak için karadutları bahçesinden nasıl topladığını anlattı, dondurmanın çikolatasıysa Belçika çikolatasıymış. İkisinin birleşimiyle ortaya çıkan o eşsiz lezzetten bahsetmiyorum bile!

Bana sorarsanız, vegan olmasanız bile birbirinden lezzetli ve sağlıklı alternatifleri deneyimlemek için Bitkisel Mutfak’a düşürün yolunuzu. İster renkli ve iç açıcı çizimlerle bezeli arka bahçesinde, ister sokağa bakan ön bölümünde yemek deneyiminizin tadını çıkarın. Kendinizi mekan sahipleriyle veganlık üzerine ufuk açıcı bir sohbet içerisinde bulursanız şaşırmayın. Bize tam olarak öyle oldu, uzun uzun vegan yaşam biçiminden ve felsefesinden konuştuk, daha önce hiç duymadığım onca bilgi öğrendim. Bolca sorguladım… Dilerim Urla’da giderek çoğalır sizin gibi duyarlı insanların güzel işletmeleri.

Pizzeria Luna Romana: Urla’da Gerçek Bir İtalyan

Hikayesi olan mekanların yeri bende bir başka oluyor. Luna Romana tam da böyle bir mekan: Roma’da ‘A tavola con lo chef’ adlı profesyonel pizza şefliği kursunda tanışan Aycan Gezer ve Costantino Dotari, aynı sınıfta eğitimlerini tamamlıyorlar, Roma’nın en iyi pizzacılarında edindikleri deneyim sonrasında hayallerini birleştirip Türkiye’ye dönüyorlar. Pizzalarımızı yedikten sonra onlarla keyifli bir sohbet etme şansı da bulduk, işlerini öyle büyük bir tutkuyla yapıyorlar ki! Bu, ortaya koydukları akıl almaz lezzetteki pizzalardan gülüşlerine kadar yansıyor. Bu yüzden yalnızca lezzetiyle değil (ona ayrıca geleceğim!), hikayesi ve sıcacık mekan sahipleriyle de etkiledi beni Luna Romana.

Şimdi geldik, tatları hala aklımdan çıkmayan o leziz pizzalara. Kıvamına bayıldığım burrata’yla başlangıç yaptığımız deneyime, funghi ve incirli pizzayla devam ettik. Abartmıyorum, hayatımda yediğim en iyi pizzalar arasında ilk üçe kesin girerler. Özellikle incirli pizzanın tadı hala damağımda, zihnimde tam da şu an bir daha ne zaman Urla’ya gitsem sorusunun yankılanmasına sebep kendisi. Neden derseniz, cevabı Luna Romana pizzalarının özelliklerinde saklı: beş farklı un çeşidi kullanarak yapılıyorlar, yüksek hidrasyon (%90’a kadar varabilen) ve 48 saati aşan olgunlaşma işlemi sayesinde çıtır, gözenekli, sindirimi kolay ve eşsiz oluyorlar. Malzemelerin ise hepsi mevsiminde taze ürünler.

Hele o Bomb Alla Nutella yok mu… Bilmiyorum ki hangi kelimelerle anlatabilirim! Yerken gerçek çikolataya doyduğumu hissettim, hiç bitmesin istedim. Mutlaka, mutlaka bu özel lezzetleri denemeli, Luna Romana’nın içinizi ısıtan ortamında bulunmalısınız. Ayrıca her gün, öğle saatlerinde çeşit çeşit Roma usulü dilim pizzalarını tadabilirsiniz. Luna Romana’ya yolunuz düşerse, o güzel çifte de benden selam söylemeyi unutmayın!

Maya Bahçe: Seferihisar’ın Gizli Bahçesi

Maya Bahçe, Seferihisar’ın yemyeşil doğasına gizlenmiş bir cennet. Ruhuma iyi gelen, içeri adımı attığım anda beni adeta başka bir dünyaya ışınlayan özel bir yer. Her şeyden önce, tam bir aile işletmesi. Maya Bahçe’yi ilk keşfettiğimizde tanıştığımız sevgili Buğra ve eşi, kardeşleri, babaları ve anneleri, dünya tatlısı Zeynep… Her biri içinizi hayata karşı umutla dolduran, kaldı mı böyle güzel insanlar dedirten, konuşurken gözlerinin içi gülen insanlar. Bu da elbette yaptıkları işe yansıyor – gerçi ‘iş’ demek yanlış olur, onlar size doğalın, sadeliğin, sıcaklığın mutluluğunu yaşatıyorlar.

Biraz da kahvaltı sofrasından söz edelim. Sofraya gelen zeytinler, yeşillikler, domates, salatalık, hepsi kendi bahçelerinden. Arka tarafta biberler, patlıcanlar, domateslerle çevrili bir bostanları var. Yan tarafta keçiler özgürce dolaşıyor; dut, nar, armut, incir gibi meyve ağaçlarıysa güneşin ışıklarıyla pırıl pırıllar – sihirli bir bahçenin içinde gibi hissediyorsunuz. Reçelleri ev yapımı, özellikle süt reçelini mutlaka tatmalısınız, aldığınız her lokmadan lezzet taşıyor. Doğallık kendini nasıl da belli ediyor! Özel baharatlı yumurtaları ve kuru domatesini de denemeniz gerektiğini söylemiş olayım, bir de anne pişisini. Görüyorsunuz, saymakla bitiremiyorum.

Son olarak, buradan güzeller güzeli Zeynep’e teşekkür etmek istiyorum. Bana içimdeki çocuğu hiç unutmamam gerektiğini hatırlattı. Birlikte ay çekirdeğinin içinden çekirdekleri ayıklarken, çekirdek değil çiğdem dediği an dedim ki kendime, doğru yerdeyim. Özgürce doğada koşturduğum daha fazla zaman yaratacağım kendime, sana söz Zeynep.

Kapak fotoğrafı: İrem Bali