Hırslı, politik, kararlı. The Politician dizisinin baş karakteri Payton Hobart, bu 3 kelimeyle tanımlanabilir. Fakat üstünkörü söylenmiş bu 3 sıfat, onun gerçek psikolojisini yansıtmada eksik kalır.

The Politician | Fotoğraf: Deadline

“Adım atılmamış sulara, hayal edilmemiş kıyılara olan tutkulu adanmışlık,” diyor Shakespeare Kış Masalı’nda, Camillo aracılığıyla. The Cure’un “Pictures of You” şarkısı eşliğinde uzun bir yolda, stresli bir yolculuk geçirirken Payton, River’a “Sen benim gölgemsin” der ve olaylar Shakespeare’in bu tamamlanmamış cümlesine kadar uzanır.

Tutkulu bir adanmışlığın ete kemiğe bürünmüş hali Payton’ın hayal edilmemiş kıyıları, adım atılmamış suları bu tanımda kendine bir yer bulamaz. Ve aniden River belirir, Payton’ı betimleyen bütün cümleler onunla tamamlanır. “River” kelimesinin su ile olan ilişkisi bir tesadüf olamaz.

the-politician-payton-flag
Payton Hobart | Fotoğraf: The Guardian

Jung kişilerin, bilinçaltını bir yana bırakarak kendilerini salt bilinç ile tanımlandıkları için aslında benliklerinde “keşfedilmemiş” bir parça olduğunu savunur ve bu parçayı “gölge” olarak adlandırır. Bu gölge, bütün bastırılılanları, reddedilenleri ve gerçek benliğinden çalan şeyleri içinde barındırır. Payton Hobart için River, adım atılmamış suların, kıyıların temsilidir, benliğinin gölgesidir. Bundan olacak ki, Payton ve River’ı dizide sadece 2 kez yan yana görürüz, 2. görüşümüzde River kendini vurur. Bu belki de, Payton’ın bütün duygularının bastırılmasının temsilidir. River’ın intiharıyla birlikte Payton aslında, Jung’un “salt bilinç” olarak tanımlandığı benliğiyle gerçek dünyada var olur. Reddettiği her şey ise River ile birlikte bilinçaltına, gölgesine itilir.

Toplum tarafından karikatürize edilen “politikacı” duruşu, Payton’ın salt bilincini oluşturur ve bilinçaltındaki derinlikten ve keşfedilmemiş sularının keşfinden bu şekilde gittikçe uzaklaşır. Jung bu durumu “bireylikten uzaklaşma” olarak tanımlar ve sonucunu karakter bölünmesiyle açıklar. River ve Payton dizide 2 ayrı karakter olsalar bile aslında Payton’ın benliğindeki parçaları oluşturan bir bütünlerdir. 

the-politician-payton-river-piano
Payton & River | Fotoğraf: Payton & River Piano Clip

Payton’ın gölgesine yolculuğunu tetikleyen şey dizi boyunca çoğunlukla müzik ve spesifik olarak piyanodur. Payton her piyano çaldığında bir şekilde River ile karşılaşır. Bu aslında onun, bastırdığı duygusal tarafı, bütün hisleri ve peşinden koşmaktan yorulduğu, onu mükemmelliğe ulaştıracak tarafıdır. Bir birey, salt bilinç olamayacağı için Payton, River’dan aldığı öneriler olmadan başarıya ilerleyemez. Onun gerçek dünyada var olan bir birey olmasını sağlayan şey aslında, rasyonellik ve bastırılmış duygusallığının harmanlanmasından geçer. Bundandır ki, her gece piyano çaldığı 1. Sezonda Payton’ın duygularını bu sahnelerde yakından görme fırsatı yakalarız. Yine aynı dönemde Alice ile ilgili duygularını ilk defa bu kadar açık yaşar, başarısız hissettiğinden ilk defa bu kadar açık bir şekilde bahseder. Aslında, 1. Sezonun sonu onun “politik” kişiliğinden ödün vermemek için bastırdığı bütün duygularının gün yüzüne çıktığı dönemdir. Yani, onun adım atılmamış kıyılarla buluşması, kendi benliğindeki “keşfedilmemiş”lerin keşfidir. 

the-politician-payton-river
Payton & River | Fotoğraf: Run to You

Müzik ve özellikle piyano, Payton’ın gölgesine yolculuğuna aracılık eder. Belki de piyanonun tuşlarındaki siyah-beyaz ayrım, bu bağlamda bir tesadüf değildir.

Bilinçaltının piyano ile sembolize edilmesi belki de müziğin hatırlatıcı ve zamanı kıran gücünden gelir. Toplumdaki politik varoluşuyla bir bireye dönüşemeyen Payton, kendi benliğinde izole olup piyano çaldığında aslında müziğin gücüyle birlikte kendisini bütün duygularıyla yüzleşen bir durumda bulur. Buradaki piyano, ona bilinçaltının ve belki de 2. benliğinin kapılarını açan bir semboldür. 

i-wish-i-had-a-river-the-politician
Payton & River | Fotoğraf: Monsters and Critics

Belki de toplumdan ve politikacı benliğinden soyutlanmayı başardığı tek an, piyanonun başında oturduğu andır. O saniyede artık gölgesiyle bir araya gelebilir, hissetmekten kaçındığı bütün duyguları hissedebilir. Payton’ın bastığı her bir tuş, karakterindeki adanmışlığın yönünü bastırdıklarına, reddettiklerine ve hiç görmediği kıyılara, River’a götürür. Zaten müzik, böyle bir şey değil midir? The Cure arkada çalmaya devam eder, “You were always so lost in the dark.” Ve bir plak dükkanında tekrar karşılaşırlar.

Kapak Fotoğrafı: Twitter

İlginizi çekebilir: Emre Eminoğlu’ndan Pose