Bitkilerim salonun önündeki koca camın önünde duruyor. Hemen yamacındaki banka uzanıyorum. Günün sonunda, karantinada olmak güneşin keyfini çıkarmamayı gerektirmiyor öyle değil mi? Yeri geldiğinde Bursa Serbest Bölge’de kendi Toskana’sını yaratmayı becermiyor mu insan? Bu da benim Ayşekadın’da yarattığım St Tropez.

Ayşekadın'da St Tropez
Ayşekadın’da St Tropez | Fotoğraf: Kübra Kağan

Bazılarının kocaman yaprakları bana gölge olup, beni güneşin direk ışınlarından koruyor. Tenin tene değmesi tadında bana sırnaşan Alocasia’ma uzanıyorum, derken aramıza yeni katılan Ficus Elastica’m bana kur yapıyor. 2019 ikinci çeyreğinden bu yana bu canlıları anlamaya, onlarla ilişki kurmaya çalışıyorum. Yapraklarına bu kadar yakından bakmamışım ya da ışığın bu kadar çarptığı bir anda inceleme şansım olmamış. Miniklerle oynarken her birinin irili ufaklı yaraları olduğunu fark ediyorum.

Bu canlıların yaşam dünyasını öğrenmeye çalışırken, izlediğim bazı videolardaki cümleler geliyor aklıma: “İsterseniz gözünüze kötü gözüken o kahverengi kısımları kesebilirsiniz.”. “Peki sen bacağındaki yara izini yok etmeye çalışırken bacağını kesiyor musun?” diye düşünmeden edemiyorum.

Yara
Yara| Fotoğraf: Kübra Kağan

Sanki aslında yaşanmışlık, anlatmak istediği bir mesele var ve sen onu keserek yok ediyorsun gibi… Belki bir evden diğerine taşırken birkaç dalı çarptı duvarlara da o yüzden yaraları var ya da aslında susuz bıraktın da sararmaya başladı yaprakları, sana derdini anlatmaya çalışıyor. “Ama aslında” diye başlayan cümleler gibi. Suratının neden düşük olduğunu anlatmaya çalışırken sözünün kesilip, kafasındaki nedeni sana anlatmaya başlaması gibi… Halbuki o yaranın bir hikayesi vardır. Üç taşınmaya göğüs germiştir. “D” İtalya’ya çalışmaya giderken onu, yakın arkadaşı “E”ye bırakmıştır. “E” günün birinde Avrupa’dan Andolu’ya geçmiştir, bir tık küçük bir eve. Malesef ışık seven bu Ficus’çuk için yeterli ışıklı ortam sağlanamadığı için, bir tık boynunu bükmüştür. Haline üzülen “E”, “K”ya “İster misin?” diye sorar. Köpek, sahibi onunla oynadığı zaman mutlu olduğunu göstermek için nasıl kuyruğunu sallıyorsa “K” da öyledir. İşten çıktıktan sonra, Korona dinlemeden ailesinin yeni üyesini almak üzere “E”’ye gider. Salgın dolayısıyla sokaklarda durmak istemez. Maskesinin sağa sola kaymaması, eteği açılmasın derdindeyken koca Ficus’u minik arabasına yerleştirirken birkaç dalını hırpalar. Yani o yaraların bir hikayesi vardır aslında, hem de kaç yıllık…

Sonra aklıma “kintsugi” geliyor- the art of precious scars.

Kintsugi
Kintsugi | Fotoğraf: Pinterest

Kırılan seramikleri onararak, “yara izleri” sayesinde çömlekçiliğe daha da rafine hale gelen yeni bir yaşam vermek mümkün. Japon kintsugi sanatı, kırık nesnelerin gizlenecek bir şey değil, gururla sergilenecek bir şey olduğunu anlatır. Teknik, değerli bir metal ile kırılan parçaların birleştirilmesinden ve onlara yeni, daha rafine bir görünüm kazandırılmasından oluşur. Onarılan her parça, seramiklerin parçalandığı rastgelelik ve metallerin kullanımı ile artan düzensiz kalıplar nedeniyle benzersizdir. Nesne kırıldığında oluşan benzersiz çatlaklar sayesinde, her birimizde farklı izler bırakan yaralarmış gibi tasvir edilir. Bu teknik, kırılmış nesneleri atmamamız gerektiğini savunur. Bir nesne bozulduğunda, bunun artık yararlı olmadığı anlamına gelmediği, kırılmalarının değerli olabileceğini vurgular. Bir şeyleri onarmaya çalışmalıyız çünkü bazen bunu yaparken daha değerli nesneler elde ederiz. Esnekliğin özü budur. Her birimiz travmatik olaylarla olumlu bir şekilde başa çıkmanın, olumsuz deneyimlerden öğrenmenin, onlardan en iyi şekilde yararlanmanın ve kendimizi tam olarak bu deneyimlerin her insanı benzersiz, değerli kıldığına ikna etmenin bir yolunu aramalıyız.

Sanki hayatın kendisini anlatır gibi değil mi? Her deneyim, yaşanmışlık her insanda farklı farklı tatlar bırakır, farklı etkiler yaratır. Kimisi için “harika” olan, kimisi için “ürkünç” olabiliyor. Günün sonunda her bir insan için kendine özgü oluyor. Günün sonunda bu yaşanmışlıklar, bizi oluşturan parçalar oluyor. Parmak izi gibi… Her biriyle bir deneyimimiz oluyor ve bunlar bizi biz yapanlar oluyor. Kübra’nın doğruları onun bugüne kadar yaşadıklarının bir sentezi. Derin’inki bambaşka bir dünya ve çok farklı kırgınlıklar, coşkular… Ege desen travmalarla dolu. Günün sonunda her biri birbirinden farklıyken bu üçünün bir araya geldiğindeki doruk zevk, bunların harmanının yarattığı enerji değil mi? Hani farklı masalarda oturuyorsunuzdur. Arkadaşınla konuşurken onunla göz göze gelirsin, ilkinde kazara olduğuna inandırmaya çalışırsın kendini. Derken ikinci kez de göz göze geldiğinde kalbin hızlanır, sonra içinde Pink Martini şarkısı yükselir ve sen onun kollarında dans etmeye başlarsın.

Hayat
Hayat | Fotoğraf: Kübra Kağan

Yani aslında her kırıklığın sonunda o parçadan vazgeçmezsin. Yani aslında mesele, “Kübra sen sonuca odaklanıyorsun, ben süreci önemsiyorum”un altında yatıyordur…

Söylesene en son ne zaman bir objeyi, bir kalbi onardın? Belki zaman şimdidir. Demem o ki, o yaprakları da sevdim ben. Kur yaparak aramızı düzeltmenin yollarını arıyorum 😉

Nobody is perfect…

#notestoself.

Cheers.

Kapak fotoğrafı: K

İlginizi çekebilir: İstanbul Flaneur’den Çiçek Tasarım