Uzun zamandır okumak istediğim bir yazardı Virginia Woolf. Adını ilk kez ne zaman duyduğumu anımsamıyorum ancak Orlando filmini izledikten sonra ve kitap uyarlaması olduğunu öğrendiğimde kesinlikle bu kitabı okumalıyım diyerek Virginia Woolf tarafından yazıldığını öğrenmiştim. Orlando kitabını almak için siteye girdiğimde yazarın en çok satılan ve basılan kitabı olarak sürekli karşıma “Kendine Ait Bir Oda” kitabı çıktı. Ve o anda evin ortak oturma odasında masaya kurulmuş bir kadın olarak kendime ait bir odaya ihtiyaç duyuyordum. Böylelikle okuduğum ilk Virginia Woolf kitabı aslında bir feminist manifesto olan bu kitap oldu.

Virginia Woolf
Virginia Woolf | Fotoğraf: Brain Pickings

Kitap, kadın ve edebiyat hakkında olmasına rağmen kadınların yüzyıllar boyu dışlandığı birçok alanı anlatıyor aslında. Sadece örnekler yaratıcılığın yazın dalından. Kitap erkeklerin sorduğu basit gibi görünen bir soru ile başlıyor aslında: “Kadınlar olarak erkekler kadar yetenekli olduğunuzu düşünüyorsunuz ancak neden aranızdan bir Shakespeare çıkamadı?” Bu soru yıllar önce Kontrabas isimli Ankara Devlet Tiyatrosu’nun bir oyununda “neden hiç ünlü kadın besteci yok” diye seyirciye sorulmuştu. Ve o gün bir kadın olarak aklıma Mozart, Chopin gelirken kadın besteci isminin aklıma gelmemesine üzülmüştüm. Woolf bu soruyu öyle güzel yanıtlıyor ki: Çünkü fırsat vermediniz.

Shakespeare’in kız kardeşini düşünüyor, kız kardeşi ile aralarındaki farkları. Shakespeare öncelikle bir erkek olarak istediği okulda okuyabilme özgürlüğüne sahipti, öğrendikleri ile kendini geliştirdi. İlgi alanı olan tiyatro konusunda çalışabilme şansı vardı. Seyehat sınırlaması olmadığından en gözde şehrin en iyi tiyatrosunda işe başlayabildi. Yıllarca okuduğu kitaplar, aldığı eğitimler ve şüphesiz yeteneği sayesinde muhteşem tiyatro oyunları yazdı. Peki aynı yeteneğe sahip olduğunu varsaydığımız kız kardeşi? Okula gitmek gibi bir lükse sahip değildi onun için önceden belirlenen roller; yemek yapması, temizliğe yardım etmesi, dikiş-nakışla uğraşması ve vakti geldiğinde babasının uygun gördüğü adamla evlenmesiydi. Buna karşı çıkarak ilgi alanı tiyatroya yönelmek istese, evden kaçsa ve şehre göçüp bir tiyatrodan iş istese – ona gülecekler ve senin bunu yapman imkansız diyeceklerdi. Woolf’un kurgusuna göre tiyatronun sahibi adamdan hamile kalarak sonunda intihar ediyor yaratıcılığını hiç bir zaman göstermeye fırsat bulamamış Shakespeare’in kız kardeşi. İster istemez bu bölümde aklıma “Aşık Shakespeare” filmi geldi. Belki kız kardeş değil ama tiyatroya ilgisi olan soylu bir leydi erkek kılığına girerek tiyatroda sahne alıyordu.

"Shakespeare in Love" filminden bir kare, Gwyneth Paltrow erkek kılığında tiyatroda
“Shakespeare in Love” filminden bir kare, Gwyneth Paltrow erkek kılığında tiyatroda | Fotoğraf: ccnlibraryblog.wordpress.com/

Film 16. yüzyılda Kraliçe Elizabeth döneminde geçiyor. Ülkenin başında bir kadın varken bile kadınlara bu kadar az imkan tanınıyor ve ayıplanıyor olması bana çok ilginç geliyor. Böyle gelmiş böyle gider demeyip bir devrim yapmaksa cesaret istiyor.

Zengin koca mı? Okumak mı?

Virginia Woolf ise kitabını 20. yüzyılın başında yazıyor. O zamanda bile kadınlar üniversite okuyamıyor, oy haklarını büyük çabalar sonunda elde etmiş haldeler ve hala belli başlı işler dışında toplumda yer elde etmek için uğraşmaktalar. Ekonomik bağımsızlığı kazanmak bir kadın için gerçekten çok zor çünkü ondan beklenen iyi bir eş ve anne olmak dışında bir şey değil. Burada da aklıma Jane Austen’ın Aşk ve Gurur kitabındaki anne modeli geliyor. Beş kız sahibi ve sürekli varlıklı aileler ile kızlarını evlendirme hayali içinde. Geçmişteki Firdevs Yöreoğlu.

 Firdevs Yöreoğlu ve kızları
Firdevs Yöreoğlu ve kızları | Fotoğraf: Ranini

Bugüne dizi olarak uyarlanan bir kitap olan Aşk-ı Memnu’da annenin kızı için sadece varlıklı bir evlilik düşlemesi hiçbirimize garip gelmedi değil mi izlerken? İyi bir üniversite okusun veya kendi işini kursun demedi. Günümüzde geçmişteki kadınların bizim özgürlüğe ulaşabilmemiz için yaptıkları fedakarlıkları unutuyoruz bazen. Aslında çok uzak bir geçmiş de değil. Bir yüzyıl bile geçmedi neredeyse üstünden. Hala eşit mevkiler, eşit maaşlar gibi konularda aynı seviyede olmasak bile bir elli sene öncesi ile karşılaştırıldığında bir devrim yaratılmış diye düşünüyorum. Tabii her ülke için bu şekilde değil bu durum. Hala yüz sene öncesini yaşayan yerler var. Türkiye’de bile bazı bölgelerde bir kadının istediğini yapabilmesi çok güç. Ancak yine de gelişme kaydedildiği apaçık.

Kadınlar olarak sahip olduğumuz özgürlükleri kaybetsek?

Handmaid's Tale star Yvonne Strahovski opens up about pregnancy ...
Handmaid’s Tale | Fotoğraf: SBS

Bunun bir örneğini görmek için Handmaid’s Tale (Damızlık Kızın Öyküsü) kitabını okuyabilir veya dizisini izleyebilirsiniz. Dizide Serena Joy karakterinin kaybettikleri üzerinden o kadar güzel anlatılmış ki aslında neleri kazandığımız vakti zamanında. Bir zamanlar kitaplar yazan, hayran kitlesi olan, bir siyasetçi ve devlet modeli yaratan kadın artık sadece örgü örmek ve çiçeklerle ilgilenmek gibi işlere bakmak zorunda bırakılıyor. Eşinin arkasında bazen fikir verse de aslında o artık Serana Joy olarak yok. Woolf’un kitabında anonim olarak geçen çoğu ninni ve türkünün kadınların eseri olarak çıktığının varsayıldığı söyleniyor. Kadın kendi adı ile yok, çünkü o önemsiz. Tıpkı Serena Joy’un artık olduğu gibi.

Şu an kadın olarak birçok alanda fırsatlarımız artmış olsa da, halen daha kat edilecek çok yolumuz var. Bu yolda geçmişteki kadınların çabalarını unutmamalıyız; onlar sayesinde oy kullanabiliyor, üniversitede okuyabiliyor, birçok alanda hayal kurabiliyor ve bu hayalleri gerçekleştirebiliyoruz.

Kapak fotoğrafı: Pinterest

İlginizi çekebilir: Merve Oflaz’dan “Camille Claudel‘in Hikayesi”