Disiplinlerarası üretime destek veren uluslararası konuk sanatçı programı Gate 27’nin son konuğu bio-sanat alanında çalışmalar yürüten sanatçı Esin Aykanat Avcı oldu. Gate 27’nin işleyişini ve son projesini projesini Gate 27 Direktörü Burak Mert Çiloğlugil ve konuk sanatçısı Esin Aykanat Avcı ile konuştuk.

Gate 27

Farklı pratiklerin araştırma ve üretim süreçlerini desteklemek ve disiplinlerarası etkileşime zemin yaratmak amacıyla kurulan uluslararası konuk sanatçı programı Gate 27, 2019 tarihindeki kuruluşundan beri düzenlediği etkinlikler ve programlarla dikkat çekiyor. Bunun son örneği biyo-sanat alanında çalışan sanatçı Esin Aykanat Avcı’nın konuk edildiği nisan-mayıs dönemi oldu. Katılımcılarına ekoloji, sürdürülebilirlik, erişilebilirlik ve yerel yaratıcı ağlar etrafında bir diyalog kurmaya davet eden program insan-doğa ve yaşam-ölüm ilişkisine de yeni bir form kazandırmayı amaçlayan Esin Aykanat Avcı’nın çalışmasına ev sahipliği yaptı. 

Çıkış noktasını insan bedeni için yeni organ geliştirmeye yönelik bilimsel çalışmalardan alan sanatçı insanlar için organ üretilmesi amacıyla geliştirilen bilimsel proje kapsamında yayınlanmış bir makaleden (“Crossing kingdoms: Using decellularized plants as perfusable tissue engineering scaffolds”) yola çıkarak hazırladığı projesinde, bitki yapraklarının insan için yeni bir beden olarak konumlandırılması konusuna odaklanıyor. Çevreden topladığı yaprakları, bir biyokimya uzmanı ile birlikte laboratuvar ortamında geliştirdiği özel bir solüsyon içinde bekleterek hücresizleştiriyor ve yeni organ geliştirme çalışmalarında kullanılabilecek bir “ev” haline getiriyor.

Esin Aykanat Avcı ile: Üretimleri, Doğa ve İnsan İlişkisi Etkileşimi Üzerine

Esin Aykanat Avcı

Keşfetmiş olduğunuz kavramsal çerçevenin ışığında üretimlerinizi nasıl tanımlarsınız? Esin Aykanat Avcı’nın işlerini nasıl ifade etmek gerek genel olarak?

Çalışmalarımın, aslında hep aynı konunun farklı malzeme ve yöntemlerle ortaya çıkan ifade biçimleri olduğunu söyleyebilirim. 2010 yılından beri süregelen sanat üretimim, hatta öncesinde edebiyat eğitimim sırasında ilgimi çeken metinler hep doğa ve insan ilişkisi veya etkileşimi üzerine oldu. Yaptığım okumalar, bu konuda beni rahatsız eden şeyin kendimi doğanın dışında konumlandırmam ve doğayı gidilip görülecek, içerisinde vakit geçirilecek ayrı bir yer olarak algılamam olduğunun farkına varmamı sağladı. Üstten ve kibirli bir bakıştan uzaklaşıp doğanın bulunduğumuz her yer, bizim de bu zincirin bir parçası olduğumuzu kabul etmek ve bunu da oluşturduğum süreçlerle öncelikle kendime hatırlatmaya çalışmak, beni malzemenin nasıl işleneceğinden çok özüyle ilgili düşünmeye yönlendirdi.

Önce, kilden suyu uzaklaştırarak taşlaşmış, sağlam ve dirençli formlar üretmek yerine, malzemenin alacağı nihai sonuca odaklanmadan ürettiğim bir formun çevresiyle girdiği etkileşim ve uyum sağlama sürecindeki izlenebilir değişimine yöneldim. Bunun üzerinden de insanın fiziksel olarak doğayla tekrar bir olabilme ihtimaliyle ilgili sembolik sahneler üretmeye başladım. Çıktığım bu yol, beni atölyenin dışına taşıdı ve doğal malzemeyi ve çevremi bire bir deneyimlemeye yöneltti. Doğal malzemeyle çalışmak ve onun özüyle ilgili düşünmek tabii ki ister istemez bilimi işin içerisine katıyor. Tam bu noktada yapraklardan insanlar için organ üretilebilme ve bir ıspanaktan bir kalp nakli gerçekleştirme ihtimaliyle karşılaşmak aslında bu düşüncemi tam olarak ete kemiğe büründürmüş oldu. Bu projeyi gerçekleştirmek için de zaten atölyeden dış mekâna atmış olduğum adımı, bir biyoloji laboratuvarına taşımış oldum. Şu anda bu üç ortamı birleştiren bir konumda işlerimi üretmekteyim.

Kullandığınız bir enstrüman olarak su nasıl bir işlev görüyor sizin işlerinizde? Suyun yansıttığı ışığın görselliği mi çekici kılıyor, yoksa nesnelere yönelik dönüştürücü etkisi mi daha baskın geliyor?

Suyu fark etmemi de kil sağladı aslında. Kilin seramiğe dönüşme sürecinde suyun toprakla olan ilişkisi çok önemli. Örneğin yeterince su içermeyen bir kil parçasını şekillendiremezsiniz, ama çok fazla su içerirse de yığılır veya çok ıslak bir bünyeyi hızla kurutursanız kırılır, çatlar. Nihai bir sonuç elde etmeye çalışırken aslında sürekli toprakla suyun birbiriyle olan ilişkisini kontrol etmek üzerine bir işleyiş var. Daha önce bahsettiğim gibi malzemenin özüyle ve kendi sınırlarıyla ilgili düşünmeye başladığımda, suyla toprağın bu çok önemli ama üzerine derinlemesine düşünmediğimiz ilişkisini görünür kılmak istedim. Malzemenin bu yönüne odaklanmak, kendi çevrem için de farklı ve daha derinlemesine bir bakış açısı geliştirmek anlamına gelmeye başladı. Suyu işin içerisine katmak, doğa dediğimiz şeyin, soluduğumuz havanın, içtiğimiz veya kullandığımız suyun, her an yeryüzüne bağlı olduğumuz zeminin ta kendisi olduğunu ve bizim de bu ortamla iç içe olduğumuzu hatırlatmak demek oldu. Ayrıca yarattığı kırılma, etrafındaki her şeyi yansıtma özelliği, suyun içerisinde duran veya devam eden sürecin bulunduğu ortamla, etrafındaki nesnelerle, renklerle de karışmasını sağlıyor. O yüzden suyu işlerin bir parçası haline getirmek artık çalışmalarımı oluştururken benim için bir görsel refleks haline de geldi diyebilirim.

Ürettiğiniz işler genelde ya kayboluyor ya da başka bir şeye dönüşüyor. Nasıl kalıcı bir izleyici deneyimi yaratabiliyorsunuz, finalde geriye sadece dokümantasyon mu kalıyor?

Aslında bu işlerin beni en çok heyecanlandıran tarafı, herkesin her anına şahit olamaması ve her izleyicinin kendine ait bir deneyime orada bulunduğu ve işe odaklandığı düzeyde sahip olması. Açtığım sergilerde sıkça deneyimlediğim bir şey var; izleyiciler arasında belirli aralıklarla geri dönüp gelen ve işin ne hâle geldiğini takip etmeye çalışanlar oluyor. Ben de günden güne bu değişimi belgelemeye çalışıyorum. Kontrol edemediğimiz ve her anına şahit olamadığımız bir süreci elimizden geldiğince takip etmeye çalışıyoruz. Aslında bu, hayatın, günlük yaşamımızın ta kendisi gibi. Burada zaman kavramı işin içerisine giriyor tabii ki. Benim aslında hiç durdurmak, sabitlemek, başa döndürmek istemediğim bir zaman… Fakat bu noktada insanlarla ne paylaşacağım konusu devreye girdiğinde, evet, kil ve suyla gerçekleştirdiğim süreçlerin videolarını ve fotoğraflarını kullanıyorum. Sürecin kendisi satın almak istenirse de her sergilenmek istediğinde baştan kurulması gerekiyor.

Bio-art projesinde ise aslında nihai bir sonuç, elimizde bir nesne var. Ancak bilimsel sürecini tamamlamadığı için- hücresizleştirdiğim yapraklar üzerine tekrar canlı hücre ekimi yapmadığımdan- herhangi bir noktada bulunduğu kabın veya çerçevenin içerisinden çıkartılıp dezenfekte edildikten sonra, üzerine hücre nakli gerçekleştirildiğinde başka bir formda tekrar yaşama dönme ihtimali hep üzerinde. Bu projenin de beni en çok heyecanlandıran yönü bu aslında. Hep uzun yıllar sonra onları, sergilediğim bir ışık kutusunun ya da kapsülün içerisinden çıkartılıp ben yaşarken bir konumda var olan ve belki de nesli tükenmiş bir bitkinin araştırmasında ya da yeni bir yaşama ev sahipliği yapmasında kullanılırken hayal ediyorum.

Fotoğraf: Gate 27

Bio art’ın dünyadaki gelişimiyle kendi çalışmalarınızı nasıl kıyaslarsınız? 

Bio-art, geleneksel sanat eğitimi içerisinde yer almayan bir alan olduğu için sanatçıların bu konuda kendi çabalarıyla kendilerini geliştirmeleri gerekiyor. O yüzden aslında sürekli laboratuvar ve bilim insanlarıyla iş birliğine ihtiyaç duyan bir süreç. Ben bu bilimsel araştırmayla ilk karşılaştığımda şanslıydım çünkü biyokimya alanında çalışan yakın bir arkadaşım vardı ve ona bu prosedürü gerçekleştirebilme ihtimaliyle ilgili hemen danışabilme fırsatı buldum. Böyle bir fırsatım olmasaydı, bu ihtimalin mümkün olup olmadığını öğrenmek bile benim için uzun bir maraton olurdu. Arkadaşımın yardımıyla ilk adımı attım ama sürekli erişimim olan bir laboratuvarın olmaması kalan süreci tek başıma deneyimlememe ve tabii ki bunun da uzun zaman almasına neden oldu. Oysa Kanada, Almanya, Amerika gibi ülkelerde artık sanatçılarla çalışmak amacıyla kurulmuş, sanatçıların ve hatta tüm halkın erişimine açık donanımlı laboratuvarlar var. Böyle bir imkana sahip olmak, belli bir düzeye kadar da olsa kendimizi, çevremizi daha iyi tanımak, görmek açısından herkes için çok gerekli bence.

Türkiye’de bana ikinci olarak kapılarını açan laboratuvar, Gate 27 aracılığıyla Sabancı Üniversitesi Biyoloji Laboratuvarları oldu. Ben Türkiye’de yaşayan bir sanatçı olarak bu süreçte iki farklı donanımlı laboratuvar ortamında bulunma şansına sahip oldum. Bio-art alanında biraz yavaş ilerlemiş olsa da sağlam bir araştırma ve geliştirme sürecine sahip bir projeyi, doğru destekleri de bularak ilerletebildiğime inanıyorum. Fakat hâlâ, böyle projelerle karşılaşıp çeşitli imkânsızlıklar nedeniyle vazgeçen sanatçıların da olduğunu düşünüyorum.

Gate 27’de yer alan son çalışmanızın çerçevesini nasıl anlatırsınız? Gate 27 deneyimi nasıl oldu ve size neler kazandırdı?

Farklı pratiklerin araştırma ve üretim süreçlerini desteklemek ve disiplinler arası etkileşime zemin yaratmak amacıyla kurulan Gate 27’nin Yeniköy’deki mekânına nisan-mayıs döneminde konuk oldum. Burada tasarladığımprojemin çıkış noktasını da insan bedeni için yeni organ geliştirmeye yönelik bilimsel çalışmalar oluşturuyor. İnsan-doğa ve yaşam-ölüm ilişkisine de yeni bir form kazandırmayı amaçlayarak ilk adımı attım. İnsanlar için organ üretilmesi amacıyla geliştirilen bilimsel proje kapsamında yayınlanmış bir makaleden (“Crossing kingdoms: Using decellularized plants as perfusable tissue engineering scaffolds”) yola çıkarak hazırladığım bu projede, bitki yapraklarının insan için yeni bir beden olarak konumlandırılması konusuna odaklanıyorum. Çevreden topladığım yaprakları, bir biyokimya uzmanı ile birlikte laboratuvar ortamında geliştirdiğimiz özel bir solüsyon içinde bekleterek hücresizleştiriyor ve yeni organ geliştirme çalışmalarında kullanılabilecek bir “ev” haline getiriyoruz.

Yaprak damarları, insan bedenindeki damarlarla yakın bir benzerlik taşıdığı için makalede bahsedilen prosedürleri uygulamak bana heyecan verdi. İnsanoğlu, kendi geleceği için teknolojinin sınırlarını zorlayıp, dünyanın enerjisini ve maddi kaynaklarını harcıyor ancak çözümü bir ıspanak yaprağında, doğanın ta kendisinde bulabiliyor. Bilimdeki bu gibi araştırmalarla bir yandan bedenimizin sınırları zorlanırken; doğa, yaşam ve ölüm ile olan ilişkimizin de yeni bir boyut kazanacağını düşünüyorum.

Gate 27’deki sürecim sırasında Sabancı Üniversitesi’nin Biyoloji laboratuvarlarından da faydalandım. Moleküler Biyoloji, Genetik ve Biyomühendislik bölümü öğretim üyelerinden Nur Mustafaoğlu ve ekibinin desteğiyle üniversitedeki biyoloji laboratuvarlarında birkaç gün geçirdim. Bu süreçte yapraklar üzerine çeşitli hücre türlerinin transferi, yaprak damarlarına farklı türde sıvıların enjeksiyonu ile yaprakların mikroskop altı görüntülerini almak üzerine çalıştık.

Gate 27 süreci benim için hızlandırılmış bir kamp oldu diyebilirim. Kendi çabalarımla ilerletmenin uzun zaman aldığı bir proje, bu programın sağlamış olduğu geniş çalışma alanı, bir düzen içerisinde çalışabilme fırsatı ve doğru teknik desteklerle çok hızlı bir şekilde ilerledi ve şu anki haline geldi. Hayatın rutininden bir süre uzaklaşmak ve sadece projeyle ilgilenme fırsatına sahip olmak, ayrıca etrafımda bu süreci benim için daha verimli ve kolay hale getirmeye çalışan insanların olması projenin son halini almasına büyük katkı sağladı.

Çalışmalarınız için hayal edebileceğiniz en büyük bir idealiniz var mı, bu alanla ilgili yapmayı hayal ettiğiniz en büyük iş ne olabilir?

Bir sonraki adımda, yukarıda bahsettiğim, sanatçıların kullanımına açık ve hatta konuk sanatçı programları düzenleyen laboratuvarlarla iletişime geçmek istiyorum. Böyle bir fırsatın benim için bu alanda yeni kapılar açacağına ve yeni düşünme ve üretim alanlarını da beraberinde getireceğine inanıyorum. Sanat pratiğimde beni en çok harekete geçiren şey, yeni bir malzemeyle karşılaşmak ya da elimdeki malzemenin yeni bir yönünü keşfetmek. Tabii ki içerisinde bulunduğumuz tüm çevre bunun için uçsuz bucaksız bir kaynak aslında. Ama bir laboratuvar ortamında her şeyi bilimsel bir mercek altına almak da çok farklı bir bakış açısı ve özgürlük alanı kazandırıyor. Yaprakların, aslında bir biyolojik arşiv oluşturduğundan ve gelecekte bir noktada laboratuvar ortamında tekrar hayata döndürülebileceğinden bahsetmiştim. İlerleyen projelerim için de hayalim, gelecekte bir amaca hizmet edecek veya bir noktada dönüşme ihtimali yüksek üretimler yapmaya devam edebilmek.

Burak Mert Çiloğlugil ile: Gate 27‘nin Geleceği Üzerine

Burak Mert Çiloğlugil

Gate 27’nin fikir olarak ortaya çıkışını ve gelişimini anlatır mısınız?

Uluslararası konuk sanatçı programı Gate 27, farklı pratiklerin araştırma ve üretim süreçlerini desteklemek ve disiplinler arası etkileşime zemin yaratmak amacıyla 2019’da Melisa Sabancı Tapan tarafından kuruldu. Gate 27, sanatı bir araştırma yöntemi olarak ele alarak sanatçı, araştırmacı ve akademisyenleri ekoloji, sürdürülebilirlik, erişilebilirlik ve yerel yaratıcı ağlar etrafında bir diyalog kurmak için Yeniköy ve Ayvalık’taki mekânlarına 4 ila 12 hafta süresince davet ediyor. Hazırladığı kamusal programlar ve düzenlediği etkinliklerle yeni iş birliklerinin oluşmasını teşvik ediyor.

Etki alanımız ve ağımız giderek büyüyor. İş birliği yaptığımız kişi ve kurumların, dahil olduğumuz yeni ağların uzun vadede Gate 27’yi toplumsal ve kültürel etki alanını genişleten bir kuruma dönüştüreceğine inanıyoruz. Şu anda birçok girişim gibi büyüme evresindeyiz, bu nedenle de temkinli adımlarla ilerliyoruz. Bir yandan konuk sürecimizi devam ettiriyor, diğer yandan iş birliklerimizi sürdürüp geliştiriyoruz.

2024 yılı itibarıyla daha farklı disiplinlerden konukları Gate 27’de ağırlamayı hedefliyoruz. Bunun başlangıcını da bu sene ilk kez Craft Antakya isimli bir sosyal girişimin kurucusu Zeynep Ağırbaş’ı ağırlayarak başlattık. Önümüzdeki dönemde akademi ve sanat arasında daha sıkı bir iş birliği yaratmak için yeni projeler üzerinden çalışıyoruz. Bu çeşitliliği Gate 27’nin gelişmesinin yanında diyaloğa açık bir yaratım alanının oluşması açısından çok değerli buluyoruz. Gate 27’nin misyon ve vizyonu doğrultusunda olabilecek iş birlikleri, projeler ve desteklere de her zaman açığız.

Sanat dünyası içinde Gate 27 nasıl bir işlev görüyor ve tam olarak hangi ihtiyaçlara karşılık geliyor sizce?

Gate 27, bir konuk program olarak şu an ağırlıklı olarak sanatçıların, bununla birlikte araştırmacı ve akademisyenlerin uluslararası hareketliliği ve üretimlerine katkıda bulunuyor. Özellikle Yeniköy’de İstanbul dışında yaşayan yerli ve yabancı konuklarımızı ağırlamaya özen gösteriyoruz. Böylelikle, şehrin kültürel hareketliliğine ve kültürel değiş-tokuşuna katkıda bulunabiliyoruz. Ayvalık’taki yerleşkemiz ise konuklarımıza odaklanarak çalışabilecekleri sakin bir ortam sunuyor. Diğer yandan Ayvalık’taki kültür sanat yaşamı son yıllarda oldukça hareketlendi ve zenginleşti. Bölgede faaliyet gösteren diğer konuk sanatçı programları, düzenlenen sergi ve söyleşiler ilçeye dinamizm katıyor.

Bugüne kadar ağırladığımız konuklarımıza yönelik bir “alumni” program yürütüyoruz. Bu sayede konuklarımızla Gate 27’de geçirdikleri süreçlerinden sonra da çalışmalarımızı sürdürmeye devam edebiliyoruz. Konuklarımızla ilgili güncel gelişmeleri topluluğumuzla sosyal medya hesaplarımız, e-bülten ve internet sitemiz aracılığıyla paylaşarak iletişim desteğimizi sürdürüyoruz.

Yeni ağlar ve olasılıklar geliştirmeyi amaçladığımız için farklı kurumlarla iş birliği yaparak konuklarımız için yeni bir üretim alanı açabiliyoruz. Diğer yandan iş birliği gerçekleştirdiğimiz kurumlardaki temsilciler de konuğumuzla geliştirdikleri diyalogla farklı bir çalışma alanıyla tanışma ve çalışma imkânı buluyor. Böylelikle farklı bakış açılarıyla zenginleştirici bir süreç tasarlama şansına sahip oluyoruz. Çeşitliliği böylesine sahiplenen bir yapıyı kurabilmek ve sürdürebilmenin en önemli katkı olduğunu düşünüyorum.

Üzerinde önemle durmak istediğim bir başka konu ise Gate 27’nin sanat üretimi alanında yeni bir filantropi anlayışı sunması. Sanat üretiminin büyük kurumların (özellikle müze ve galerilerin) odağından çıkmasıyla konuk sanatçı programlarının önem kazandığını söyleyebiliriz. Artık sanat eserine koleksiyon yapma amacıyla satın alan koleksiyoner profili de sanatın üretim sürecine destek veren filantropist anlayışına doğru evriliyor. Gate 27 de bu anlamda faaliyet gösteren kurumlardan biri olarak öne çıkıyor.

Ağırladığımız sanatçıların çoğu bir eserini giderken bize bırakma nezaketinde bulunuyorlar. Konuklarımızın süreçlerine ışık tutan bu çalışmalar, aynı zamanda Gate 27 Koleksiyonu’nun da temelini atmış oluyor ve sanatçılar ayrıldıktan sonra da üretimlerini ziyaretçilerimize anlatma ve gösterme fırsatı sunuyor. Bu çalışmaları Gate 27’de sergilemenin yanında ileride çeşitli sergiler düzenleyerek daha geniş bir izleyici kitlesiyle buluşturma planlarımız da var. Bu açılardan Gate 27’nin Türkiye’deki kültür sanat ortamına oldukça özgün bir katkıda bulunduğunu söylemenin mümkün olacağı kanaatindeyim.

Gate 27 tam olarak sanatçılara nasıl bir ortam sağlıyor?

Gate 27, yaratıcıların hayallerini gerçekleştirmeleri için onlara araştırmalarında ve üretimlerinde destek olan bir platform olarak çalışıyor. Katılımcılara İstanbul ve Ayvalık’taki mekânlarımızda dört ila on iki hafta boyunca fikirlerini üretime dönüştürebilecekleri sakin bir çalışma ortamı ve atölye mekânı sağlamakla birlikte, araştırmalarını derinleştirebilmeleri için çeşitli kaynaklara ve kişilere ulaşmalarında kolaylaştırıcı rol üstleniyoruz. Katılımcılar alumni programız sayesinde daha önce konuk olmuş sanatçı ve araştırmacılardan oluşan geniş ve devamlı büyüyen bir iletişim ağının parçası olma fırsatını da yakalıyor. Konuklarımızın bilinirliğine destek olmak basın gösterimleri düzenliyoruz. Bu sayede çalışmalarını daha geniş bir kitleye duyurma şansını yakalayabiliyorlar.

Yanıtımı ayrıca birkaç örnekle detaylandırmak isterim. Gate 27’nin sahip olduğu üretim imkânlarını konuklarımız için açıyoruz. Bu kapsamda Esin Aykanat Avcı’ya Sabancı Üniversitesi Biyoloji laboratuvarlarında çalışma imkânı sunabilmeyi ve kampüste konaklamasını sağlayabilmeyi kıymetli buluyoruz. Bu konuda Gate 27’ye desteklerini esirgemeyen Sabancı Üniversitesi Rektörü Sayın Yusuf Leblebici’ye ve Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi öğretim üyesi değerli Nur Mustafaoğlu ve ekibine teşekkür borçluyuz. Esin Hanım’ın da belirttiği üzere birçok sanatçı bu imkânlarla bir araya gelmekte güçlük çekiyor ve Gate 27’yle bu imkânlara kapı açabilmek de önem kazanıyor.

Diğer yandan güncel konuğumuz Maja Bekan, Temmuz ve Ekim’de konuk edeceğimiz Nour Shantout ve Dominique Hurth ile yine Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Mükemmeliyet Merkezi (SU GENDER) iş birliğiyle başlattığımız konuşma serisini sürdürerek, konuklarımızın üretim pratiklerine farklı açılardan yaklaşmayı ve katılımcı bir sanat izleyicisi kültürü oluşturmayı amaçlıyoruz. Gate 27’nin Danışma Kurulu üyesi ve Sabancı Üniversitesi Güzel Sanatlar ve Sosyal Bilimler Fakültesi profesörü Ahu Antmen’in moderatörlüğünde bu etkinlikleri gerçekleştirebilmek, bu alandaki üretimi de zenginleştirici bir rol oynuyor.

Diğer yandan Gate 27’nin Ayvalık’taki mekânında ağırladığımız tipograf ve tasarım eğitmeni Onur Yazıcıgil, Bergama Antik Kenti’nde bulunan Yunanca yazıtları inceleyerek dönemin taş ustalarının mermer üzerine harfleri işlerken kullandığı tekniği inceledi ve bu harfleri dijitalleştirerek Pergamon isimli bir yazı tipi üretti. Projesini kitaplaştırarak literatüre katkıda bulunmanın yanında, Emma Kraft ile yaptığı iş birliğiyle bir takı koleksiyonunun üretilmesini sağladı. Gate 27 olarak özellikle zanaatın sürdürülebilirliğini önemsiyoruz ve bu alanı sahipleniyoruz. Geçmişte Yaratıcı Zanaat İşbirliği platformunun kurucuları Lydia Chatziiakavou ve Bilal Yılmaz’ı Ayvalık’taki yerleşkemizde ağırlamıştık. Bu platformla ortak olarak Pakistan’dan Mahzaib Baloch’u Yeniköy’de konuk ettik ve bir kakma ustası ile ortak çalışarak yeni bir eser üretmesine de vesile olduk. Gate 27, gelecek projeleri ve konuklarıyla disiplinler arası üretimi öncelemeye devam edecek.

Sanatçılar nasıl başvurabiliyor Gate 27’ye ve o süreç nasıl işliyor?

2024 yılı programı için Gate 27 başvurularını sonbahar döneminde açacağız. Konuklarımızdan projelerine ve Gate 27’de geçirmeyi planladıkları süre içinde nasıl bir çalışma yapmak istediklerine dair bilgiler alıyoruz. Elbette diğer çalışmalarını da görebilmek için özgeçmiş ve portfolyolarını eklemelerini de rica ediyoruz. Diğer yandan uzun süredir takip ettiğimiz ve üretim pratiklerinin Gate 27’nin misyonu ile uyumlu olduğunu düşündüğümüz yaratıcı kişileri de programımızın uygunluğu doğrultusunda davet edebiliyoruz.

Başvuru süreci tamamladıktan sonra her yıl farklı çalışma alanlarından gelenlerin oluşturduğu bir jüriyle beraber projeleri değerlendiriyoruz. Burada önemli bir kriterimiz de Gate 27’nin faaliyetlerini Birleşmiş Milletler tarafından ilan edilen sürdürülebilir kalkınma hedeflerinin 11, 12, 13 ve 16 numaralı maddelerle temellendirmesi sebebiyle konuklarımızın çalışmalarının da bu maddelere atıfta bulunacak projeler olması. Buna çok özen gösteriyoruz.

Diğer yandan Gate 27’nin sahip olduğu ve ağ ve kaynakları verimli bir şekilde kullanabileceğimiz projelerle bir araya gelmeyi gözetiyoruz. Böylelikle konuğumuza yeni fırsatlar yaratırken Gate 27’nin çevresel, toplumsal ve ekonomik fayda sağlama amacını gerçekleştirmesine de katkıda bulunabiliyoruz.

Bu noktada biraz da konuk sanatçı sürecine değinmeyi faydalı buluyorum. Çok sayıda konuğa ulaşmak yerine, konuklarımızın çalışmalarının yüksek etki potansiyelini gözettiğimiz için, her konuğumuzun ihtiyacıyla detaylı bir şekilde ilgileniyor, tüm süreç boyunca kendilerine destek ve yardımcı oluyoruz.

Gate 27’nin Danışma Kurulu bu noktada bize büyük bir güç veriyor ve uzmanlık alanlarındaki birikimlerini konuklarımızla paylaşıyor. Kurul üyeleri bağımsız küratör ve sanat danışmanı Beral Madra,Sakıp Sabancı Müzesi MüdürüDr. Nazan Ölçer,Sabancı Üniversitesi öğretim üyeleriDoç Dr. Selçuk ArtutveProf. Dr. Ahu Antmen’den oluşuyor.

Gate 27’de sanatçı programları dışında başka etkinlikler var mı?

Gate 27’de kamusal programlar ve etkinliklerle de yeni iş birliklerinin oluşmasını teşvik ediyoruz. Bu bağlamda da yine sosyal fayda yaratma potansiyeli olan projelere öncelik veriyoruz.

Her konuğumuzla bir söyleşi gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Geçmişte pandemi nedeniyle çevrimiçi kanallardan konuk söyleşileri düzenledik ve bunları YouTube kanalımız üzerinden yayınladık.

Ek olarak, konuklarımızın çalışmalarına yönelik belirli dönemlerde açık stüdyo ziyaretleri düzenliyoruz. Bazı durumlarda sanatçılarımız burada geliştirdikleri yeni tanışıklıklar sayesinde sergi yapma fırsatı yakalıyorlar. Mayıs 2022’de İstanbul’da konuğumuz olan Christina Dimitriadis’in Akaretler Sıraevler’de Begüm Güney’in küratörlüğünü üstlendiği sergide işlerini gösterebilmiş olmasını buna bir örnek olarak verebilirim.

Ayrıca Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Mükemmeliyet Merkezi (SU GENDER) iş birliğinde başlattığımız yeni konuşma serisi çevrimiçi olarak düzenlediğimiz sanatçı konuşmalarını fiziki ortama taşıma imkânı sunmanın yanında; toplumsal cinsiyet, feminizm ve göç alanlarında çalışmalarını sürdüren konuklarımızın Merkez’in bu alanlardaki çalışmalarından yararlanmasını sağlıyor. Böylece bir yandan da Gate 27 ve Sabancı Üniversitesi arasında yeni bir iş birliği fırsatı yaratıyor.

Kamusal programlarımızı önümüzdeki dönemde de geliştirmek ve daha geniş bir katılımcıya ulaşabilmek için çalışmalarımızı sürdürüyoruz.

Gate 27 ile ilgili eklemeyi istediğiniz başka düşünceleriniz var mı özellikle vurgulamak istediğiniz…

Gate 27’nin yerel ve uluslararası işbirlikçileri arasında İKSV, Tasarım Bienali, Marina Abramovic Enstitüsü, Huma Kabakçı’nın Londra’da kurduğu OpenSpace, dünyanın önde gelen konuk sanatçı programlarından Residency Unlimited gibi kurumlar da bulunuyor. Sabancı Üniversitesi’yle geliştirdiğimiz programı 2024 yılında yeni bir seviyeye çıkarmayı amaçlıyoruz. Ağımızın genişlemesi için diğer kurumları da Gate 27’yle iş birliğine davet etmek istiyoruz. İş birlikçilerimizin çoğalmasının tüm paydaşlarımız, en çok da ülkemizin kültür sanat alanı için zenginleştirici olacağına inanıyoruz.

Kültür sanat alanında faaliyet gösteren kurumlarla iş birliği yapabilmek kadar, sosyal sorumluluk faaliyetlerine önem veren markalarla da bir araya gelmeyi önemli buluyoruz. Bu kapsamda Türkiye’nin önemli moda markalarından MACHKA’nın Gate 27 konuklarına sağladığı üretim desteği önemli bir rol oynuyor. Yaşamın devam etmesi için sürdürülebilirliğin önemini daha çok kavradığımız günümüzde, sürdürülebilirlik bilincinin kültür ve sanat üreticilerinden kurumlarına, üniversitelerden ticari markalara kadar kapsayıcı ve içselleşmiş bir şekilde sahiplenilmesi kritik bir rol oynuyor.

Kapak Fotoğrafı: Gate27

İlginizi çekebilir: Uğur Ugan’dan Saygun Dura ile: Göçe Odaklanan “Arada” Sergisi Üzerine