İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından Koç Holding Enerji Grubu Şirketleri Aygaz, Entek, Opet ve Tüpraş sponsorluğunda düzenlenen 27. İstanbul Tiyatro Festivali’nde ilk perde geçtiğimiz günlerde açıldı. Festivalin direktörü Işıl Kasapoğlu’nun “Tiyatro bugünde yaşar, yarını kapsar, geçmişe tutunur, durmaz. Sonsuzdur. Bizlerse sonlu hayatımızda akıllanmadan ihtiyarlamamalıyız. Önümüzde gürül gürül akıp giden hayatın türlü rengine bulanmalı, evvel zaman anlatılarına kulak vermeli ve geleceğe bu mirası aktarmalıyız. Geç kalmadan” sözleriyle harika bir şekilde özetlediği tiyatronun eşsiz dünyasına bir ay boyunca kapılacağımız festival, izleyicisini 25 Kasım’a kadar Türkiye’den ve yurt dışından toplam 19 tiyatro, performans ve dans gösterisi ile buluşturacak. Ben de festival süresince izlediğim oyunlara dair yorumlarımı theMagger aracılığıyla sizlerle paylaşacağım. Keyifli okumalar dilerim.

27-i%cc%87stanbul-tiyatro-festivali-2
27. İstanbul Tiyatro Festivali | Fotoğraf Kaynağı: İKSV

27. İstanbul Tiyatro Festivali’nden Öne Çıkanlar

Café Müller

27. İstanbul Tiyatro Festivali’nin bu yılki açılışı, izlediğim ilk andan bu yana etkisinden kurtulamadığım ve zihnimde devamlılığını sürdüren Pina Bausch’un ölümsüz başyapıtı Café Müller ile yapıldı. Aylar öncesinden satışa çıkan biletini ilk günden alan bir tiyatrosever olarak festivale böylesine unutulmayacak bir performansla açılış yapmak kendi adıma harika bir deneyim oldu. Dansı, 20. yüzyılda devrimci bir yaklaşımla yeniden tanımlayan ve dans tiyatrosunun yeni bir tür olarak kabul görmesini sağlayan Pina Bausch’un bu başyapıtı, sanatçının topluluğu Tanztheater Wuppertal’ın güncel kadrosu ve ilk günkü çarpıcılığıyla da ülkemizde ilk kez sahnelendi.

Festivalin sıkı takipçilerinin hatırlayacağı üzere Pina Bausch, topluluğu Tanztheater Wuppertal ile 1998 yılında Cam Temizleyicisi ve 2000’de ise Masurca Fogo’yu seyirciyle buluşturmuştu. Bausch ardından 2003 yılında İKSV ve İstanbul Tiyatro Festivali ortak yapımı olan, İstanbul üzerine özel projesi Nefes’i üretti ve sahneledi. Bu eşsiz sanatçının tüm dünyada halen izleyicileri derinden etkileyen eserlerini repertuvarında koruyan ve bu mirası büyük bir adanmışlıkla yaşatan Tanztheater Wuppertal, tam 20 yıl sonra bu kez Café Müller ile festivalin konuğu oldu.

cafe-muller-1
Café Müller | Fotoğraf Kaynağı: İKSV

Çocukluğunda Almanya’da ailesinin işlettiği Café Müller’de saatlerce oturup savaş sonrası atmosferinde, yıkılmış bir toplumda yaşam mücadelesi veren bireyleri izleyen Pina Bausch’un bu deneyimleri, 1978’de insan ruhunu okumadaki ustalığıyla, bir başyapıt ortaya çıkarmasını sağlayıp dans tarihinde bir dönüm noktasına imza attı aynı zamanda. Bu haliyle Café Müller için yaşama ayna tutan dev bir ayna tabirini kullanmak sanıyorum bir yönüyle doğru olacak. Gecenin her haliyle hükmünü sürdüğü bir kafede sahnede düzenli bir şekilde yer alan sandalyelerin varlığının dansçıların hareketleriyle birlikte bir düzensizlik ortamı yaratması, bu yönüyle Bausch’un eserlerine hakim olan sabit ve durağan fonlar oluşturmayan dekorun da birer temsili oluyor. Sahnede olan bitenin, yaşananların ve en önemlisi deneyimlenenin izlerini taşıyan sandalyelerin düzen içindeki bu düzensizliği, eserin ruhunu da bizzat yansıtmakla kalmayıp seyircisine geçirmeyi başarıyor.

cafe-muller-2
Café Müller | Fotoğraf Kaynağı: İKSV

Café Müller bunun yanı sıra her dakikasında yarattığı o tekinsiz atmosferle izleyicinin duyularını diri tutarak adam ve kadının sahnedeki yolculuğunun da hep bir adım sonrasını merak ettiriyor. Bu yönüyle dansçıların kendi güvenli alanlarını olabildiğince esneten ve sınırların kapsamı reddeden eser, sabit mekanı hareketlendiren bir görüntü çiziyor. En önemlisi de gündelik hayatın bir mekanı olan Café Müller; boşluk, üzüntü, beceriksizlik, korku ve anlaşılma arzusunun yanı sıra aynı zamanda aşka dair umudun da yeşerdiği yer hüviyetini taşıyor. Arzunun ve yalnızlığın hikayesini tüm etkileyiciliği ile sahneye koyarken duru bir anlatım gösteren bu dans tiyatrosunun en büyüleyici noktası ise hiç kuşku yok ki Henry Purcell imzalı müzikler ile yüreğimize dokunmayı başaran aryalardı.

cafe-muller-3
Café Müller | Fotoğraf Kaynağı: İKSV

45 dakikalık süresiyle bambaşka bir evrenin kapılarını aralayan Café Müller, güncelliğini hiçbir zaman yitirmeyecek bir başyapıt. Böylesine bir eserin yazıldıktan yıllar sonra nihayet ülkemizde sahnelenmesi ise sanata daha çok ihtiyaç duyduğumuz bugünlerde büyük bir şans oldu. Lirik yönünü her saniyesinde zihnimizin kıvrımlarında dolaştıran ve daha da derinlere hapseden eser, hüznün pek çok tonunu aynı anda yaşatmayı başaran bir sanat harikası.

Flu Lysistrata

Söylemek için belki biraz erken olabilir fakat bu yılki seçkide şaşırtıcı olduğu kadar etkileyici bir işi, festivalin hemen başlarında bir Bakırköy Belediye Tiyatroları oyunu olan Flu Lysistrata ile deneyimlemiş oldum. Bilindiği üzere tiyatro tarihinin savaş karşıtı ilk oyunlarından biri kabul edilen Lysistrata, kocalarının savaştan dönmesini beklemekten usanan kadınların barışı sağlamak için erkeklere karşı başlattıkları direnişle gelişen olayları anlatıyor. Gelenek dışı ve seyirci merkezli tiyatro biçimleriyle ilgilenen ödüllü yönetmen Barış Arman ise Flu Lysistrata’da Aristofanes’in klasik metnini oldukça yaratıcı ve kendi kalıbından taşan etkileyici bir anlatım eşliğinde reji süzgecinden geçirerek türler arası bir yorumla yeniden ele alıyor.

flu-lysistrata-1
Flu Lysistrata | Fotoğraf Kaynağı: İKSV

Bu güncel sahnelemede oyuncular bir atölyenin katılımcıları olarak görev alırken klasik anlatımın dördüncü duvarını yıkan o ilk anla birlikte oyuncu kadrosu da binlerce yıl öncesiyle bugün arasında bir köprü kuruyor. Bu noktada oyunun başarı ve başarısızlık arasındaki o çok ince çizgisinde yaptığı tercihle büyük risk alan Arman, bunun karşılığını da fazlasıyla alıyor. Klasik metnin tüm bilgeliği ve feminist bakış açısını günümüzün düşünce biçimi ve fikirleriyle karşı karşıya getiren oyunun işlevi, bu zeminde birbiri içine geçip homojen bir şekilde dağılırken kaliteli bir reji dokunuşunun ne denli önemli olduğunu bir kez daha kanıtlıyor.

flu-lysistrata-2
Flu Lysistrata | Fotoğraf Kaynağı: İKSV

Atölye esnasında prova edilen Lysistrata metni, oyuncuların kişisel anlayışlarını ve deneyimlerini sahneye taşımaları için alan açarken ilerleyen dakikalarla birlikte seyircileri de bu sürecin bir parçası haline getirerek bir tartışma ortamı oluşturuyor. Savaşın hüküm sürdüğü bugünlerde izlemenin daha çok anlam kazandığı ve savaşa dair ürettiği düşünce biçimiyle kimlik, cinsellik, iktidar ve statüko ile tüm bunların sahne üzerindeki temsiliyetini sorgulayan oyun, oyuncuların seyirci ile yakaladığı uyum sayesinde akıp gidiyor. Bunun yanı sıra oyunda yer alan orkestranın varlığı da anlatımın ritmini ayarlayan bir oyun kurucu görevini üstleniyor.

flu-lysistrata-3
Flu Lysistrata | Fotoğraf Kaynağı: İKSV

Metnin halihazırdaki malzemesi oyunu, oyuncuyu ve seyirciyi ifşa etmek için kullanılabilir mi? Bu ifşa kapsayıcı ve anlayışlı olabilir mi? İnsanlığın attığı adımları, tüm ufak devrimleri ve zaferleri kutlayarak, neşede bir araya gelmek mümkün olabilir mi? Arman’ın son derece modern rejisiyle sahneye taşınan oyunun seyircide bulduğu karşılık, savaşı cinsiyetlerin ötesinde bir insanlık meselesi üzerinden ele alırken bir arada olmanın hissini zıtlıkların tam eksine flu alanların içine dalarak yüzeye çıkarıyor. Sezonun ilerleyen aylarında bolca konuşulacak, cesur, cüretkar ve gerçekten konuşmaktan çekinmeyen bir oyun olan Flu Lysistrata, kaçırılmaması gereken bir modern deneme.

Geçen Yaz Birdenbire

Festival çoğu zaman tiyatroseverler için ilkler sunarken onlar birini de kendi adıma orijinal dili Gürcüce olan bir oyun izleyerek yaşadım. Karadeniz sahillerindeki Abhazya’da 1885 yılında kurulan ve 138 yıllık tarihinde sadece 1993’te Abhazya’daki savaş sırasında faaliyetlerine ara veren Sokhumi Devlet Tiyatrosu’nun performansını deneyimlemek bu yönüyle çok özeldi. Ekibin sahnelediği oyun ise Tennessee Williams’ın en şiirsel oyunlarından biri olarak kabul gören Geçen Yaz Birdenbire oldu. Amerikalı aktör, yönetmen ve akademisyen Jason Hale’in rejisiyle sahne alan ve Tiflis’te ekim ayındaki prömiyerinin ardından hemen sonra festivale konuk olan oyunda 1930’lu yılların New Orleans’ında geçen bir hikayeye tanık oluyoruz.

gecen-yaz-birdenbire-1
Geçen Yaz Birdenbire | Fotoğraf Kaynağı: İKSV

Yakın zamanda hayatını kaybeden şair oğlunun yasını tutan varlıklı bir kadının bu ölüm hakkındaki gerçekleri ve şoke edici nedenini öğrenmesi sonrasındaki sürece odaklanan oyun, nispeten ağır bir tempoyla başlamasına karşın ilerleyen dakikalarla birlikte olayın iç yüzünün ortaya çıkardığı gerçekler ve diğer karakterlerin sahnedeki varlığıyla kişiliklerin çatışmasına evriliyor. Ölen oğlunun itibarını korumak için onun hikâyesini gizlemeye çalışan ve bu yolda hiçbir engel tanımayan annenin oyundaki güçlü varlığı her geçen dakika ağırlığını koyarken metnin dallanıp budaklanan ve gerçekleri teker teker gün yüzüne çıkaran dramatik dokusu, Williams’ın güçlü kalemini net biçimde kanıtlıyor.

gecen-yaz-birdenbire-2
Geçen Yaz Birdenbire | Fotoğraf Kaynağı: İKSV

İkiyüzlülüğün, açgözlülüğün ve entrikanın hüküm sürdüğü bir metnin bireyin cinsel arzularına da işaret eden ve hikayenin “zehirli ok”u görevini üstlenen varlığı, insanın doğasını da tüm çıplaklığına ayna tutuyor. Oyunun güçlü metnini sahnede etkili bir anlatıma dönüştüren oyuncu kadrosu haklı bir alkışı hak ederken, arka fonda hikayenin ritmini ayarlayan dış sesler ve tam gerektiği yerde devreye giren müzikler anlatımı yukarı taşıyor. Ülkemizde nadiren sahnelenen eseri bu vesileyle izlemiş olduğumuz için de İstanbul Tiyatro Festivali’ne sonsuz teşekkürler.

Kapak Fotoğrafı: İKSV

İlginizi çekebilir: Eda Geven’den 2023-2024 Sezonunda Yeni Oyunlar