Dr. Robert Oppenheimer, 2. dünya savaşında kritik bir rol oynamış mühim bir karakter. Amerikalıların savaş devam ederken geliştirmeye başladığı atom bombası projesinin başındaki isim. Onun ismini duymadıysanız dahi, bir önceki jenerasyon bilim adamlarından Albert Einstein, Niels Bohr gibi isimlerin öğrencisi yaşta sayılabilecek, hırslı ve dengesiz bir bilim insanı olduğunu bilmeniz yeterli, yani filmi izlemeden önce tabi. Zira filmi izledikçe kendisi hakkında bir çok detaya hakim oluyor, film çıkışında bir atom bombası nasıl yapılır sorusuna yüzeysel de olsa bir cevap verebilecek hale geliyorsunuz…,

Fotoğraf: Oppenheimer

Oppenheimer, yoğun diyaloglarıyla seyircisinin konsantrasyonunu üzerinde toplamaya çalışan bir anlatıya sahip. Görsel anlamdaki bütünlüğü ve düzeni çok iyi, normalde bu durum iyi yazılmış diyaloglarla harmanlanıp, iyi de bir senaryo kurgusuyla “3 saat nasıl geçti anlamadım” dedirtebilirdi. Ama maalesef süresini fazlasıyla hissettiren bir film olmuş bence. Başından sonuna dümdüz aksa her şey, paralel kurgu işine ve ileri geri zıplamalara girmese Nolan, benim ilgimi ve odağımı çok daha kolay toplamamı sağlayabilirdi ama o kendine has ters köşeciliği ve bazı doneleri sona saklama heyecanını bu filmin içine biraz amatörce yedirmiş gibi geliyor.

Bu filmi daha geleneksel bir kurgu ile izleseydik, oyuncuların performansları ile mest olup diyaloglardaki yavanlığı gözardı edebilirdik belki. Ama tüm sekansların birbirine bağlanış şekli, halihazırda boğucu olması gereken bir hikayeyi daha da kasvetli hale getiriyor. Doz konusunda bir sıkıntı var sanki… Karakterlerin bu seri diyaloglarının arka planında da gümbür gümbür seslerle ne konuştuklarını anlaşılamaz hale getirmek, gerilimi bu şekilde sağlamaya çalışmak biraz tatsız. Kadın karakterlerin yüzeysel yazıldığı konusu Nolan için her zaman geçerli olan bir eleştiri, bu filmde de çok bir aşama kat edemiyor. Devamı spoiler içermektedir.

Fotoğraf: Oppenheimer

Herkesin merakle beklediği atom bombası sahnesine bayıldım, filmin açık ara en iyi sekansı. Hatta oradaki sessizlik filmin aşırı geveze halini düşünersek ilaç gibi geldi… Fakat 2. sıraya yazılabilecek en akılda kalıcı sahne bende yok. Belki bir çok izleyici için finalde Einstein’in Oppenheimer’la arasında geçen kritik konuşma olabilir. Ama orada da ben o diyalogun finale saklanmasının biraz mantıksız bir tercih olduğunu düşünüyorum. Bomba sahnesinden sonra Oppenheimer’ın geçirdiği mental dönüşüm, Cillian Murphy tarafından şahane yansıtılıyor. Filmin dava sürecine doğru yol aldığı kısımlar ise Nolan’ın bir başka ters köşe sürprizi olan Strauss meselesine odaklanıyor. Robert Downey jr. müthiş oynuyor ama yine buradaki ters köşenin gereği var mıydı sorusunun cevabı evet değil bende… İyisiyle kötüsüyle kendini izleten bir yapım. Ben IMAX şartı koşulacak pek bir olay göremedim. Umarım izleyenler keyif almıştır.

Sinema dünyasına ve filmlere dair paylaşımlarıma Instagram üzerindeki film blogumdan (@atıptutuyorum) ulaşabilirsiniz.

Kapak Fotoğrafı: Oppenheimer

İlginizi çekebilir: Chic Magger’dan Oppenheimer Kostüm Tasarımları